Âlimlerin Güneşi İmam Serahsî
HAPİSHÂNELERDE ESERLER YAZAN BİR ÂLİM: Âlimlerin Güneşi İmam Serahsî
Onun unvanı, Şemsüleimme yani Âlimlerin Güneşi’dir. Bugün Türkmenistan-İran sınırında bir kasaba olan Serahs’ta doğmuştur. Vefât tarihi hicrî 483, miladî 1090’dır. Karahanlılar Devleti âlimleri arasında yer alır. Eserlerini Arapça kaleme almış bir Türk âlimidir. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’den hemen sonra üçüncü sıradaki müctehidler tabakasında sayılır. Ömrünü Buhâra, Özkent ve Fergana bölgesinde geçirmiş, seksenli yaşlarında vefât etmiştir.
Serahsî[1], büyük bir kelâm ve fıkıh âlimi, münâzara üstadıdır. Uzun yıllar hapiste kalma sebebi yönetimin zıddına açıkladığı hukukî-siyâsî meselelerden başkası değildir. Rivâyetlere göre devrinin hükümdarına nasîhat yollu bir söz ya da fetvânın, muhâlifi jurnalciler tarafından farklı şekillerde aksettirilmesi sonucu hapsedilmiştir.
Bu da onun inandığı doğruları tavizsiz bir biçimde açıklama konusunda her şeyi göze alan cesur bir ilim adamı olduğunun kanıtıdır. Bir hadislerinde Peygamberimiz şöyle buyurur: “İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onları takib edenler, sonra onları takip edenlerdir. Kişi dinine bağlılığına göre imtihana çekilir. Eğer dininde salâbetli ise imtihanı/göreceği belâ ve musîbet de ağır olur. Eğer dininde gevşek ise o oranda imtihan edilir. Belâ o kimseyi devamlı takip eder. Nihâyet onu bırakıncaya kadar. Böylece kul, yeryüzünde arınarak hatası olmadığı halde yürür.”[2]
Hapishânede iken kaleme aldığı, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin bir eseri üzerine yazdığı notlarda hapsedilme sebebini üstü kapalı biçimde şu şekilde kaydetmektedir: “Bunlar İmam Muhammed’in Ziyâdâtü’z-Ziyâdât’ının ibâreleri üzerine düşününce aklıma gelenler ve onun fıkhından anladıklarımdır; nasîhat amacıyla söylediğim bir söz sebebiyle hapisteyken kurtuluş ümidim kalmayınca bunları imlâ ettim ...”
Nasîhat amacıyla söylediği sözler, onun yıllarca zindanlarda kalmasına sebep olmuştur. Ama zindanda da hayattan ve özellikle ilmî çalışmalardan aslâ kopmamıştır. En olumsuz şartları olumlu hâle getirmeyi bilmiş, talebeler yetiştirmeye ve eserler yazmaya devam etmiştir.
Çeşitli eserlerinde zikrettiğine göre eserlerini Özkent Kalesi’nde hapiste iken talebelerine dikte ettirdiğini ve nihâyet buradan çıkarılınca Merginân’a yerleşip orada yazmaya devam ettiğini belirtir. On beş yıl kadar kaldığı hapishâneden vefâtından birkaç yıl önce çıktığı rivâyet edilir. Kaynaklar, onun bir kuyu içine atıldığını, derslerini bu kuyu içinden verdiğini ve talebelerinin kuyunun ağzında notlarını aldıklarını söyler.
Şerh ettiği metinleri ezbere bildiği yahut dersine katılan talebelerin yanlarında getirdikleri metinleri okuyup Serahsî’nin onları şerhetmiş olabileceği de belirtilir. Sonuçta cezâevi ortamı onun için bir medrese olmuştur, tıpkı cezâevinin Yusuf Peygamber’e tebliğ mekânı olması gibi. Serahsî’nin bizzat yaşadığı bu çileli hadiseler, sosyal ve siyâsî meseleleri yorumlarken ona engin bir bakış açısı kazandırmıştır.
Onun uzun süre kaldığı hapishâne yıllarında bile ilmi çalışmalardan kopmayışı, ne sebeple olursa olsun yolu cezâevine düşmüş insanımız için de, yap(a)madıklarına çeşitli mâzeretler üreten dışarıdakiler için de bir ibret levhasıdır. Evet, şartlar ne kadar olumsuz olursa olsun, insan isterse çok hayırlı çalışmalar yapabilir.
Serahsî’nin yazı malzemesi kâğıt-kalem ve mürekkebin zor bulunduğu, bir kelimeyi yazabilmek için kalemi/diviti birkaç kere mürekkep hokkasına batırmak durumunda kaldığı bir dönemde binlerce sayfalık, cilt cilt kaynak mesâbesinde eserler geride bırakmış olması son derece düşündürücüdür. Özellikle günümüzün gelişmiş imkânları içerisinde yaşayan bizler için Serahsî gibi âlimlerin bu duruşu son derece anlamlıdır.
Onun en meşhur eserleri şunlardır:
Bu kısa bilgilerden de anlaşılacağı üzere Serahsî, kendi çağında çok yönlü olarak yetişmiş donanımlı bir âlim, doğru bildiklerini tavizsiz bir şekilde açıklamaktan geri durmayan bir cesur yürek, zorlu şartlarda bile öğretme-yazma-eser verme ve benzeri ilmî çalışmalarını sürdürmekten geri durmayan azimli bir ilim adamıdır. Bugün ilim öğrenme-öğretme, hayırlı işler yapma konusunda ihmal ve tembelliğini örtbas etmek için çeşitli mazeretlerin ardına sığınan kimseler için güzel bir örnektir.
[1] Muhammed Hamidullah, “Serahsî”, DİA, 36/544-547; Osman Aydınlı, “İmam Serahsî’nin İçinde Yaşadığı Siyasî Ortam ve Hapis Hayatı”, Diyanet İlmî Dergi, c:49, sayi: 2/7-25.
[2] Buharî, Ebû Davûd, Tirmizî, İbn-i Mâce, Ahmed b. Hanbel.
[3] Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, II, 35.
[4] Ahmet Yaman, es-Siyeru’l-Kebîr, DİA, 37/327-329.
Ali AKPINAR
Yazar“Cennet vatan” diye nitelediğimiz Anadolu toprakları, bin yıl kadar önce İslâm ile tanışmıştır. Bu topraklarda önce Selçuklu, ardından Osmanlı unutulmaz izler bırakmışlardır. Bu bölgelerde yaşayan ins...
Yazar: Ali AKPINAR
Türk tasavvuf şiirinde esasen iki tane Sırrı Baba var… Daha doğrusu bendeniz sadece Üsküplü Sırrı Baba’dan haberdârdım, Ohrili bir öğrencime bu zâtın izini sürmesini ve şiirlerini tespit etmesini söyl...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Kuşkusuz ki camiye, cemaate, hacıya, hocaya, imama, müezzine hürmet etmek bir anlamda dine hürmet etmek demektir. O yüzdendir ki kalbinde iman kıvılcımı olan herkes dini sembollere karşı hassasiyet gö...
Yazar: Aydın BAŞAR
İnsan sınırsız duygu ve isteklerle donatılmış bir varlık. Doymak bilmeyen bir iştah ve hırsla malûl. Hangi duygusunu gözden geçirse “Daha yok mu?” sorusuyla karşılaşır. Daha yok mu? Daha yok mu?...
Yazar: Mahmut KAPLAN