Öğretmenler Sevgi Bahçesinde Gül Yetiştiren Bahçıvanlardır
Sevgi insanı olmak, sevgi medeniyetine ulaşmak, sevgiyle yaşamak… “Sevgi tüm varlığın yaratılış sebebidir. Kâinattaki her şeyi yaratan Allah insanı sevgiyle yaratmış, sevmiş ve sevilmeyi istemiştir.”
İnsan ekmekle doyar, emekle büyür ve sevgiyle yaşar. Sevgi toplumu olmak istiyorsak aile binasının harcını sevgi ve inançla karmalıyız. Harcı sevgi ve inançla karılan aileler, her iki dünyada da çözülmezler. Evlerimizi cennetten bir köşe yapan şey sevgidir. Sevgisizlik evlerimizi ve toplumu cehenneme dönüştürür.
Sevgiyle cennetten bir köşeye dönüşen evlerde yetişen çocuk kendisiyle ve toplumla barışık olur. Kendine ve başkalarına güvenir. Kendisine güvenilir, sevecen, mutlu, umutlu ve hoşgörülü bir insan olarak hayata atılır.
Ailede sevgiyi, ilgi doğurur. İlgi sevginin hem anasıdır hem de çocuğudur. İlgisiz sevgi, iktidarsız sevgidir. Sevgiyle bir arada tutulamayan aileler, baskı ve zorbalıkla tutulmak zorundadır. Aile bireylerine özgürlük sevgiyle verilir.
Varlık âlemi Allah’ın sevgisinin bir ifadesi olduğu gibi, çocuk da insan sevgisinin bir ürünüdür. Her çocuk cennet meyvesidir ve bu meyve sevgi ağacında biter. Annenin yerini hiçbir şeyin tutamadığı gibi sevginin yerini de hiçbir şey tutamaz. Sevgiyle büyütülen çocuk umut ve hayat dolu bir insan olur.
Sevgisiz bir ortamda yetişen çocuklar nefret, kin ve intikam hisleriyle doludur. “Benim şu kadar çocuğum var. Sizin gibi öpüp sevmedim.” diyen bedeviye Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in; “Allah senin kalbindeki merhameti söküp aldıysa ben ne yapabilirim ki.” demesi bizi düşündürmelidir.
Çocuklarımızı yetiştirirken nerede hata yaptığımızı sorgulayabiliyor muyuz? Sevgisiz eğitim, inançsız ve ahlâksızlık aşılayan televizyon kanalları ve gençliği zehirleyen dergi, gazete vb. ne ailelerin ilgisizliği de eklenince aile faciaları kaçınılmaz bir hale geliyor. Ailemize yeteri kadar zaman ayırabiliyor muyuz?
Çocuklarımızla kaliteli zaman geçirebiliyor muyuz? Çocuklarımıza karşı ilgisizliğimize mazeretler bulmayı bırakalım. Aile bireyleri sevgilerini birbirlerine yansıtsın. Toplum da sevgiyle yaşayan bir toplum hâline dönüşsün. Sevgi bahçesinde rengârenk, misk kokulu güller yetiştirmeye var mısınız?
Sevgisizliğin kol gezdiği, cinayetlerin gün geçtikçe arttığı günümüzde sevgi medeniyetine bir türlü ulaşamıyoruz. Kendi önümüze sayısız engeller koyuyoruz. Sevgi, saygı, şefkat, merhamet, dostluk, yardımlaşma vb. duygulara önem verilmez oldu. İnsanların düşünmemesi için her türlü boş ve anlamsız şeyler allanıp pullanarak, gözler cilalanarak çirkin güzel, kötü-iyi, zararlı-faydalı olarak gösterilmeye çalışılıyor. Biz de bunları sadece seyrediyoruz…
Bedenler en güzel şekilde besleniyor ama beyinler güzelliklerle donatılamıyor, sevgiyle doldurulamıyor. Kalıplar doyuruldu ama kalpler boşaltıldı. Özellikle eğitimde geleceğimiz olan yavrularımızın o minicik yüreklerine iman şuuru, ahlâk kuralları, ibâdet aşkı, sevgi ve saygı tohumları atılamıyor.
Böyle olunca da toplum cinnet hâlini yaşıyor. İnsanlar inançtan ve vicdandan mahrum bırakılınca öğretmenine bıçak çeken öğrenciler, anne ve babasına isyan eden gençler gün geçtikçe çoğalıyor. Son günlerde yaşanan toplu katliamlar bizleri derin derin düşündürmelidir.
Doğan her yeni çocuk, Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna duyduğu sevginin ve ondan henüz umudunu kesmediğinin bir delilidir. “Eğitim”, hayata ve topluma uyum sağlamanın ortak adıdır. Yeni doğan çocuğun beslenmeye alıştırılması, insan neslinin eğitimle tanıştığı ilk anlardır. Annenin güler yüzü, sevgi öpücükleri, konuşması, okşaması, sevgi göndermeleri bu eğitimin devam eden parçalarıdır.
Sevgi sadece insan varlığının değil, bütün yaratılmışların ortak hamurudur. Toprakta yeşeren bir bitki, açan bir çiçek, güneşin ısı ve ışık kaynağı oluşu hep bu sevginin bizlere yansımasıdır. O sevgi olmasa kâinat yaratılmaz; canlılar insanoğluna gıda taşımaz; kâinat insana teslim olmazdı.
Kâinatın belli bir düzen içerisinde işleyişi, Yaratan’dan-yaratılana, yaratılandan-Yaratan’a bir sevgi akışıdır. O sevgi olmasa yağmur yağmaz, toprak yeşermez, güneş ısıtmazdı. O sevgi olmasa sular akmaz, çarklar dönmez, kalpler atmazdı. Sevgi, yaratılışın özü, hamuru, mayasıdır. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıkların hepsi bu mayadan yaratılmıştır.
Aile, insan hayatında duygusal, kültürel ve sosyal anlamda ilk deneyimlerin gerçekleştiği ortamdır. Eğitim ve sosyalleşme aile ile başlar. Çocuk eğitiminin nasıl olacağı sorusu ise her toplum ve çağda farklı biçimlerde yorumlanarak, başka başka kültürleri, medeniyetleri ortaya çıkarmıştır. Genel olarak insanoğlunun dünyaya adımını atar atmaz karşılaştığı yuva, onun ister istemez ilkokuludur. Bunun için aile okuldur, anne öğretmendir biçiminde alışageldiğimiz sözler, çok da farkında olmadığımız bir gerçeğe işaret ediyor.
Bu gerçek, insanoğlunun tertemiz bir fıtratla doğduğu dünyada, ailesinin sadece genetik olarak değil, aynı zamanda duygusal, zihinsel ve ahlâkî anlamda da mirasçısı olduğudur. Aslında her aile, kişi için beşikten mezara kadar sürecek olan öğrenme ve hayatı anlamlandırma süreçlerinin ilk ve en etkin mekânıdır.
Hemen her anne-baba çocuğuna karşı beslediği sevgiyi, çeşitli biçimlerde ve kendi anlayışları çerçevesinde bir eğitime dönüştürmeye çalışır. Ancak sevgi anlayışları ve sevgiyi gösterme biçimleri aileden aileye değiştiği gibi, eğitimde disiplin uygulama metotları da farklılaşmaktadır. Bazı anne-babalar sevgi cimrisi olurken bazıları da çocukların kelebekleri ve civcivleri severken öldürdüğü gibi yavrularını severek öldürmektedir.
Eğitim anlayışlarında son dönemde görülen gelişmelerle birlikte, otoriter ve güç kullanmaya dayalı eğitim metotlarının yerini, çocuk merkezli ve çocuğun bütün isteklerini yerine getirmeye dayalı bir anlayış almaya başlamıştır. Bu yeni anlayışa göre aileler hayatlarını çocuklarının istekleri doğrultusunda düzenlemeye çalışmaktadırlar. Çocuklarımızın hayatına çizgi film ve oyun karakterleri olarak giren sihirli dünya; yavaş yavaş gerçek dünyanın yerini almaya başlamıştır.
Giyim kuşamdan gıdaya; eğlenceden eğitime kadar her anlamda bir tüketim patlamasının yaşandığı bu dönemde, çocuklarımız her geçen gün büyüklerinin dünyasına artan bir tür memnuniyetsizlikle bakmakta, kendisine sunulanlarla asla yetinmemekte ve hep daha fazlasını istemektedir.
Doğru ve yanlışın ayırt edilmesinde ise anne-babalar her geçen gün otoritelerini daha da kaybetmektedirler. Sağlıklı bir eğitim anlayışı ise, öncelikle çocuklarımıza koşulsuz sevgi, hoşgörü ve doğru bir disiplin anlayışıyla yaklaşmamıza ve onlar için etkili bir model olmamıza bağlıdır.
Çocuklarımızı öyle yetiştirelim ki hayatı sevgi gözlüğüyle okuyabilsinler. Pestallozzi; “Temelinde sevgi olan hiçbir eğitim başarısızlığa uğramaz” diyor. Bugün artık şiddet, haksız rekabet, müstehcenlik, cinsel teşhir, insanın nesneleştirilmesi, kin ve nefret içerikli yayınların artması gibi pek çok sorunla örülü dünyamızda çocuklarımıza verebileceğimiz eğitimin ilk adımı onlara bir sevgi gözlüğü armağan etmektir. Bu ise, ancak ilk önce kendi sevgi gözlüklerimizi takmakla mümkün olacaktır. Yani sevmeyi öğrenmekle başlayacağız.
Çocuklarımıza olumlu davranış kazandırmanın ilk ve en önemli şartı, onlara içtenlikli ve koşulsuz olarak sevgimizi sunmaktır. Daha ilk aylardan itibaren anne kucağının sıcaklığı ve kokusu ile sevildiğini anlayan insan yavrusu, hayata kendisine tutulan sevgi aynası ile bakmaya başlayacaktır.
Ali ÖZKANLI
YazarDeğerli eğitimciler ve sevgili anne-babalar. Geleceğimiz olan çocuklarımızın dünya ve âhiretini kurtarmak istiyorsak gelin elimizi taşın altına koyalım ve onları en güzel şekilde yetiştirelim.Güller u...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Öğretmenler, öğrencilerine karşı hoşgörülü ve güler yüzlü olmalı. Öğrencinin başarılı olabileceği ortamları hazırlamalı. Hatalar karşısında affedici olmalı. Hatalarını kendilerinin bulmalarına yardımc...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Batı kültürünün her şeyimizi savuran etkisi ve yaşamın bireyselleşmeye doğru hızla kaymasıyla birlikte, bizleri birbirimize bağlayan ve toplum yapan değerlerin önce örselendiğini, sonra aşındığını, en...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İnsan sınırsız duygu ve isteklerle donatılmış bir varlık. Doymak bilmeyen bir iştah ve hırsla malûl. Hangi duygusunu gözden geçirse “Daha yok mu?” sorusuyla karşılaşır. Daha yok mu? Daha yok mu?...
Yazar: Mahmut KAPLAN