Simkeş-Zâde Hasan Feyzî
17.yüzyılda, Anadolu’da, dildeki başarısı ve gönlünün zenginliği ile dikkat çeken birçok mâneviyât erinden bahsetmek mümkündür.[1] Onlardan biri, üstâdı Abdülehad Nûrî-i Sivâsî (öl. 1061/1651) ve onun yol göstericisi Abdülmecîd-i Sivâsî (öl. 1049/1639) kanalıyla Şemseddîn-i Sivâsî’nin (öl. 1006/1597) izini takip eden Hasan Feyzî Efendi’dir.[2]
Bu çalışmada, zâhirî ilimlere vukûfiyetinin yanı sıra gönlünü Hakk’ın tecelligâhı hâline dönüştüren bu örnek şahsiyet, Dîvân’ında ilâhî aşka olan daveti vesîlesiyle daha yakından tanıtılacaktır.
Hasan Feyzî Efendi: Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Şahsiyeti
Asıl adı Hasan olan bu zâtın babası, Simkeş Mehmed Ağa olarak tanınan Mehmed Efendi’dir.[3] Gümüşten yapılan ince tellerle işlenen eşyaya sırma çekme işlemini yapanlara Simkeş denilmektedir.[4] Hasan Efendi’nin babası Mehmed Ağa da Bâyezîd semtinde Simkeşlik mesleğini kısa sürede öğrenmiş, Simkeşbaş olarak uzun bir süre bu mesleği icra emiştir. Hasan Efendi, babasının künyesi haline gelen mesleğine nispetle Simkeş-zâde olarak tanınmıştır.[5]
Şeyhülislâm Yahya Efendi tarafından kendisine “Sîmî” mahlası verilen daha sonra üstâdı Abdülehad Nûrî Efendi tarafından “Feyzî” şeklinde mahlası değiştirilen ve bu mahlası vefâtına kadar kullanan Hasan Efendi,[6] ilk eğitim ve öğretimini İstanbul’da tamamlar.[7]
Çok küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başlayan Hasan Efendi,[8] Abdülehad Nûrî Efendi’ye 18 yaşında intisap ederek maddî ve mânevî anlamda üstadından istifade eder.[9] Abdülehad Nûrî Efendi ile birlikte Fâzıl Molla Çelebi (öl. 1088/1677), dersiâm Salih Efendi (öl. 1130/1718) ve Bıçakçı Mehmed Efendi (öl. 1109/1697) gibi isimlerden de dersler alan Hasan Efendi, Bülbülcü-zâde Abdülkerîm Efendi’nin (öl. 1107/1695) yerine bir müddet hücre-nişîn olarak görev de yapar.[10]
Hasan Efendi, gayretleriyle, Kudsî-zâde’den Halvetiyye, Bosnevî Şeyh Osman’dan (öl. ?) Nakşbendiyye ve Mevlevî Ahmed Dede’den (öl. ?) Mevlevîyye icâzeti de alır.[11] Hasan Efendi, Topkapı dışındaki Takyeci İbrahim Çavuş Cami Cuma şeyhliği, Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Cami Pazar vâizliği ve Edirnekapı dışındaki Emir Buhârî tekkesi şeyhliği gibi görevler îfâ eder.[12]
Hasan Efendi, Vekâyiü’l-fudalâ müellifi Şeyhî Mehmed Efendi’nin (öl. 1145/1732) babasıdır. Şeyhî Mehmed Efendi, babasının vefatından sonra Emîr Buhârî Tekkesi’nde 32 yıl görev yapmıştır.[13]
Hasan Efendi, 1102/1690’da İstanbul’da vefât eder ve Emîr Buhârî Tekkesi civarına defnedilir.[14] Hasan Efendi, Gamze vü Dil, Mi’râc-nâme, Cevâb-nâme, Dîvân ve Beydâvî tefsirindeki Bakara Sûresi’ne yazdığı zeyl olmak üzere toplam beş eser kaleme almıştır.[15]
Hasan Feyzî Efendi’nin Dîvân’ında İlâhî Aşka Dâveti
Hacimli bir Dîvân kaleme alan Hasan Efendi’nin bu çalışmasının bir “Aşk Dîvân”ı olarak tavsîf etmek abartı olmayacaktır. Hasan Efendi Dîvân’ın her safhasında, gönlü mâsivâdan temizlemek, Hakk’ın tecellîlerini tecrübe etmek ve vâsıl-ı ilallâh olmak için ilâhî aşka yâr olma konusunu işler.
Dîvân’ın ilk cümlesinde “Gel ey hâme özün nâle-zem-i subh-dem it/ Safha-i kevne döküp eşküni müşgin-rakam it”[16] diyerek çalışmasının aşk ile mânevî seyre davet çalışması olacağını belirten müellif, Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’ye başlarken bahsettiği neyin feryadına[17] benzer bir başlangıçla eserine başlayarak aşk çağlayanı Hz. Mevlânâ’nın izini sürdüğünü de gözler önüne serer.
Bu beyitte Hasan Efendi, tıpkı Hz. Mevlânâ gibi, kaleme seslenip özüne bakarak Hakk’tan ayrılmanın onu düşürdüğü gurbet dolayısıyla sabahlara kadar ilâhî aşkı arayan bir hakîkat arayıcısı olmasını ona tavsiye eder. Bu arayış sürecinde gönlü dertli olan kimseye aşkın rehberliğine başvurmasını da tavsiye eden Hasan Efendi, “Gel ey âşık-ı mestâne niyâz it durma/ Kaddüni çengleyin bezm-i firâkında ham it”[18] mısraında ise Hakk’ın aşkı ile kendinden geçen hakîkat arayıcısına bu defa Hakk karşısında yokluğunu hissedip O’ndan ayrılık yurdunda olmasından dolayı aşka sarılarak varlığın sırrını çözmesi şeklinde yol gösterir.
Hasan Efendi, istiğnâ evine Hakk’ın aşkı ile girmenin mümkün olacağını, Hakk’ın aşkının gam ile ulaşılacak bir menzil olduğunu ve Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında her türlü varlık bağından kurtulması gibi hakîkat arayıcısının da aşk ateşi ile varlığını tamamen yakıp Hakk’a yakınlık elde edebileceğini söyler.[19]
İlâhî aşkın kişinin mânevî yolculuğundaki dönüştürücü etkisi üzerinde de duran Hasan Efendi, “Işk kim âdemi her lahzada giryân eyler/ Kalbine şu’le salup cismini lerzân eyler” mısraında aşkın insanı sürekli ağlayan, kalbine ilâhî tecellîlerin doğmasına sebep olan ve bedenini titretip onu kendinden geçiren boyutuna dikkat çeker.
Feyzî Efendi, aynı şiirin devamında aşkın insana irfanî bir bilinç kazandıracağı, beden ve gönlünü kirlerden arındırıp buraları tertemiz bir hâle getireceğini şöyle ifade eder: “Her kime etse eser Pertev-i ışk ey ârif/ Gûyiyâ cân u dilin şem-i fürûzân eyler.” İlâhî aşkın vuslata erdirmede en etkili faktör olduğunu ve âşıkların ilâhî aşk dolayısıyla feryat etmekten geri duramayacaklarını ise şu şekilde dillendirir: “Işkdur hâsılı sultân-ı serîr-i dil ü cân/ Eser eylerse kimün cânına nâlân eyler.”[20]
Lâyıkıyla kul olabilmek için Hakk’a dua eden Hasan Efendi’nin, varlık iddiasından sıyrılmanın aşk ile mümkün olacağını vurguladığı bir şiirinde dünyaya değer vermemenin önemine, istiğnâ yurdunun aşk ile varılabilecek bir menzil oluşuna, bir lokma ekmek ve bir kat elbise ile bir köşede kalma pahasına âşıklara yâr olarak aşkı tatma isteğine şahit olunur:
Verelüm ışkun ile varımızı yağmaya/ İltifât eylemeyüp zerre kadar dünyaya
Kuralum bâr-gehî menzil-i istiğnâya/ Ser-fürû itmeyelüm devlet içün Dârâ’ya
Tende bir köhne kaba elde biraz nân olsun/ Âşık-ı bî-ser ü pâ başına sultan olsun.[21]
Aşka düşen kimsenin dünyaya değer vermeyeceğini, ev, çoluk-çocuk, aile ve bedenden (nefisten) vazgeçip zarar ziyan nedir bunu bilemeyecek hâle geleceğini ve Hakk’a vuslat yolunda sâdık olan bu âşığın Hakk ile her şeyinin mutluluğa dönüşeceğini Şemseddîn-i Sivâsî’nin Abdülmecîd-i Şirvânî (öl. 972/1564) ile karşılaştığında söylediği bir beyitle destekleyerek şöyle dillendirir:
Uşşâk-ı dil-figâr yanında cihân nedür?/ Sûzân-ı ışka baş u ten u hanmân nedür?
Bilmez düşen bu vâdiye sûd u ziyân nedir?/ Râh-ı telebde sâdıka efkâr-ı cân nedür?
Canlar fedâ muhabbet-i cânâne ser degül/ Erbâb-ı ışka terk-i ser itmek hüner degül[22]
Şemseddîn-i Sivâsî’nin vurguladığı noktayı, ona it olan, son beyitteki alıntı ile dile getiren Hasan Efendi, Hakk’a vâsıl olmak isteyen bir kimseye aşk ateşine yakın olmanın gerekliliğinden de bahseder: “Şevk ile ol şem-i hüsnün olmışam pervânesi/ Âteş-i ışka yakîn olmak münâsibdür bana.”[23] Müellif, aşka ulaşamayan, zâhidlik boyutunda kalıp âşıkları dışarıdan çile çeken kimseler olarak görenlere bazı eleştirilerde de bulunur:
Işka düş zâhid bu denlü gam nedür?/ Zahm-ı câne sen de göre merhem nedür?
On sekiz bin âlemi seyr eyledün/ Bilmedün hayfâ dahî âlem nedür?
Görmedün ömrün irişdi âhire/ Cur’a-i peymâne-i Edhem nedür?
Kendünü âdem sanursın sen velî/ Bî-habersin sorsalar âdem nedür?
Âlem-i kibr okumışlar nâmını/ Feyziyâ ben kendümi bilmem nedür?[24]
Zühd boyutunda kalmayı eleştiren Hasan Efendi’nin bu şiirinde bir yandan da aşkın on sekiz bin âlemi seyre daldıran, mânâ âlemlerini tecrübe ettiren, kibir gibi kişinin kurtulması gereken çirkinliklerden kişiyi kurtaran ve sâliki kendinden geçirerek hakîkî bilgiye onu ulaştıran yönlerine de dikkat çektiği görülmektedir.
Sonuç
Kendini aşk vadisinde yolu Mecnûn’a çıkan bir âşık olarak tanımlayan Hasan Efendi’nin,[25] ilâhî aşka davetini buradaki tespitlerle sınırlandırmak mümkün değildir. Burada dile getirildiği kadarıyla Hasan Efendi aşkı, gönlü mâsivâdan temizlemek, Hakk’ın tecellîlerini tecrübe etmek ve vâsıl-ı ilallâh olmak için yâr olarak görmektedir.
Mânevî seyrin aşk ile anlam kazanacağını belirten Hasan Efendi’nin aşkı kılavuz edinenlerin ellerinde olmadan feryat edeceklerini, istiğna yurduna aşk ile ulaşacaklarını, Hakk’ın tecellîleri karşısında acizliklerini görüp, müptela olacakları dertlerini, dertlerine derman göreceklerini ve irfânî bilince ancak aşk ile ulaşabileceklerini zikrettiği görülmektedir.
Yine o, sâlikin varlık iddiasından aşkın tesiri ile sıyrılabileceğini, dünya ve içindekilere aşk sayesinde değer vermeyeceğini ve irfânî bilincin de ancak aşk ile kişiye bahşedileceğini dile getirir. Hasan Efendi bu tespitleri ve zâhidlere yönelik eleştiri ile aslında aşkın değiştirici ve dönüştürücü etkisini vurgulamak ister. Onun aşka dair anlatılarındaki asıl amacı olan bu noktaya dair şu şiiri ile çalışma sonlandırmak isabetli olacaktır:
Işkıle feth olup hizâne-i dil/ Görinüp dürr-i dermiyâne-i dil
Nâr-ı ışkun dilerse cây-ı karâr/ Dostum işte âşiyâne-i dil
Genc-i vaslına mahrem olmadığı çün/ Oldı virâne Feyzî hâne-i dil.[26]
[1] Necdet Yılmaz, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (İstanbul Osav Yayınları, 2001), 53-425.
[2] Ali Osman Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı (Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 1990), 8-10.
[3] Şeyhî Mehmed, Vekâyiu’l-fudalâ (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Hamidiyye, 940), 25a-25b.
[4] Komisyon, “Simkeşhâne”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul TDV Yayınları, 2009), 37/211.
[5] Mehmet Tâhir, Osmanlı Müellifleri, haz. Fikri Yavuz-İsmail Özen (İstanbul: Meral Yayınevi, 1333), 1/95; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (3/497-498.
[6] Mustafa İsen, Divan Edebiyatında Mahlasdaş Şairler (Ankara: MEB Yayınları, 1989), 82. Bir araştırmada hatalı olarak bu mahlasları Hasan Efendi’nin oğlu Şeyhî Mehmed Efendi’nin kullandığı ifade edilmiştir. Menderes Coşkun, "Son Klasik Dönem-Nesir", Türk Dünyası Edebiyat Tarihi
(Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 2004), 5/559.
[7] Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî (Ankara: Milli Kütüphane, İbn Sina, Yz. B. 611), 2/1761.
[8] Hasan Efendi, 1036/1626’da İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Safâyî, Tezkiretü’ş-şuarâ (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Esad, 2549), 2/310.
[9] Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1308), 3/202.
[10] Tuman, Tuhfe-i Nâilî, 1/747.
[11] Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 10; a. mlf., “Simkeşzade Feyzi” (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2009), 37/213-214.
[12] Komisyon, Meydan Larousse (İstanbul: Meydan Gazetecilik ve Neşriyat, 1973), 8/542.
[13] Hüseyin Ayvansarâyî, Vefâyât-ı Meşâyîh (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, 2464), 77.
[14] Nâilî, Tuhfe-i Nâilî, 2/1761.
[15] Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 14-50; Ahmet Atilla Şentürk-Ahmet Kartal, Eski Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2008), 416-423.
[16] Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 106.
[17] Yalçın Çetinkaya, “Mevlevî Düşüncesinde Ney ve İnsân-ı Kâmil Sembolizmi”, Rast Müzikoloji Dergisi 7/1, (2019), 1979-1992.
[18] Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 108.
[19] Hasan Efendi, bu düşüncelerini şu beyitlerde dile getirir:
“Işk-ı cânân ile gir hâne-i istiğnâya/ Câm-ı dest-i felek-i pür-ğâmile nûş-i sem it
Âteş-i ışkıla yak külli vücûdun gitsün/ İbn-i Âzer gibi var sahn-ı selâmetde dem it.” Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 108.
[20] Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 213.
[21] Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 250.
[22] Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 261.
[23] Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 306.
[24] Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 362-363.
[25] Hasan Efendi bu tanımını şu şiirinde dile getirir: “Vâdi-i ışkda Mecnûn’a çıkar silsilemiz/ Söylesek zirve-i gerdûna çıkar silsilemiz.” Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 371.
[26] Coşkun, Simkeş-zâde Feyzî Divanı, 426.
Fatih ÇINAR
YazarKaradenizli Olan Ve Karadeniz’de Faaliyet Yürüten Şemsiyye (Sivâsiyye) Meşâyihi Anadolu’da etkin olan önemli tarîkatlardan biri Halvetiyye’dir.[1] Dört ana şubesi ve birçok alt kolu ile Halvetiyye Tar...
Yazar: Fatih ÇINAR
Kınayanın kınamasından çekinmeden ve ihlâs merkezli salih amelle hayatı anlamlı kılma gayreti şeklinde özetlenebilecek melâmet yolu tarihî seyr içerisinde üç devirden oluşmaktadır.[2] Hamdûn Kassâr’ın...
Yazar: Fatih ÇINAR
Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin Üstâdlarından: Nûreddîn-zâde Muslihuddîn Mustafa Efendi ve Gönül Dünyasından YansımalarNûreddîn-zâde, Belgradlı Münîrî (ö. 927/1521) tarafından “Zamanımızın Hasan-ı Basrîsi”,[1]...
Yazar: Fatih ÇINAR
Gazze’de olup bitenler Gazze ile İsrail’in bir savaşı değil. Eğer öyle olsaydı, İsrail çoktan havlu atmış olacaktı. Bugün dünya Gazze ile savaşıyor. Siyonist İsrail’in arkasında ABD, İngiltere, Fransa...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ