Kuş Uykusunda Olması Gereken Ümmet Derin Kış Uykusunda
Yarım asrı geride bırakan bir insan olarak, kendimi bildim bileli Ortadoğu (İran, Irak, Lübnan, Yemen, Suriye, Kuveyt, Mısır, körfez ülkeleri ve Filistin) hep bir savaş hâlindedir. Bu güzel coğrafyada kan ve gözyaşı hiç dinmedi. Savaşların biri bitmeden öbürü başladı.
Başta ABD, İngiltere ve sair Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün emperyalistler ve kapitalistler, peygamberlerin tevhid ve tebliğ mücâdelesi verdiği bu kutsal ve bereketli topraklarda taş taş üstüne koydurmamaya adeta ant içmişlerdir. Onlar direkt işin içinde görünmese de İsrail maşasını kullanarak dikkatleri üzerlerinden uzaklaştırmaktadırlar.
Filistin üç büyük semavî dinin (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) kutsal saydığı mübarek ve muazzez bir beldedir. Tanrı tarafından seçilmiş olması dolayısıyla Kudüs, Yahudiliğin en yüce değerlerinin hayallerinin simgesidir. Kudüs, geçmişten günümüze kadar, Hıristiyanlar için en önemli bir hac merkezidir.
Kudüs Hz. Peygamber (s.a.v.)’in İsrâ hadisesi ve kıble olarak yönelmesiyle Müslüman âleminde büyük önem kazanır. Hz. Âdem'den Hz. Muhammed (s.a.v.)' e kadar nice azim ve necip peygamberler gelip geçmiştir bu mübarek topraklardan. Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriya, Hz. İsa ve Hz. Muhammed (s.a.v.) Kudüs’te izler bırakmıştır.
Onlar ki enfes rayihaları sinmiş bu topraklara. Her üç dinde de büyük önem atfedilen Kudüs için yüzyıllardır büyük savaşlar yapılmış, bu uğurda kanlar akıtılmıştır. Yüce Rabb’imiz Allahu Teâlâ yaşadığımız bu dünya üzerinde iki yeri kutsal saymıştır. Bunlardan biri ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Kudüs, diğeri de son kıblemiz Kâbe'dir.
Rabb’imizin kıymet atfettiği bir yere biz kulları da aynı önemi atfetmek mecburiyetindeyiz. Onun içindir ki Kudüs bizim için herhangi bir yer değildir, her yönüyle biriciktir. Kudüs'ün ağrısı tutsa bizler İstanbul'da, Trabzon'da ve Van'da onun sancısını duyarız. Kudüs'ün ağladığı ve inlediği bir zamanda ve mekânda bizlere gülmek yakışmaz.
Kudüs üç büyük din mensuplarınca "dostluk şehri" olarak adlandırılmaktaydı. Bu dostluk, sevgi ve hoşgörü bugün ne yazık ki yerini kin ve nefrete bırakmıştır. Bugün kadim bir medeniyetler merkezi olan Kudüs'te görünürde bir dinginlik (sükûnet) dikkat çekse de Kudüs her dönemde patlamaya hazır bir bomba gibidir. İstim üzerindedir. Üstelik ne zaman patlayacağı da belli değildir. Onun içindir ki her an teyakkuzda olma mecburiyeti vardır.
Davut Peygamber’in fethettiği, Süleyman Peygamber’in Mescid-i Aksa'sını şekillendirdiği, Hazreti İsa’nın göğe, Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in Miraç’a yükseldiği yerdir Kudüs-i Şerif. O ki Hz. Ömer'in fethine ve Selâhaddin Eyyûbî'nin şecaatine mazhar olmuştur. O ki hep asûde yaşamıştır dostlarıyla. Ta ki katil İsrail devleti kurulana kadar.
Cennet Olan Gazze'yi Cehenneme Döndüren İsrailoğullarının Yaramaz Çocukları
Bugün Kudüs'ün 78 km güneybatısındaki Gazze'de neredeyse bir seneden beri bir cehennem hayatı yaşanıyor. 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan Aksa Tufan'ı neredeyse bir senedir aynı şiddette devam ediyor. Her gün göklerden ölüm yağıyor Gazze sokaklarına.
İsrailoğullar iflâh olmaz bir kavimdir. Kur’ân’da en çok konu edilen toplum İsrailoğulları olmuştur. En önemli özellikleri, sözlerinde durmamış olmalarıdır. Yani güvenilmezdirler. Onlar hep savunageldikleri "On Emir"e de hiçbir zaman uymamışlardır.
İsrailoğulları Hz. Yakup'un soyundan gelmektedir. İsrailoğulları, Hz. Yakup'un oğlu olan Hz. İshak'ın 12 oğlundan meydana gelen kavme verilen isimdir. İnsanlık tarihine baktığımızda İsrailoğulları'na pek çok peygamber gönderildiğini görüyoruz. Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriya, Hz. Musa ve Hz. Davud bunlardan bazılarıdır.
Yahudilikle İslâm arasındaki etkileşim çok öncelere dayanır. Peygamber Efendimiz, İsrailoğulları'yla değişik zamanlarda ve zeminlerde çok mücadele etmiştir. Uhud, Bedir ve Hendek Savaşlarında Rasûlullah Efendimiz’i arkadan vurma küstahlığını göstermişlerdir. Bugünkü İsrail halkı da onların torunlarından başkası değildir. "Katranı kaynatsan olmaz ki şeker, cinsini sevdiğim cinsine çeker." atasözü sanki bunlar için söylenmiştir.
Gözü Dönmüş İsrail Lobisi Dünyayı Kan Gölüne Döndürmeye Devam Ediyor
Günümüzde de, dünümüzde de İsrail (daha doğrusu siyonist) lobisi ABD devlet yönetiminin şekillenmesinde hep belirleyici olmuştur. ABD dış politikasının oluşumunda asıl şekillendirici unsur, devletin kılcal damarlarına kadar sirayet eden İsrail lobisidir.
Lobiciliğin en yaygın ve en etkili olduğu ülkelerin başında gelen ABD siyasetçileri hiçbir zaman Yahudi lobisinin karşısında dik duramamıştır. Kanlı katil olduğunu her eyleminde ispatlayan İsrail, ABD siyasetçilerini her zaman yakın markaja alarak yönlendirmiştir.
Onun içindir ki ABD de İsrail lobisi hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi partilerden geniş bir destek görmektedir. Birçok Amerikalı politikacı İsrail’e verilen desteği savunmakta ve İsrail lobisinin çıkarlarını desteklemektedir. Neticede Amerikalılar olaylara İsrail yanlısı gözlük haricinde başka bir gözlükle bakmayı akıllarından bile geçirmemektedir.
Emperyalist ABD'nin İsrail lobisinin etkisinden kaynaklanan bu yanlı tutumu dün neyse bugün de otur. Bu konuda bir milim geri durmaları söz konusu değildir. Amerikan Ulusal Güvenliği için Yahudi Enstitüsü'nün (JINSA'nın) etkisi büyüktür. JINSA kurulduğu 1976 yılından bu yana etkin şekilde faaliyet göstermektedir.
Buna örnek olarak geçmişte yaşanan şu hadiseyi verebiliriz: Hamas’ın, bir Yahudi bayramı arifesinde ve 1973 Yom Kippur Savaşı’nın 50. yıldönümünün bir gün sonrasında 7 Ekim’de İsrail’e gerçekleştirdiği saldırıları “barbarca” olarak niteleyen JINSA, İsrail’in Gazze’ye geniş çaplı bir kara harekâtı düzenlemesini ise sivil vatandaşların meşru savunması şeklinde lanse etmiştir.
Bugün gelinen noktada "İsrail demek ABD demektir." Bunu "ABD demek, İsrail demektir." şeklinde de okuyabiliriz. Çünkü dünyayı kan gölüne çeviren sömürgeci ABD, Gazze'de akan her damla kandan mesuldür. Bill Clinton gider, George W. Bush gelir; George W. Bush gider, Barack Obama gelir. Trump gider, Biden gelir; Biden gider Trump gelir. Fakat ABD'nin İsrail eksenli dış politikası ve Filistin'e bakış açısı hiçbir zaman değişmez.
Takdir edersiniz ki bu dünya hayatı ebedî değil. Gün gelecek herkes yaptığının karşılığını eksiksiz olarak görecektir. İlâhî adalet terazisi asla şaşmayacaktır. Gazze'de acıların en dayanılmazına sabreden mazlum Filistinli kardeşlerimiz bunun mükâfatlarını kat be kat alacaklardır. O zaman hiçbir sermayesi kalmayan zalimler kaçacak delik arayacaktır.
Bu dünyada kaybetmiş gözüyle baktıklarımız (kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle mazlum Filistin halkı); hakîkatte, canları da dâhil olmak üzere, çok büyük bedeller ödeyerek rıza-i ilâhîyi kazanıyorlar. Sonsuz bir hayat olan âhirette bu dünya nimetleriyle asla kıyaslanamayacak bir manevî sofra hazırlıyorlar kendilerine. İmanlısı da imansızı da dâhil olmak üzere, herkes imtihan oluyor bu dünya mektebinde.
Uzun sandığımız bu imtihan hayatı haddizatında ebedî hayat düşünüldüğünde, onunla kıyas edildiğinde hiç de uzun değildir. Hem geri dönüşü olmayan bu ağır imtihandan kalanların ikmal imtihanlarına girme ve sınıf tekrarıyla kayıplarını telâfi etme gibi bir imkânları da yoktur. "...Kıyamet gününün can yakıcı azabına uğrayacak zalimlerin vay haline!" Vah o zalimlerin hâline!
Gazze'de Çocuk Olmak Çabuk Büyümek ve Hayatı Hızlandırarak Yaşamak Demektir.
Gazze'de çocuk olmak, anne ve baba şefkatinin çok uzağında, belki köhne bir barakada, belki de yıkılan bir evin molozları altında bomba ve silâh sesleriyle, ne getirip ne götüreceği belli olmayan müphem yeni bir güne uyanmak demektir. Batılı ve ABD'li çocuklar kuştüyü yataklarında anne ve babalarının şefkat öpücükleriyle uyandırılırken onlar kulakları sağır eden misket bombalarıyla meçhul sabahlara uyanmak mecburiyetinde kalmaktadır.
Gazze'de çocuk olmak, sıcak evlerinde yaşarken tavan ve kolonların bir gün başlarına çökebileceğini bilerek endişe içinde yaşamaktır. Annenin mütebessim çehresinden ve sımsıcak ellerinden mahrum nefes almak demektir. Nefes almak diyorum; çünkü onlar yaşadıklarının farkında bile değiller. Onların hayatıyla ölümü arasında ince bir çizgi vardır.
Gazze'de çocuk olmak, bir ömür boyu sahipsiz kalmak, belâlara dûçar olmak demektir. Azrailliğe soyunan vahşi İsrail'in Gazze’de yaptığı soykırımda binlerce çocuğun öldürülmesi, yetim bırakılması, yuvalarının başlarına yıkılması, dayanılmaz bir açlığa ve susuzluğa maruz bırakılması, (ne hazindir ki) tedaviye ulaşmasının bile engellemesi bunun en acı örneğidir.
Gazze'de çocuk olmak, UNİCEF veya ona benzer bir yığın sözde insan hakları derneklerinin bildirgelerinin edebiyatı altında tarihin gelmiş geçmiş en acımasız ve vahşi katliamında hedef olmak demektir. Üç maymunu (görmedim, duymadım, söylemedim) oynayan sömürgecilerin sahte merhamet kisvelerine maruz kalmaktır en çok da.
Gazze'de çocuk olmak, açlığa ve susuzluğa göğüs germek demektir. Dünyanın geçici nimetlerini elinin tersiyle itmektir. Fânî olana değil sonsuza (bâkî olana) talip olmaktır. Nihayetinde sabırla ve cesaretle, mutlak olan Hakk'a ve hakikate teslim olmak demektir.
Gazze'de çocuk olmak; hastalıkları, dertleri ve acıları kanıksamak; acılarla terbiye edilmek demektir. Ölüm yağdıran bombaların etkisiyle kolları ve bacakları koptuğu hâlde bunun farkına bile varamamak, kan gölünde yüzmek, ölümlerden ölüm beğenmek demektir. Nihayetinde bir sayıdan ibaret olmak, öldüğünde de numaratörden bir eksilmek demektir.
Gazze'de çocuk olmak, canını hiçe sayarak o körpe hâliyle bile zulme karşı direnmektir. Ölümden asla korkmamak, hatta ölümsüzlüğe varmak için ölüme sığınmaktır. O/nursuzca yaşanılacak bir hayatı elinin tersiyle itip şahadete koşmaktır. Dünyanın pisliğinden çok uzakta, canını bedel sayarak ebedî olan cennet hayatına talip olmak demektir.
İnsanlıktan Nasipsiz İsrailliler Dün Olduğu Gibi Bugün de Rahat Durmamaktadır.
Gazze'de 7 Ekim'den bu yana tarifi imkânsız bir zulüm sürüp gidiyor. Bugüne kadar şehadet mertebesine ulaşarak vatanlaşanların sayısı, dile kolay 41 bini geçmiş bulunmaktadır. Vefat edenlerin 16 bin 500'ünün çocuk, 11 bininin kadın olması insanlık adına utanç vericidir. Bunun yanında on binlerce masum çocuk, şehit annesi olmaktan başka hiçbir suçları (!) olmayan kadın ve ihtiyar çeşitli uzuvlarını kaybederek sakat (muhtaç) konumuna düşmüştür.
İsrailliler dün olduğu gibi bugün de rahat durmamaktadır. Yarın da rahat durmayacaklarını bugünkü davranışlarından anlamak mümkündür. İsrail, ABD'nin ve başta İngiltere olmak üzere Avrupa'nın şımarık çocuğudur. Her defasında aymaz bir çocuk gibi mızmızlanmaktadır. Abileri onu terbiye edecek yerde daha da şımartmaktadırlar.
Bugün her saat bir çocuğun veya kadının hayatını kaybettiği, onlarcasının yaralandığı bir şehir olan Gazze, bütün insanî değerlerin derdest edildiği kapkaranlık bir belde konumundadır. Bugün bu zulüm coğrafyasında yaşananlar tarihe bir kara leke olarak geçmiştir. Filistin'de iyiler de kötüler de topyekûn imtihandan geçiyor.
Ortadoğu'yu cehenneme döndürmeye kararlı olan Siyonist Yahudiler bugün Gazzelilerin şahsında bütün Müslümanlara duydukları kin ve nefreti ağız dolusu kusmaktadırlar. Onlar tarih boyunca Müslümanlardan haz almadılar. Müslümanlara düşman kesildiler. Her fırsatta Müslümanların açıklarından yararlanma kurnazlığı içinde oldular.
İşgal altındaki Kudüs ve Gazze dinmeyen acıların vatanı... Katliam, kan ve kin birbirine karışmış. Acıları ve gözyaşları bir kez olsun dinmiyor bu İslâm diyarının.
Müslümanlar birlikten çok uzak, adeta çil yavrusu gibi dağılmış dört bir yana. Siyonist’in hain planı işlerken kuş uykusunda olması gereken ümmet maalesef mışıl mışıl kış uykusunda... Eskiden şeklen kınayanlar, artık ona da cesaret edecek durumda değil.
Bugün Gazze'de yaşanan vahşeti ekranlardan bile seyretmeye dayanamıyoruz. Boykottan başka yapacak bir şeyimiz de yok. Fakat onu da adam gibi yapacak azmimiz ve kararlılığımız yok. Demem o ki Müslümanları kıskaca alan ve onlara acıların en büyüğünü yaşatan İsrailli Siyonistler Allah'ı kıyamete zorluyorlar. Görünen o ki insanlığın kıyameti Gazze'den kopacaktır. Fiili kıyamet kopmasa da vicdanlarda kıyamet çoktan kopmuş bile.
M.Nihat MALKOÇ
YazarAllahu Teâlâ, mü’minlerin günahlarını bağışlayan, ayıplarını örten, ğafuru’r-rahîm, settâru’l-uyûbdur. Her gün yatsı namazından sonra okuduğumuz “Âmenerrasûlu” olarak bilinen Bakara Sûresi...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Bir zamanlar Sovyet zulmü altında ezilen, değerlerinden ve değerlilerinden koparılan Türkmenistan, bağımsızlıkla birlikte Devlet Başkanı Saparmurat Niyazov (Türkmenbaşı) liderliğinde özüne dönme...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Bir gece Göynük‘te kaldıktan sonra, Akşemseddin Hazretleri’ni son bir kere daha ziyaret edip, son güllü dondurmalarımızı da yedikten sonra Göynük’ten ayrıldık. Her zamanki gibi nereye g...
Yazar: Aydın BAŞAR
Yüce Yaratıcı insanlığa “Âdemoğulları!” diye seslendiği gibi, size de “İsrâîloğulları!” diye seslenmişti. İnsanlığa “Âdemoğulları!” diye seslenirken, “Ey insanlık siz Âdem Peygamber’in evlâtlarısınız,...
Yazar: Ali AKPINAR