Örnek Bir İmam Tanıdım
Kuşkusuz ki camiye, cemaate, hacıya, hocaya, imama, müezzine hürmet etmek bir anlamda dine hürmet etmek demektir. O yüzdendir ki kalbinde iman kıvılcımı olan herkes dini sembollere karşı hassasiyet gösterir. Kaldı ki dine dair ne varsa onları sahiplenmek ve onlara gereken değeri göstermek Müslümanın bir vasfıdır.
Faraza ezan okunurken televizyonu kapatmak gibi davranışların arka plânında bu hassasiyetin izleri bulunur. Veya namaza gitmese bile imam efendiye duyulan derin bir saygı veya ona verilen içtenlikli bir selam belki de o insanı imana bağlayan bir pamuk ipliğidir.
İstanbul Şehremini Mahallesi’ndeki Şeyh Raşid Camii’nin İmamı Osman Gülşen Hoca da bizim saygı gösterdiğimiz kıymetli imamlarımızdan birisi. 40 yıllık imamlık hayatı boyunca, imamlığı namaz kıldırmaktan ibaret saymayan bir anlayışla hareket ettiği için ayrıca bir saygıyı daha hak ediyor diye düşünüyorum. Kendisi çok aktif, çok hoş sohbet, iyiliksever bir insan. Şimdi sizlere ondan bahsetmek istiyorum. Böyle güzel insanlar ve onların tecrübeleri gizli kalmasın ki insanlar da onlardan ilham alsınlar.
Duygulu Bir Hatıra
1965’te Sinop Boyabat’ta doğan Osman Gülşen Hoca’nın dedesinin babası Trabzon tarafının sayılı âlimlerinden Âlim İsmail’dir. Babası ise Sinop Boyabat’ın meşhur hafızlarından Kadir Hafız’dır. Söylediğine göre rahmetli babası Kur’an kaybolsa yeniden yazabilecek kadar güçlü bir hafızmış.
Sıkıntılı bir dönemde hafız olduğu için hafızlığını dağlarda ve samanlıklarda gizli gizli tamamlamak zorunda kalmış. Çocuklarını birer Kur’ân sevdalısı olarak yetiştiren Kadir Hafız aynı zamanda köylülerin de güvenip sevdikleri ve her meselede danıştıkları bir kimseymiş. 1977’de vekil imamlar asalete geçirilince Kadir Hafız da imam olmuş.
Osman Gülşen Hoca da babasının yolundan giderek imamlığı tercih etmiş. İlk vazifesine 1982’de Boyabat’ın bir köyünde başlamış. Osman Hoca’nın babası ile ilgili o yıllardan kalma şöyle duygulu bir anısı var. Pazartesi günleri köylüler Boyabat’a pazara geldiği için merkez camisinde cemaat çok olur, bundan dolayı da her hafta vaazlar olurmuş.
Vaazın sesi de merkezi sistem ile bütün köylere verilirmiş. Bir pazartesi günü Osman Hoca daha önceden hazırladığı vaaz konusuyla İlçe Müftüsünün yanına gidip; “Eğer müsaadeniz olursa bugün merkez camiinde vaazı ben vermek istiyorum.” demiş.
Müftü Bey elindeki notları görünce; “Tabi memnuniyetle.” demiş. Bu Osman Hoca’nın merkez camisinde çok kalabalık bir cemaatin karşısında yapacağı ilk vaazmış. Boyabat’ın Beyazıt Camii kürsüsüne çıkma şerefine nail olacağı için çok heyecanlıymış.
Cüppeyi sarığı giymiş, ayakları titreyerek de olsa kürsüye çıkmış. İşin ilginç tarafı cemaatin içerisinde merhum babacığı da varmış. Rahmetli babası şehre on km mesafedeki Çarşak Köyü‘nde imammış… Onun vaaz edeceğini duyunca koşarak merkez camiine gelmiş, o görürse heyecanlanır diye düşünerek de üst katta arkada bir odada vaazı dinlemiş.
Allah’ın yardımı ile henüz toy bir genç olan Osman Hoca o gün çok güzel bir vaaz vermiş ki namazdan sonra her gelen boynuna sarılıp onu tebrik ediyormuş. Tanımayanlar da; “Hocam siz kimlerdensiniz?” diyerek tanışmaya çalışmışlar. O esnada bunlara şahit olan rahmetli babacığı; ‘O benim oğlumdur, imam benim oğlumdur.’ diyerek gözleri dolu dolu bir şekilde memnuniyetini ifade etmiş.
Osman Hoca bu anısını anlattıktan sonra; “Babama bu güzelliği yaşattığım için hâlen dahi Allah’a milyonlarca şükürler ediyorum” demişti.
Ramazanı Karşılama
Bir de Osman Hoca’nın rahmetli babaannesini anmadan geçemeyeceğim. Hele onun Ramazan’ı karşılaması ve uğurlaması var ki benim çok hoşuma gitmişti. Ramazan gelirken babaannesi akşam ezanına yakın köyün kenarına çıkar sanki bir misafiri karşılar gibi Ramazan ayını karşılar, sevinçle eve gelir; “On bir aylık yoldan geldin, müminlere rahmet oldun, Hoş geldin safa geldin ya Şehr-i Ramazan” der ve namaza dururmuş.
Onun Ramazan’ı karşılaması gibi bir de uğurlaması varmış. Ramazan’ın son iftarı eline bir tuz alır, gözyaşları ile köyün dışına kadar bir misafir uğurlar gibi gider, iftarını o tuzla yapar; “Seneye yine bekleriz inşallah, biz senden memnunuz sen de bizden memnun ol, gittiğin yerlere bizden selâm götür.” der ve eve dönermiş. Eskiden Ramazanları böyle güzel insanlar karşılar ve uğurlarmış. Demek ki insanlar Ramazan’ın geldiğinin daha fazla farkındaymış.
Osman Hoca’nın babaannesi nerede ise misafirsiz yemek yemezmiş. İkram etmeyi çok severmiş. Yukarı köylere insanlar o zaman araba olmadığı için yaya giderlerken, babaannesi yoldan onları çevirir, karınlarını doyurur öyle yollarına bırakırmış. Boyabat’ın Çukurhan Köyü’nden geçip de bu evin sofrasına uğramayan çok az insan varmış. Babaannesini tanıyanların onun hakkındaki ilk sözü o bölgenin tabiriyle “Kursağımda ekmeği vardır.” sözüymüş. Allah Osman Hoca’nın bütün atasına rahmet etsin.
Kötülüklerle Mücâdele
Osman Hoca Boyabat’ta imamlık yaptığı gençlik yıllarında biraz bitirim bir imammış. Hem lâtifeli hem de biraz otoritermiş. O yıllarda cemaatle birlikte karar almışlar; iki vakit kim camiye gelmezse akşam kaç cemaat varsa hep beraber onun evine gideceğiz diye… O da ceza olarak ikramlar yapacak; gelen misafirleri memnun edecek… Çok isabetli olmuş, cezayı gören ertesi akşam camiye gelmiş… “Kim gelmedi ceza keselim.” diyerek oda bu kervana katılıyormuş. Yarı şaka yarı ciddî derken, cami cemaati epeyce artmış.
O yıllarda köylerimizde bazı kötü adetler olurmuş. Mesela yaygın bir şekilde kumar oynanırmış. Belki sizler de duymuşsunuzdur eskiden köylerde nasıl kumar oynandığına dair anlatılanları. Bir yılın hasadını kumar masasında bırakıp da evine çulsuz dönenler olurmuş. Osman Hoca köye ilk atandığında, maalesef bu kötülüğün o köyde çok yaygın olduğuna şahit olmuş. Her evde bir top iskambil kâğıdı var, dört kişi bir araya gelince köy sofralarında al papazı ver kızı kâğıt oynuyorlar. Kim yenilirse bir horoz kesip ziyafet veriyor…
Onlar için bu sanki bir eğlence gibi kabul edildiği için bunda bir sakınca görmüyorlarmış. Bu oyunun kumar olduğunu ve kumarın da haram olduğunu kırmadan dökmeden onlara anlatmaya çalışmış. Mesela onlara; “Müslümansan papazın elinde ne işi var, Hıristiyan isen niçin papazı yere çarpıyorsun.” diyerek şaka yollu onları bu işten sakındırmaya çalışmış.
Kimileri; “Bir eğlencemiz bu var, bunu da elimizden alıyorsun.” gibi sitemler ediyorlarmış. Osman Hoca yarı tatlı yarı ciddî onları uyarmaktan vazgeçmemiş. Belki de üzerlerinde ciddî bir psikolojik baskı kurduğu söylenebilir. Köyün görmüş geçirmişlerini de yanına çekince biraz daha işi kolaylaşmış. Zaman zaman ciddî dirençlerle karşılaşmış ama hamdolsun bu işi yavaş yavaş evlerden kaldırmayı başarmışlar.
Osman Hoca o günlerden bahsederken; “Beni kapıda görünce iskambil oynayanlar ellerindeki kâğıtları fırlatıp, çil cücüğü gibi sağa sola dağılıyorlardı.” diyor ve ekliyor: “Bir imam olarak elbette ki kötülüklerle mücâdele etmek bizim birinci görevimiz olduğundan, bu işte gevşek davranmaya hakkımız yoktu. Dilimiz döndüğünce, gücümüz yettiğince kardeşlerimizi elbette ki uyarmalıydık. Etliye sütlüye karışmadan imamlık vazifesini yapmak kolaydır ama Rabbimize bunun hesabını vermek kolay değildir.”
Yine bir seferinde köyün zenginlerinden birisi üç gün üç gece bol içkili bir düğün yapmış. Düğün bitmiş gece yarısı üç kişi bir traktörle Osman Hoca’yı nikâhı kıyması için almaya gelmişler… Seslenip aşağı çağırırmışlar, inmiş… Hocam “böyle böyle” demişler. Onlara; “Aşçıyı ne zaman buldunuz, davulcuyu zurnacıyı ne zaman buldunuz.” demiş. “İki ay önce bulduk.” demişler. “Peki, nikâh olacak, nasıl olur, ne gerekir, iki adım şuraya gelip sormuyorsunuz, damat zilzurna sarhoş nikâh yapalım diyorsunuz.” demiş.
“Aman hocam!” falan deseler de Osman Hoca; “Yok kardeşim kusura bakmayın ben bu nikâhı kıyamam.” demiş. Bu sefer; “Hocam seni memnun ederiz.” gibi lâflar etmeye başlamışlar, güya akıllarınca her şeyi bu şekilde hâlledebileceklerini zannediyorlarmış. “Beni ancak Allah’ın emirlerini yerine getiren memnun edebilir.” demiş ve kestirip atmış.
Ertesi gün Hoca’nın nikâh kıymadığı duyulunca konu müftülüğe intikal etmiş. Müftü Bey sağ olsun onun arkasında durmuş ve onu tebrik etmiş; “Toplumdaki böyle yanlışları hep birlikte kararlılıkla çözelim.” demiş. Allah yanlışa yanlış diyen böyle imamlarımızın ve onları savunan böyle müftülerimizin sayısını arttırsın vesselâm.
Aydın BAŞAR
YazarBeş bin yıllık yolun, yağız ılgazıDemirden dağların, yarası AlptürkAltay ellerinden, muştuyla gelenDestansı çağların, narası AlptürkAtmaca bakışlı, kartal kanatlıSerhat boylarında, koşturan atlıTuttuğ...
Şair: Celalettin KURT
Allah’ın güzel kulları Yüce Allah’ın verdiği nimetleri kendilerine aitmiş gibi hissetmezler. Her şeyin Yüce Allah’ın mülkü olduğunu bilir, kendilerini de birer emânetçi olarak görürler. Bu bilinçle el...
Yazar: Aydın BAŞAR
Duâsı makbullerin duâsını isterimAllahü Teâlâ'nın rızâsını isterimÎman ile yaşayıp îman ile ölmeyiEn Cömert'ten Cennet-i Âlâ'sını isterimİhlās sahiplerinin renklerine boyanıpGece-gündüz onların safāsı...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Ne zaman ki bir toplumda ilmin değeri azalmış ve âlimlerin kıymeti idrâk edilememişse, o toplumda ahlâkî bozulma baş göstermiştir. Toplumlar en yüksek seviyelerine ilme önem verdikleri dönemlerde eriş...
Yazar: Aydın BAŞAR