Mecazî Aşktan İlâhî Aşka
Sevginin¸ insanı tam olarak hükmü altına alması ve muhabbetin en üst derecesi olarak tarif edilen aşk¸ sûfîlerce ulaşılması istenilen en üst hedef ve sevginin en mükemmel şekli olarak kabul edilmiştir.[1] Karşı cinse olan aşkı mecazî aşk' olarak değerlendiren sûfîler¸ ömürlerini¸ maddî-manevî her türlü engeli aşarak gerçek aşk olarak gördükleri ilahî aşk'a yani Allah aşkı'na ulaşabilmek harcamışlardır. Aşk gayreti ile adı neredeyse birlikte anılan Yunus'un (ö.720/1320)
Âşık kişi miskin gerek
Yol içinde teslim gerek
Kim ne derse boyun bura
Çare yok gönül yıkmaya
dizelerinde dile getirdiği gibi sûfîlere göre gerçek aşk¸ Allah'tan başka her şeyden yüz çevirmek¸ Hakk'ın her türlü takdirine rıza göstermek¸ kimseyi incitmemek ve gönül yıkmamaktır. Sûfîler genelde aşkı tarif etmek yerine onun ancak tecrübe edilebilecek bir hâl olduğu konusu üzerinde durmuşlardır. Aşk çağlayanı Hz. Mevlânâ (ö.672/1273);
Âşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır
Aşk¸ Huda sırlarının usturlabıdır
sözleri ile bu hakikati latif bir şekilde dile getirmiştir. Büyük sûfînin bu sözlerini Ya'kûb-ı Çerhî (ö.851/1447) şöyle şerh etmiştir: "Aşk gerek hakiki¸ gerekse mecazî olsun insana rehber konumundadır. Aşk öyle bir sırdır ki onu açıklamak¸ anlatmak için ne söylesem aşka tutulduğumda o sözlerden utanırım. Dil sırları aydınlatıcıdır. Ancak dile gelmeyen aşk ondan daha aydındır. Kalem aşk bahsine geldiğinde çatlar¸ aciz kalır. Akıl bu gülün tarifinde aciz kalır. Aşk ve âşıklığı yine aşkın kendisi tarif eder."[2]
Âşık Ve Maşuk Arasında
XVII. yüzyılın önde gelen sûfîlerinden Abdülehad Nûrî-i Sivasî (ö.1060/1650) ise aşkın tarifi konusunda insanların çaresizliklerini şu ifadeleriyle dile getirmiştir:
Işk vasfında zabân-ı urefâ lâl oldu
Gitdi anlanmadı tarif-i mahiyet-i ışk
Cins ü faslı bilinüp câmi' ü mânî' olamaz
Vasfa gelmez hele keyfiyyet ü kemmiyyet ü ışk.[3]
Sûfîler aşk karşısındaki bu çaresizliklerine rağmen aşk-âşık ve maşuk arasında dile getirdikleri bazı benzetmelerle zaman zaman aşkı tarif etmeye de çalışmışlardır. Örneğin¸ Karabaş Velî (ö.1097/1686) aşkın bu üç boyutu ile ilgili şu benzetmesi ile aşkı tanımlamaya çalışmıştır: "Muhabbet¸ âşık ile maşuk arasında öyle bir haldir ki ateş ile odun arasında olan hararet gibidir. Bu öyle bir hararettir ki odunu cezbeder. Aynı şekilde muhabbet muhipten mahbuba meyledip umumi iyilikler zincirini boynuna takıp gece ve gündüz çeker. Ateşin harareti oduna tesir etmeyince odun yanmadığı gibi muhabbet muhibbin kalbinden çıkan böyle bir şeydir."[4]
Sûfîler¸ âşığı sevgisini Hak'tan başka hiçbir şeye/kimseye tahsis etmeyen kimse olarak kabul ederken zâhidi ilahî aşkın yanında gönlünü başka sevgilere de açabilen kimse olarak benimserler. Bu yönüyle âşık¸ zâhitten binlerce fersah mesafe önde kabul edilmiştir.
Maşuka vasıl ola mı bin yıl yilerse de
Tâ olmayınca zahide bir reh-i nümâ-yı ışk[5]
Bu kıvamı yakalayan âşık ile maşuk birbirine bakan iki aynaya benzetilmiştir. Sûfîlere göre aşk¸ öyle tesirli bir şeydir ki aşk deryasına dalan vahdet-i vücudun hakikatine erer. Bu durumda da maşuk¸ âşıkla aralarındaki perdeleri kaldırır.[6] Sûfîlere göre nefsin bitmek tükenmek bilmeyen kötü arzuları ilahî aşkın ateşiyle yok olur. Dolayısıyla âşık¸ maşukun hali ile hâllenir ve fenânıın mertebeleri olan ayne'l-yakîn' ve hakke'l-yakîn'e ulaşır. Sûfî¸ bu hallerin tesiri ile hâl ve kâl olarak sevdiğinin bütün güzelliklerine ulaşır. Sûfîler¸ âşığın âşık olduğunu iddia edip sevdiğinin hali ile hâllenmemesi durumunda âşığı¸ sevgi iddiasında olup bu iddiasını ispatlayamayan kimse durumuna düşmüş olması nedeniyle eleştirmişlerdir:
İlah'a isyan ediyor ve onu sevdiğini iddia ediyorsun
Ömrüme yemin olsun ki bu işlerin en benzersizidir
Eğer sevgin doğru olsaydı O'na itaat ederdin
Çünkü seven sevdiğinin itaatçisidir.[7]
İlahî Aşka Ulaşmanın Yolları ve Tasavvufî Ahlakta İlahî Sevginin Yeri
Sûfîler¸ genel olarak Allah aşkı'na ulaşmanın iki yolu üzerinde durmuşlardır. Bunlardan ilki riyazet ve mücahede ile nefsin başka şeylere meyil ve arzularını azaltarak gönülden Allah sevgisinden başka her şeyi çıkarmaktır. "Bir gönülde iki aslanın yatmayacağını" ifade eden sûfîlere göre Allah sevgisinin kalpte kök salmasına mani olan en büyük engel dünya sevgisidir.
Bu yüzden sûfîler ana hedefleri olan Allah aşkına ulaşmalarının önündeki en büyük engel olarak gördükleri dünya sevgisine ciddi bir muhalefet anlayışı geliştirmişlerdir. Sûfîlere göre Allah aşkına kişiyi ulaştıracak ikinci yol ibadet ve taat ile marifeti artırmaktır. Onlara göre farzlar ve özellikle nafile ibadetler kalbin tamamıyla marifet duygusu ile dolmasına vesile olmaktadır ve marifet hissi de netice itibariyle kişiyi ilahî aşka ulaştırmaktadır.[8]
İlahî sevginin/aşkın ahlâka yansıması konusunda İmam Gazalî (ö.505/1111)¸ aşkın/sevginin diğer makamlar içerisindeki özel konumuna dikkat çekerek şu tespitlerde bulunmuştur: "Sevgi¸ makamların gaye-i kusvası¸ derecelerin zirvesidir. Muhabbetten sonra gelen şevk¸ üns¸ rıza ve benzeri bütün makamlar onun semereleri ve tâbileridir. Tevbe¸ sabır¸ zühd gibi ondan önce gelen makamlar ise sevginin öncülleridir."[9] Hâris el-Muhasibî (ö.243/857) ise sevginin tezahürleri üzerinde durarak konunun önemini dile getirmeye çalışmıştır: "Sevgi¸ bütün varlığınla bir şeye yönelmendir. Sonra onu nefsine¸ ruhuna ve malına tercih etmendir. Gizli ve aşikâr sevgiye uygun davranmandır."[10] Yahya b. Muaz er-Razî (ö.258/872) ise "Sevgi/aşk iddiasında bulunduğu halde Allah'ın hududunu muhafaza etmeyen sadık değildir." sözü ile Muhasibî'nin bu tespitlerini teyit etmiştir.
Netice itibariyle ifade etmemiz gerekirse ilahi aşk/sevgi sûfîyi/kişiyi mütevazı yapar¸ kalbine kendini beğenme/kibir ve riya girmesini önler. Aşk¸ sûfînin/kişinin ibadetlerini ihlâs ve sadakatle yerine getirmesine vesile olur. Sûfî¸ aşk ile Allah'ı kendi nefsine tercih eder. Kalbini kaplayan Allah sevgisi/aşkı nedeniyle sûfî O'nun eseri ve mazharı olan her şeyi sever. Allah aşkı ile daima O'nu tefekkür eden sûfî¸ bütün varlığıyla sevdiğinde fani olur. Bu fena hali neticesinde sûfî¸ akıl ve nazarla ulaşılamayacağını belirttiği Allah'ın bilgisine/marifete ulaşır.[11]
Bugün bizlere düşen görev mecazî aşklarla dolu gönüllerimizi ilahî aşkın emrine amade kılmak ve maddî-manevî hayatımızda vesile olacağı büyük dönüşüme şahitlik etmeye çalışmak olmalıdır. Çalışmamızı aşka kanat açan pervanelerin öncülerinden Âşık Yunus ve onun sıkı takipçilerinden birisi olan Abdülehad Nûrî-i Sivasî'nin ilahî aşkı dile getirdikleri şu dizelerle sonlandırmak istiyoruz:
Ne zaman anarsam seni
Kararım kalmaz Allahım
Senden gayrı gözüm yaşı
Kimseler silmez Allah'ım
Sensin ismi Bâkî olan
Sensin dillerde okunan
Senin aşkına dokunan
Kendini bilmez Allah'ım
Âşık Yunus seni ister
Lutfeyle cemalin göster
Cemalin gören âşıklar
Ebedi ölmez Allah'ım (Âşık Yunus)
Yanmaktan usanmazam Mevlâ'm¸
Pervane miyem bilmem âh¸
Hiç sonunu saymazam Mevlâ'm¸
Divâne miyem bilmem âh.
Dilhâne harab oldu Mevlâ'm¸
Yıkıldı turâb oldu âh¸
Her cânibi bâb oldu Mevlâ'm¸
Virâne miyem bilmem âh.
(Abdülehad Nûrî-i Sivasî)
[1] Süleyman Uludağ¸ Tasavvuf Terimleri Sözlüğü¸ Kabalcı Yay.¸ İstanbul 2001¸ s.50; Ethem Cebecioğlu¸ Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü¸ Anka Yay.¸ İstanbul 2005¸ s.65.
[2] Ya'kûb-ı Çerhî¸ Neynâme¸ Hazırlayan: Halilullah Halili¸ Tahran 1375¸ s.169-170.
[3] Abdülehad Nûrî-i Sivasî¸ Divan¸ Süleymaniye Kütüphanesi¸ Mihrişah Bölümü¸ nr.159¸ vr.3a.
[4] Karabaş Velî¸ Risâle-i Tarikatnâme¸ Fatih Millet Kütüphanesi (Ali Emiri-Şer'iyye Bölümü) nr.1181¸ vr.35b.
[5] Nûrî-i Sivasî¸ Divan¸ vr.44b.
[6] Schimmel Annemaria¸ Ben Rüzgar Sen Ateş¸ Çeviren: Senail Özkan¸ Ötüken Yay.¸ İstanbul 1999¸ s.196.
[7] Muhammed Gazalî¸ İslam'ın Manevî Boyutu¸ Şura Yay.¸ İstanbul 1990¸ s.260.
[8] Hasan Kamil Yılmaz¸ Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar¸ Ensar Yay.¸ İstanbul 2011¸ s.209-210.
[9] Gazali¸ İhya u Ulûmi'd-dîn¸ c.IV¸ s.280.
[10] Ebu'l-Alâ Afifi¸ Tasavvuf: İslam'da Manevî Hayat¸ Türkçesi: Ekrem Demirli-Abdullah Kartal¸ İstanbul 1999¸ s.208.
[11] Afifi¸ Tasavvuf¸ s.207.211.
Fatih ÇINAR
YazarÜsküplü Atâ’nın Tuhfetü’l-Uşşâk Adlı Mesnevîsinde Ahlâkın Temeli Olarak Aşka BakışıAtâ, Üsküp’te, Ahmed-i Yesevî’nin (ö. 562/1166) neslinden gelen ve onun ışığını o topraklarda temsil ederek insanları...
Yazar: Fatih ÇINAR
Kaygusuz Abdal, Bektaşiyye Tarikatı’nın ve tekke edebiyatının en önemli simalarından birisidir.[1] XIV. yüzyıl sonu ile XV. yüzyılın birinci yarısında yaşayan, Teke ili Alâiye Sancağı Beyi’nin oğlu ol...
Yazar: Fatih ÇINAR
Tekirdağ, Anadolu ile balkanlar arasında bir geçit bölgesi ve ilim, kültür, sanat ve mâneviyât merkezi İstanbul’u besleyen ana merkezlerden biri olması bakımından önemli bir şehirdir.[1] Tekirdağ’ın b...
Yazar: Fatih ÇINAR
Karabağ’dan Anadolu’ya Miras Mânevî Bir Nefes:Hamza Nigârî Ve Hakîkat ÇağrısıKarabağ, insanlığa anlam arayışında rehber ve Hakk’a dâvet konusunda nice büyük ismin yetiştiği mümbit bir diyardır. Karaba...
Yazar: Fatih ÇINAR