İsteyenlerin İsteğini Yerine Getiren, Duâ Edenlerin Duâsını Kabul Eden: El-Mucîb
"Cenâb-ı Hakk'ın duâları kabul etme va'di¸ yukarıda da işaret ettiğimiz gibi¸ her istenileni yapması ve her dileği yerine getirmesi anlamına gelmez. Ehl-i Sünnet itikadına göre¸ duâları kabul etmek Yüce Allah'a vâcip değil¸ câizdir."
El-Mucîb¸ "duâları kabul eden¸ dileklere ve ihtiyaçlara karşılık veren" anlamına gelir. Yüce Allah kendisinden isteyenin dileğini yerine getirir. Bir âyette bu hususa şöyle işaret edilir: "Kendisine duâ ettiği zaman zorda/sıkıntıda kalmışa cevap veren (Allah'tır)."[1] Allah'a giden birçok yol vardır. Bunlardan birisi de kulun doğrudan O'nunla irtibâta geçtiği duâdır. Kul¸ her zaman Allah'a yönelir¸ maddî ve mânevî isteklerini O'na açar. Nitekim bir âyette: Allah Teâlâ "(Rasûlüm!) De ki: Duânız olmasa¸ Rabbim size ne diye değer versin?"[2] buyurur. Bu ilâhî kelâm¸ Allah'ın sözüdür. Yüce Allah¸ kullarının duâsına değer verdiğini bildirir ve yapılan duâların karşılıksız kalmayacağını vurgular: "Kullarım¸ beni senden sorarlarsa¸ (bilsinler ki)¸ gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana duâ edince¸ duâ edenin duâsına cevap veririm."[3]
Yüce Allah'ın en güzel isimleri arasında yer alan el-Mucîb¸ Kur'an-ı Kerim'de bir âyette: "Şüphesiz Rabbim yakındır ve duâlara cevap verendir"[4] şeklinde geçerken bir başka âyette de çoğul kalıbında: "Andolsun! Nuh bize duâ edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap vereniz"[5] şeklinde geçmiştir. Duâlara bazen anında karşılık verilir¸ bazen de karşılığı hemen görülmeyebilir¸ hatta âhiret gününe bile bırakılabilir. Karşılığının görülmemesi¸ hiçbir zaman Yüce Allah'ın bu duâya cevap vermeyeceği anlamına gelmez. Elbette O'nun için¸ duâlara karşılık verip vermemekte zorunluluk yoktur. Ama O¸ "Duâ edenin duâsına karşılık veririm." buyuruyorsa¸ mutlaka karşılık verir. Bizim için bu karşılık nerede ve ne zaman daha uygunsa O onu yapar. Çünkü biz¸ hakkımızda neyin iyi ve neyin kötü olduğunu bilemeyiz. Hiçbirimiz geleceğimiz konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Bunu bize en güzel bir şekilde şu âyet açıklar: "Sizin için daha hayırlı olduğu hâlde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu hâlde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir¸ siz bilmezsiniz."[6] Duâda esas olan¸ kulun kayıtsız şartsız Rabbinin iradesine teslim olmasıdır. Allah'ın iradesine teslim olanlar¸ tüm iradelerden bağımsızlaşırlar. Dolayısıyla¸ duâların gerçekleşmesini istemek her ne kadar bizim hakkımızsa da¸ gerçekleşmediği takdirde isyanlara oynamak bizim hakkımız değildir. Çünkü bizi bizden daha iyi bilen Rabbimiz¸ hakkımızda ne hayırlı ise onu yaratır. Burası bir imtihan dünyasıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ sevindirici ve hoşlanmadığı durumlarla karşılaştığı zaman Allah'a hamdetmekten geri durmamıştır.[7] Ya bize ne oluyor?
Du⸠Yüce Allah'ı Olay ve Olgulara Müdâhale Etmeye Çağrıdır
Bilinmelidir ki du⸠esasen davet gibi çağırmak mânâsına masdardır. Du⸠ibadet gibi¸ kuldan Allah'a doğru yapılır. Bundan dolayı¸ küçükten büyüğe¸ aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyâz anlamına örf olmuş ve isim olarak da kullanılmıştır. Duânın hakîkati¸ insanın Rabbinden inâyet ve yardım istemesidir.[8] Bir nevi du⸠Allah'ı olay ve olgulara müdâhale ettirme girişimidir. Gerçekte du⸠ister kişisel olsun¸ isterse toplumsal olsun¸ kâinatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine cevap bulmak için hissettiği derin hasret ve iştiyâkın bir ifadesidir.[9] Diğer bir açıdan du⸠insanı¸ Allah'a ulaştıran bir vâsıta olup kalbin Allah ile iletişim kurmasıdır.
Cenâb-ı Hakk'ın duâları kabul etme va'di¸ yukarıda da işaret ettiğimiz gibi¸ her istenileni yapması ve her dileği yerine getirmesi anlamına gelmez. Ehl-i Sünnet itikadına göre¸ duâları kabul etmek Yüce Allah'a vâcip değil¸ câizdir. Nasıl ki¸ içinde yaşadığımız şu çağda bile¸ herhangi bir makamdan veya mercîden belirlediği ve hazırladığı ilkelere¸ mevzûâta¸ yönetmeliğe vs. ters düşecek bir isteğe cevap vermesi beklenemezse¸ elbette Allah'ın kendi yasalarına aykırı hareket etmesi de beklenemez. Kur'an'da örnekleri açıkça verildiği gibi¸ eğer kulların duâları¸ istek ve talepleri Allah'ın ilâhî yasasına aykırı bir durum arz ediyorsa¸ bu konuda talep sahibinin kimliği hiç de önemli değildir. Bilindiği gibi Hz. Nuh (a.s.)'ın oğlu babasına iman etmemiş¸ tufan olayı karşısında dağa çıkıp korunabileceğini söylemesine rağmen boğulanlardan olmuştur. Hz. Nuh (a.s.)¸ oğlunun kurtuluşu için duâ etmişse de¸ kendisine¸ din birliği anlamına gelebilecek olan "O senin ailenden değildir." buyrularak talep geri çevrilmişti.[10] Bir başka örnek de¸ cinsel sapıklık içerisine düşen Lût (a.s.)'ın kavmini helâk etmeme talebinde bulunan Hz. İbrahim (a.s.)'in talebinin reddedilmesi olayıdır.[11] Yine bir rivâyete göre Abdullah İbn-i Übey'in oğlu mü'min Abdullah¸ babasının hastalığı sırasında babası hakkında Rasûl-i Ekrem'den istiğfâr etmesini istemişti. Bunun üzerine şu âyet nazil olmuştur: "Onlar için ister bağışlanma dile¸ ister dileme fark etmez; bilesin ki onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen dahi Allah onları bağışlamayacaktır. Bunun sebebi¸ Allah ve resulünü inkâr etmeleridir."[12] Bütün bu örnekler bize gösteriyor ki¸ Allah'ın yasasının geçerli olduğu alanda duânın gerçek bir faktör olmadığıdır. İslâm'ın bu konudaki öncelikleri¸ duânın kabulünü hazırlayan meşrû şartları hazırlamak sonra da duâ edip¸ Allah'a gönülden tevekkül edip¸ bağlanmaktır.
Duâlarımızda Hasbîlik Esas Olmalıdır
Her konuda olduğu gibi¸ duâlarımızda da hasbîlik esastır. Duâlarımızı sadece Allah'a has kılmak gerekir. Duâlarda O'na bir başkası ortak koşulmamalıdır.[13] Bir muvahhid olarak Allah'ın dinine yardım ettiğimiz ölçüde O bizim duâlarımıza cevap verecektir. Duâların en makbulü¸ bir kimsenin gıyabında yapılan duâdır.
Du⸠sadece mü'minler için yapılmaz. Gayr-i Müslimlerin İslâm'a girmeleri için de yapılabilir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s)¸ bazı kabile ve toplulukların hidâyetleri için duâ etmiştir. Bu hususta yapılması gereken önce onları irşat etmek¸ sonra da duâlarımızla Yüce Allah'tan onlara hidâyet talep etmektir. Bu konuda Rasûlullah'ın duâlarından birkaç misal şöyledir:
"Allah'ım! Sakiflilere hidâyet et!"[14]
"Allah'ım! Sen Devs'e hidâyet ver ve onlara İslâm olmayı nasip et!"[15]
Şahısların ihtidâsı için muttakî ve vera sahibi fâzıl kimselerden hidâyet talep duâsı yapmaları istenebilir. Sahâbeden Ebû Hureyre Hazretleri annesinin İslâm'a girmesi konusunda Rasûlullah'tan duâ etmesini istemiştir. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.):
"Allah'ım! Ebû Hureyre'nin annesine hidâyet ver." diye duâ etmiştir. Biraz sonra Ebû Hureyre¸ annesinin İslâm'a girdiğini görünce çok sevinmiştir. [16]
Bir Müslümanın Müslüman kardeşi üzerindeki haklarından birisi¸ yanında aksırdığı zaman ona hidâyet duâsında bulunmasıdır. Çünkü hidâyete ermek kolaydır¸ ama hidâyeti korumak ve hidâyet üzerinde yaşamak zordur. Ebâ Eyyûbi'l-Ensârî (r.a.)'den rivâyet edildiğine göre Rasûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: "Aksıran şöyle desin: Allah'a hamdolsun.' İşiten de¸ Allah sana merhamet etsin.' desin. Bu duâya karşı tekrar aksıran¸ Allah seni hidâyette kılsın ve senin durumunu düzeltsin.' diye cevap versin."[17]
Velhâsıl¸ dünya birçok sıkıntılarla doludur. Bu hayatta sıkıntıların üstesinden gelmede du⸠insanın mânevî bir boşalım vâsıtasıdır. Her an Allah'la birlikte olma hali¸ duâ ile sağlanabilir. El-Mücîb olan Yüce Allah¸ kullarının imdâdına "lebbeyk kulum" diyerek karşılık verir. O'nun hazinesi bitimsizdir. İlâhî lütuflarla kullarına in'âm ve ihsanlarda bulunur. Bu konuda sadece duâ ile yetinilmemeli¸ duâların kabûlüne zemin hazırlamak için Yüce Allah'ın bize emir-yasak cinsinden yüklediği sorumlulukları yerine getirme çabası içerisine girmeliyiz. Bunu da bizden isteyen yine O'dur. Bir âyette şöyle buyrulur: "Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman¸ Allah'ın ve Rasûlü'nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah¸ kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki¸ O'nun huzurunda toplanacaksınız."[18]
Allah'ım! Ümmeti¸ içerisine düştüğü sıkıntılardan kurtar!..
[1] 27/Neml¸ 62.
[2] 25/Furkan¸ 77.
[3] 2/Bakara¸ 186.
[4] 11/Hud¸ 61.
[5] 37/Saffat¸ 75.
[6] 2/Bakara¸ 216.
[7] İbn Mâce¸ "Edeb"¸ 55.
[8] Yazır¸ M. Hamdi Elmalılı¸ Hak Dini Kur'an Dili¸ İstanbul¸ 1979¸ I¸ 662.
[9] İkbal¸ Muhammed¸ İslâm'da Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu¸ (çev. N. Ahmed Asrar)¸ İstanbul¸ 1984¸ s.129.
[10] Bkz. 11/Hûd¸ 42-46.
[11] Bkz. 11/Hûd¸ 74-76.
[12] 9/Tevbe¸ 80.
[13] Bkz. 29/Ankebut¸ 65.
[14] Ahmed b. Hanbel¸ Müsned¸ III¸ 343.
[15] Müslim "Fedâilu's-sahabe" 197.
[16] Müslim "Fedâilu's-sahabe" 35.
[17] Darimi "Ads" 30.
[18] 8/Enfal¸ 24.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarBu makalemizde tezkiye kavramı ve bu kavramın mâhiyeti üzerinde duracağız. Sözlükte tezkiye; “, temizlemek, geliştirmek, feyizlendirip büyütmek, arıtmak, temize çıkarmak” gibi anlamlara gelir.[1] Dinî...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Dinde, akıl sahibi olan ve ergenlik çağına adım atan kadın ve erkek her Müslüman, Allah’ın kendilerine yüklediği fiillerden sorumlu tutulmuştur. Bu âlemde hiçbir varlık başıboş değildir. Hayvanl...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
İnsan Arapça bir kelime olup "üns” ve "nesy” terimlerinin müşterek bir terkibidir. Üns yabanîliğin aksine; yakınlık, sevecenlik, ülfet ve alâka anlamlarına gelir.[1] Bu duygu insanın hemcinsleriyle v...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Şiâr, sözlükte, “bir şeyin kendisine özgü niteliklerine kılavuzluk eden alâmet, nişan, sembol, parola” anlamlarına gelir. Çoğulu, şeâir olup, bir şeye alem kılınan, bir şeyle alâmetlendirilen he...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ