V. MURAD 93 GÜNLÜK SULTANLIK
Güzel Başlayan Bir Hayatın Sarayın Kapalı Kapılarının Ardında Neticelenmesi
Osmanlı padişahlarının 33. sü, İslâm halifelerinin ise 112. si olan V. Murad, 22 Eylül 1840/25 Recep 1256 tarihinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Asıl adı Mehmed Murad olan V. Murad'ın babası Osmanlı'nın 31. padişahı olan Sultan Abdülmecid, annesi ise Çerkez asıllı cariye Şevkiefser/Şevkefzâ Valide Sultan'dır. Kendisi Sultan Murad-ı Hamis, Sultan Murad bin Abdülmecid Han olarak da bilinir. Sultan Abdülmecid'in ilk göz ağrısı (şehzâdesi) olduğu için, doğumundan büyük sevinç duyulmuş, akabinde Eski Çırağan Sarayı'nda geleneksel velâdet şenlikleri yapılmıştır. Babaannesi Bezmiâlem Valide Sultan, torununun doğumundan duyduğu sevinç ve sürur nedeniyle saray salonlarına çil çil altınlar ve hediyeler saçmıştır. Devlet erkânı, ilk şehzâdesini kucağına alan Sultan Abdülmecid'i iştiyakla tebrik etmiştir. Şehzâde V. Murad, ilk erkek çocuk olması hasebiyle büyük bir itinayla ve sevgiyle, adeta el üstünde büyütülmüştür. Bunun yanında şairler bu doğuma tarihler düşürmüştür. Bunlardan biri de Esad Efendi'nin düşürdüğü şu tarihtir: "Şehzâde geldi dehre/Nâsa Murad erdi."(1840)
Zeki, yumuşak huylu, hoşgörülü, açık fikirli ve sabırlı bir insan olan Sultan V. Murad; Sultan II. Abdülhamid'in, V. Mehmed Reşad'ın ve VI. Mehmed Vahdeddin'in ağabeyleridir.
- Murad, Her Şehzâde Gibi Çocukluğunda İyi Sayılabilecek Bir Tahsil Görmüştür
Amcası Sultan Abdülaziz tahta çıkınca veliaht ilân edilen Sultan V. Murad, amcasının da gayretleriyle, hemen her şehzâde gibi çocukluğunda iyi sayılabilecek bir tahsil görmüştür. Çeşitli hocalardan Türkçe, Arapça, Fransızca, Osmanlı Tarihi, Fen ve Matematik dersleri almıştır. Bunun yanında iki İtalyan hocadan piyano ve Batı müziği dersleri de görmüştür. Daha sonraki yıllarda Batı müziği formlarında besteler yapmıştır. Özel hocaların dışında bizzat babası, kendisiyle hususî olarak ilgilenmiş, gelişimine katkıda bulunmuştur.
Avrupa görmüş ve Batı medeniyetinden bir hayli etkilenmiş bir insan olan Sultan V. Murad'ın, tıpkı amcası Sultan Abdülaziz gibi resme ve müziğe büyük bir ilgisi ve kabiliyeti vardı. Bu sahalarda özgün eserler vermiştir. Bunların yanında mimarlıkla da ilgilenmiştir.
Sultan Abdülaziz, ağabeyi Abdülmecid'in bütün çocukları gibi V. Murad'ı da himayesi altına almıştı. Şehzâde Murad, Dolmabahçe Sarayı'nın veliaht dairesinde kalmaya başlamıştı. Onu kendi çocuklarından ayırmamıştı. Kendisine Kadıköy Kurbağalıdere'deki çiftlik evini tahsis etmişti. Bunun yanında ona Bebek sırtlarındaki Nisbetiye Kasrı'nı da vermiştir. Rahat geçinmesi için kendisine yüklü miktarda ödenekler tahsis etmiştir. Bir veliaht namzedi olarak onu yanından ayırmamıştır. Öyle ki onu Mısır ve Avrupa seyahatlerine bile yanında götürmüştür. Gittiği ülkelerde çok düzgün konuşabildiği Fransızcasıyla ve beyefendiliğiyle yüksek zümreden herkesin takdirini kazanmıştır. Son Fransa imparatoru III. Napolyon ve İngiliz kraliçesi Victoria, Abdülaziz'den ziyade bu genç şehzâdeye alâka duymuştur.
Sultan Abdülaziz'in yeğenine ilgisi ve bunun tezahürü olan engin sevgisi, şefkati ve merhameti "Bir insan amcasından ancak bu kadar yakınlık görür." dedirtecek cinstendir. Nasıl olur da bir baba, ağabeyinin hatırası saydığı yeğenini kendi çocuklarıyla bir tutar; onun rahat yaşaması için çırpınır. İşte Sultan Abdülaziz böylesine diğerkâm bir padişahtır. Fakat gel gör ki V. Murad, vefa duygusunu unutmuş, amcasını tahttan indirenlerle ortak hareket etmiş, tahttan uzaklaştırılmasına göz yummuş; hatta hile ve desiselerle bizzat tahtına oturmuştur.
Entelektüel bir insan olan Sultan V. Murad henüz şehzâde iken gelecekte İngiliz kralı olacak VII. Edward'la samimi dostluklar kurmuştur. Bazı tarihçiler Sultan V. Murad'ı masonluğa sokan kişinin VII. Edward olduğunu iddia etmişlerdir. Fakat onun, doktorunun tesiriyle mason olduğunu söyleyenler de vardır. Masonluktaki asıl amacının henüz şehzâdelik zamanında bile Batı'ya yakın durduğunu göstererek gelecekteki padişahlığında bu devletlerle Osmanlı Devleti arasındaki ilişkileri kolaylaştırmak ve geliştirmek olduğu söylenir.
Acı Sona Giden Yolda Sultan V. Murad'ın Genç Osmanlılarla Teşrik-i Mesaisi
Kendini tahtın varisi gören Sultan V. Murad, ta şehzâdelik döneminden beri meşrutiyet taraftarlığıyla bilinirdi. Onun bu özelliği Mithat Paşa'yla yakın durmasını sağlamıştır. O, aynı zamanda Yeni Osmanlılarla ve Jön Türklerle de içli dışlıydı. Vatan şairi olarak bilinen Namık Kemal'le ve yine Tanzimat Dönemi'nin önemli şairlerinden Ziya Paşa'yla oturup kalkardı. Bu üçlünün meşrutiyet, anayasa ve özgürlük anlayışları birbiriyle örtüşüyordu. V. Murad, Ziya Paşa ve özel doktoru Kapoleon Efendi vasıtasıyla, Abdülaziz’in idaresinden memnun olmayan muhalif grubun lideri Mithat Paşa ile de iletişim halindeydi.
Namık Kemal'le Ziya Paşa onu geleceğin padişahı olarak planlıyor, ona kendi görüşlerini benimsetmeye çalışıyorlardı. V. Murad, bu çerçevede İstanbul'a gelen ünlü bir Fransız hukukçuya gelecekte saltanat tahtına oturduğunda tatbik edeceği anayasa metnini hazırlamasını emretmişti. Yani şehzâde ve arkadaşları bu derece geleceği planlıyorlardı.
Namık Kemal, sarayın baskısından ve kendisini takip etmesinden rahatsızdı. Bu yüzden mevcut padişahtan çok daha demokrat ve özgürlükçü gördükleri V. Murad'a bel bağlamışlardı. Onu fikren ve ruhen tahta hazırlama gayreti içerisindeydiler. Sultan II. Abdülhamid'in hatıralarına bakarsak Namık Kemal'le Şehzâde V. Murad'ın araları çok iyiydi.
Şehzâde Murad, düşünce bakımından kendisini besleyen bu kişilerin etkisi altındaydı. Takip yüzünden Kurbağalıdere'deki çiftlik evinde buluşmaları imkânsız olunca Cibril lâkaplı Baltacı Topal Süleyman vasıtasıyla buluşuyorlar, geleceğe dair fikir alıverişinde bulunuyorlardı. Siyasî muhtevalı toplantıları ise daha çok Mustafa Fazıl Paşa'nın bağında veya konağında yapılıyordu. Mekânlar bazen Nisbetiye Kasrı ve Madam Flori'nin köşkü oluyordu. Jön Türklerin Avrupa'ya kaçmalarından sonra bu toplantılar ister istemez son buldu.
Hırsın, Mantığı Perdelemesi Yahut 93 Günlük Sultanlığın Akla Galebe Çalması
Sultan V. Murad'ın tahta oturuşu hiç de doğal bir süreç olmamıştır. Çünkü tahta oturuşu öncesinde ne yazık ki çok nâhoş hadiseler gerçekleşmiştir. Öncelikle selefi olan amcası Sultan Abdülaziz; Erkân-ı Erbaa diye adlandırılan dört kişi (Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa, Mütercim Mehmet Rüştü Paşa, Şeyhülislâm Hasan Hayrullah Efendi) tarafından tahttan indirilmek istenmiştir. Bunun gerçekleşmesi için bu dört elebaşından biri olan Mithat Paşa'nın evinde buna dair gizli toplantılar düzenlenmiştir. Bu toplantıların birinde İstanbul'daki medrese talebelerinin ayaklandırılmasına karar verilmiştir. Böylece 10 Mayıs 1876'da İstanbul'daki medrese öğrencileri "Müslümanlar Hıristiyanların hakaretlerine uğruyor." diyerek Talebe-i Ulum Kıyamı/Softalar Ayaklanması başlatmışlardır. İddialara göre o zaman veliaht konumunda bulunan V. Murad da ayartılan talebelere dağıtılmak üzere sarrafı Hristaki Efendi’den borç almış, bu paraları Mithat Paşa’ya göndermiştir. Böylece baskının finans kaynağı da bulunmuştur. Mütercim Rüştü Paşa’nın sadrazamlığa, İmâm-ı Sultânî Hasan Hayrullah Efendi’nin şeyhülislâmlığa, Hüseyin Avni Paşa’nın seraskerliğe ve Mithat Paşa’nın Meclis-i Vükelâ memuriyetine tayin edildiği söylenince isyancılar 12 Mayıs'ta dağılmıştır.
Erkân-ı Erbaa denen güruh, tabir caizse sıkı Sultan Abdülaziz düşmanıydı. 31 Mayıs'ta mevcut padişahı tahttan indirme konusunda anlaşmışlardı. Fakat "Ya padişah bu planımızı o güne kadar duyarsa..." diye ifade edebileceğimiz korku ve endişeleri içlerini yiyip bitiriyordu. Onun için, ne olur ne olmaz düşüncesiyle, hiç beklemeden bu işin bir an evvel hâlledilmesi gerektiği kanaatine vararak bir çeşit darbe diyebileceğimiz hadiseyi bir gün öncesine aldılar. Bu öne alma kararı o kadar gizli tutulmuştu ki Şehzâde Murad'ın da bundan haberi yoktu.
Hırsın, Mantığı Perdelemesi Yahut 93 Günlük Sultanlığın Akla Galebe Çalması
Sultan Abdülaziz'i tahttan indirecek darbe an meselesiydi. Nitekim 29 Mayıs'ı 30 Mayıs'a bağlayan gecenin fecrinde Sultan Abdülaziz'in ikamet ettiği Dolmabahçe Sarayı hem karadan hem de denizden abluka altına alındı. Giriş çıkışlar yasaklandı; hatta telefon telleri kesildi. Böylece hain plan uygulamaya konuldu. Darbe planının önemli bir parçası olan Askerî Mektepler Nâzırı Süleyman Paşa, Taşkışla'daki talebeleri silahlandırarak sarayı karadan kuşattı. Saraya giren Süleyman Paşa, veliaht dairesine giderek Şehzâde Süleyman'ı almak istediyse de, planın bir gün sonra icra edileceğini düşünen V. Murad endişelenerek gelmek istemedi. Bu arada darbenin elebaşlarından H. Avni Paşa yetişerek Şehzâde Murad'ı arabasına aldı; şiddetli bir yağmur altında önce rıhtıma, sonra güçlükle de olsa bir kayıkla Sirkeci İskelesi'ne getirdi. Bindikleri bir arabayla Beyazıt’taki Serasker Kapısı’na vardılar. Sadrazam, şeyhülislâm ve diğer bazı devlet erkânı onları karşıladı. Sonra da V. Murad’a biat ettiler ve onu kutladılar. Ardından da Sultan Abdülaziz’in hal'ine dair fetva okundu. Fetvada devrik padişahın devleti iyi yönetemediği, hatta cinnet geçirdiği ifade ediliyordu.
Çirkin darbenin ardından Sultan Abdülaziz, Dolmabahçe Sarayı'ndan alınarak o zamanlar padişahlar tarafından kullanılmayan Topkapı Sarayı'na getirilmiştir. Yeni padişah Sultan V. Murad da Dolmabahçe Sarayı'na götürülmüştür. Yeni padişahın cülusu top atışlarıyla dört bir tarafa duyurulmuştur. Sultan V. Murad, adet olduğu üzere Topkapı Sarayı’ndaki altın tahta oturtulması gerekirken Dolmabahçe Sarayı'nda yaldızlı bir koltuğa oturtularak sönük bir biat merasimi gerçekleştirilmiştir. Daha da kötüsü Sultan Abdülaziz'in birikmiş paraları ve eşlerinin bütün mücevheri talan edilmiştir. Rivayetlere göre bunların bir kısmı yeni padişahın annesi Şevkefzâ Valide Sultan tarafından alınırken, bir kısmı da V. Murad'ın şehzâdelik yıllarında bir milyonun üzerinde borçlu olduğu sarraf Hristaki'ye verilmiştir. Büyük bir kısmına da darbeyi gerçekleştiren devlet erkânı el koymuştur. Böylece Sultan Abdülaziz sadece tahtından edilmemiş, en zor zamanlarında beş parasız bırakılmıştır.
Sultan Abdülaziz, Topkapı Sarayı'nda şehit padişahlardan III. Selim'in öldürüldüğü hünkâr dairesine konularak kendisine bir çeşit mesaj verilmiştir. O da yeğeni V. Murad'a mektup yazarak yerinin değiştirilmesini istemiş, yeni padişah amcasına Çırağan Sarayı'nın Fer'iyye dairesini tahsis etmiştir. Ne yazık ki burada iki gün kaldıktan sonra H. Avni Paşa'nın adamları tarafından şehit edilmiş; fakat olaya intihar süsü verilmiştir. V. Murad'dan sonra tahta oturan Sultan II. Abdülhamid, suçluları Yıldız Mahkemesi'ne çıkarıp suçlarını tescil ettirse de onları idam ettirmek yerine sürgüne göndererek hafif cezalarla cezalandırmıştır.
Sultan Abdülaziz'in öldürülmesinin ardından kayınbiraderi (Neşerek Kadın'ın kardeşi) Kolağası Çerkes Hasan Bey, eniştesi Abdülaziz'in öldürülmesine çok içerlenmişti. Cinayetin asıl sorumlusunun Hüseyin Avni Paşa olduğunu öğrenmişti. İntikamını alacaktı. Nitekim 15/16 Haziran gecesi silahlanarak H. Avni Paşa'nın konağına varmıştı. Mithat Paşa'nın konağında toplantı yaptıklarını öğrenerek tek başına oraya gitmişti. Toplantı salonunu basarak H. Avni Paşa'yı iki kurşunla ve kama darbeleriyle öldürmüştü. Mithat Paşa o sırada kaçmış; peşine düşse de onu yakalayamamıştı. Geriye dönünce Hariciye Nâzırı Râşid Paşa'nın korkudan sandalyenin arkasına saklandığını görmüş, onu da bir kurşunla yere sermiş, sonra da gırtlağını kesmişti. O arada sadrazam yaveri Şükrü Bey'i de bir kurşunla öldürmüştü. Ağır yaralanan 26 yaşındaki Çerkes Hasan, ertesi gün Beyazıt Meydanı'nda bir dut ağacına asılarak idam edilmişti. Daha sonra Edirnekapı'daki mezarının üstüne bir türbe yapılmıştı.
"
Men Dakka Dukka/Çalma Kapımı, Çalarlar Kapını" Gerçeğinin Tezahürü
"Çalma kapımı, çalarlar kapını." anlamında "Men dakka dukka." diye anlamlı bir söz vardır. Bunun bir diğer veciz ifadesi "etme bulma dünyası"dır. Kötülük eden, mutlaka yaptığı kötülüğün karşılığını bulur. Bu, dünyada olmasa bile ahirette mutlaka olur. Çünkü yüce Allah "âdil-i mutlak"tır. O; iyi de kötü de olsa, herkese yaptığının karşılığını verir. Hiç kimseye zulmetmez. Yegâne mutlak adalet sahibi Allah'tır. Kimsenin hakkını kimseye yedirmez.
Bir türlü denge tutturamayan V. Murad, selefi Sultan Abdülaziz'den gördüğü onca iyiliğe karşı ne yazık ki hep düşmanca tavırlar içerisinde olmuştur. Daima şefkat, merhamet ve iyilik gördüğü amcasının düşmanlarıyla işbirliği yaparak onu tahttan uzaklaştırmıştır.
Sultan V. Murad tahta oturduğunda ruh hâli hiç de iç açıcı değildi. Sultan Abdülaziz'in öldürülmesinden sonra sinirleri iyice bozulmuştu. Viyana'dan ünlü ruh doktoru Leidersdorf getirilse de bir türlü düzelememiştir. Bu yüzden 93 gün kalabildiği tahttan 31 Ağustos 1876'da indirilmesine karar verilmiş, aynı tarihte yerine Sultan II. Abdülhamid getirilmiştir.
Sultan V. Murad, vaktiyle tahta çıkarıldığı çete tarafından bu sefer de tahttan indirilmişti. Kader bir anlamda hükmünü vermişti. Tahttan uzaklaştırıldığında 36 yaşında olan V. Murad, 64 yaşına kadar Sultan II. Abdülhamid'in izniyle, aile fertleriyle birlikte Çırağan Sarayı'nda yaşamış, bu süre içerisinde padişah tarafından sıkı takibe alınmıştır. Hatta II. Abdülhamid, V. Murad'ın geri dönme ihtimaline karşı doktorlardan tedavisinin mümkün olmadığına dair rapor çıkarmıştır. Bu konuda haksız da değildi. Zira kendisini tekrar tahta çıkarmak için bir kısım girişimler olmuştur. Bunlardan en önemlisi gazeteci Ali Suavi'nin giriştiği meşhur Çırağan Vakıası'dır. 20 Mayıs 1878'de sarayı kuşatan Ali Suavi ve adamları, V. Murad'ı Çırağan'dan kaçırmaya çalışmış, o sırada hadiseyi duyan Beşiktaş Karakolu muhafızı Yedi Sekiz Hasan Paşa, Ali Suavi'yi, başına sopayla vurarak oracıkta öldürmüştür.
Kafası pek karışık olan padişah Sultan V. Murad, 29 Ağustos 1904'te İstanbul'da şeker hastalığından vefat etmiştir. "Men dakka dukka." sözünün hakikatini bizzat yaşayan Sultan V. Murad, annesi Şevkefzâ Kadın Efendi'nin yanına, Yeni Cami'deki türbesine defnedilmiştir.