İslâm ve Sosyal Sorumluluklarımız
Dinde, akıl sahibi olan ve ergenlik çağına adım atan kadın ve erkek her Müslüman, Allah’ın kendilerine yüklediği fiillerden sorumlu tutulmuştur. Bu âlemde hiçbir varlık başıboş değildir. Hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar hareketlerinde izdırârî, insan ve cin gibi varlıklar da hareketlerinde ihtiyârî olarak yaratılmışlardır.
Kıyâmet gününde akıllı ve irâde sahibi olan varlıklar; iman ve küfür, iyi ve kötü, sevap ve günah cinsinden yapıp ettiklerinden Allah’ın huzurunda hesaba çekileceklerdir. Allah’ın sorumluluk yüklediği alanda insan eylemlerinde özgürdür. Nitekim inanç seçimiyle ilgili bir âyette,
“Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır.”[1] buyrulurken, ameller konusundaki seçimle ilgili bir âyette de, “Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabb’in kullara zulmedici değildir.”[2] buyrulur. Görüldüğü gibi her iki âyette de bir fert olarak insanın dinî tutum ve davranışlarında sorumlu bir varlık olarak yaratıldığı ortaya konulmaktadır.
İnsan, sosyal bir varlıktır. İnsanların birlikte yaşama ihtiyacı yaratılıştan gelen bir özelliktir. Kur’ân’a göre toplumların farklı kabilelere ayrılması[3], akraba ilişkileri üzerinde ısrarla durulması[4], iyilik ve takvâda yardımlaşmanın emredilmesi[5] fertler arası ilişkilerin zorunlu ve vazgeçilmez oluşunun delilleridir.
Bu sebeple insan, yeme, içme, barınma gibi tabîî ihtiyaçlarını karşılamada; eğitim, yardımlaşma, bilgi, kültürel alış-veriş ve yeteneklerini geliştirme gibi konularda sosyal bir hayat yaşamak zorundadır. Her konuda olduğu gibi sosyal sorumlulukları yerine getirmede de bizim yegâne örneğimiz, Rasûl-i Ekrem (a.s)’dır.
O, risâlet öncesi dönemde her türlü güvensizliğin kol gezdiği Mekke’de, toplumun bir üyesi olarak üzerine düşen sosyal sorumlulukları yerine getirmiştir. Bu sorumluluklardan birisi yirmi beş yaşlarında bir genç iken “Hılfu’l-Fudûl” denilen erdemliler ittifakının kuruluşunda yer almasıdır.
Erdemliler yemini adı verilen bu teşkilatın kuruluş amacı, dışarıdan hac ve ticaret yapmak için Mekke’ye gelen zayıf ve güçsüz insanlara yapılan her türlü zulüm ve haksızlığı önlemektir. Bu cemiyet sayesinde Mekke’de malı gasp edilen, iffeti kirletilmek istenen, hatta hayatına kastedilen nice insanların hakkı ve hukuku savunulmuş, Mekke’ye güven, yeniden gelmiştir.
Bir diğer sosyal sorumluluk örneği de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Kâbe hakemliği”dir. O, henüz 35 yaşlarındadır. Yağmur suları ve sel baskınları sebebiyle Kâbe’nin duvarı hasar görür. Kâbe’nin tamirinde rol alan kabîleler bir değer ifadesi olan ‘Hacer-i Esved’i Beytullah’ın duvarına koyma konusunda görüş ayrılığına düşerler.
Her kabîle bu şerefin kendisine ait olmasını ister. Neredeyse elleri kılıçlarının kabzasına uzanmak üzeredir. İçlerinden bir aksakal, sorunun âdil ve hakkâniyet ölçülerinde çözülmesi için yarın sabah Harem-i Şerif’in kapısından kim önce içeri girerse onu ‘hakem’ tayin edelim şeklinde bir öneride bulunur.
Bu öneri kabul görür. Bir de bakarlar ki “el-Emîn” olan Muhammed Mustafa (s.a.v.), içeri girmektedir. Hepsinin yüzleri güler ve içlerine içsel bir coşku hâkim olur. Çünkü o, “güvenilir” bir kimsedir. Mutlaka o, adâlet ve dürüstlükten ayrılmayacak ve bu konuda hakkâniyet ölçülerine uygun bir çözüm önerisinde bulunacaktır.
Hz. Peygamber (s.a.v.), ortaya bir örtü serilmesini ve serilen bu örtünün üzerine de Hacer-i Esved’in konulmasını söyler. İşlem tamam olunca bütün kabîlelerden bir temsilcinin bu örtüden tutarak yerde bulunan Hacer-i Esved’i yukarı kaldırmalarını ister. Kendisi de bu siyah taşı alır Kâbe’nin duvarına yerleştirir.
Böylece sorun, toplumsal uzlaşı ve barış içerisinde Sevgili Peygamberimiz’in hakemliğinde çözülür. Bu her iki olay da toplumsal huzuru sağlamada sosyal sorumluk örneğidir.
İslâm gelişiyle birlikte bireysel ve toplumsal hayatın huzuru için insanlar arasında sosyal bağların geliştirilmesini teşvik edici ilkeler üzerinde durmuştur. Çünkü toplum üyelerinin huzur ve güvenli bir şekilde barış içerisinde bir arada yaşamalarının bazı şartları vardır.
Sosyal ödevlerimizin başında, birbirimizi sevmek ve birbirimizin haklarına karşı saygılı olmak gelir. Sevgisizliğin olduğu yerde toplumsal barış da zarar görür. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.) imanı, sevgi ile ilişkilendirmiştir: “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz.”[6]
Bu rivâyetten anladığımız kadarıyla sevgisizlik, neredeyse imanın zâfiyetine bir işaret gibidir. İslâm, ister Müslüman olsun isterse olmasın insana saygı duyar ve onu Allah’ın yarattığı en şerefli bir varlık olarak görür.[7]
Toplumsal huzurun sağlanmasında üzerimize düşen sosyal sorumluluklarından birisi de iyilikte yardımlaşmak ve ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmaktır. Bu yüzden İslâm, muhtaç olan insanlar arasında iyiliği teşvik edici ilkeler getirmiştir. Bu konuyla ilgili Kur’an’da geçen bir âyette şöyle buyrulur: “Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile, yoksul kardeşlerini tercih edip onların ihtiyaçlarına koşarlar. Kim kendi nefsinin cimriliğinden korunursa kurtuluşa ermiştir.”[8]
Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen bir rivâyette de, “Komşusu aç iken bunu bildiği hâlde kendisi tok yatan gerçekten iman etmiş olamaz.”[9] buyrulmak suretiyle açları doyurmanın imanî bir görev olduğu vurgulanmıştır. Çünkü toplumun ekonomik anlamda zayıf kalmış kesiminin durumları iyileştirilmez ve zamanında tedavi cihetine gidilmezse, bundan toplumsal huzur zarar görür.
Toplumsal barışı sağlamanın temel ilkelerinden bir diğeri de bireysel ve sosyal hayatın her alanında adâlete riâyet etmektir. Bu anlamda adâlet, hak edene hak ettiğinin tam olarak verilmesidir. Adâlet, mutlak eşitlik değil; verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder. İslâm bireysel ve toplumsal hayatın bütün katmanlarında adâletli davranmayı emretmiş[10], her türlü ayrımcılığı da yasaklamıştır.[11]
Her insan ne pahasına olursa olsun, konuşmasında bile adâletten ayrılmamalı, hakkı ve doğruyu söylemelidir.[12] Yine adâlet evrensel ölçekti hukukun mihveridir.[13] Bu sebeple, taraflar arasında yapılan barış görüşmelerinde[14], mahkemede yapılan şahitlikte[15], hatta alış-verişte[16] bile adâlet ve dürüstlükten ayrılmamak Müslümanın şiârı olmalıdır.[17]
Adâlet duygusunun zedelendiği ve yara aldığı bir toplumda adâlete güven kalmaz, toplumsal sistem çözülmeye başlar. Bu çözülmeyi durdurmanın yolu, sosyal hayatın her alanında adâlete olan güveni yeniden sağlamaktır.
Sonuç
Toplum hayatı, işbölümü yapmayı gerektirir. İnsanın birçok ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçların üstesinden tek başına gelmek mümkün değildir. Toplum hayatında herkes birbirine muhtaç olduğu için insanlar arası ilişkiler zorunludur. Bu ilişkilerin barış ve kardeşlik ekseninde yürümesi, herkesin ve her kesimin üzerine düşen sosyal sorumlulukları yerine getirmesine bağlıdır.
Sosyal sorumluluklarının idrâkinde olan herkes, gücü nisbetinde sevgi ve saygı bağlarını güçlendirmeli, ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmalı, meşrû bir çerçevede çalışma hayatına katkıda bulunmalı ve insan hayatının bütün alanlarında adâlet mekanizmasına hayâtiyet kazandırmalıdır. Bu temel ilkelere riâyet edildiği takdirde huzur toplumu yeniden inşâ ve ihyâ edilecek, bundan da bütün toplum kesimleri fayda görecektir.
[1] 17/İsrâ, 15.
[2] 41/Fussilet, 46.
[3] Bkz. 49/Hucurât, 13.
[4] Bkz. 4/Nisâ, 36; 6/En’âm, 151; 17/İsrâ, 2; 29/Ankebût, 8.
[5] Bkz. 5/Mâide, 2.
[6] Buhârî “İman” 6,7; Müslim “İman” 71, 72.
[7]17/ İsrâ, 70.
[8] 59/Haşr, 9.
[9] es-Suyûtî, Abdurrahman b. Ebî Bekr, el-Câmiu’s-Sağîr, Kahire, ts. II, 228.
[10] Bkz. 16/Nahl, 90.
[11] Bkz. 5/Mâide, 8.
[12] Bkz. 6/En’âm, 152.
[13] Krş. 4/Nisâ, 58.
[14] Krş. 49/Hucurat 9.
[15] Bkz. 65/Talâk, 2-3.
[16] Bkz. 6/En’âm, 1.
[17] Altıntaş, Ramazan, Esmâ-i Hüsnâ, Ankara: Nasihat Yayınları, 2016, s. 143-144.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarHayatı hakkında neredeyse hiçbir bilgi bulunmayan Muhammed adlı şair, mesnevî türünde yazdığı Işknâme adlı eseri ile bilinmektedir. Bu eserden anlaşıldığına göre 14 veya 15. yüzyılda yaşayan ve sıkınt...
Yazar: Hamit DEMİR
Ateşle Barutun Bir Arada Yaşamaya Mecbur Kılındığı Coğrafya: KafkasyaKafkasya, Taman Yarımadası'ndan başlayıp Apşeron Burnu'na kadar uzanan Kafkas Dağları'nın kuzey ve güneyindeki bölgedir. Karadeniz-...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Rûh, sözlükte, “rüzgâr, koku, kuvvet, can, nefes, canlılık, öz”, mânâlarına gelir. Istılahta ise rûh, “insan bedeninde bulunan hayatın temeli, maddî olmayan yalın bir cevher, h...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Gazze’de olup bitenler Gazze ile İsrail’in bir savaşı değil. Eğer öyle olsaydı, İsrail çoktan havlu atmış olacaktı. Bugün dünya Gazze ile savaşıyor. Siyonist İsrail’in arkasında ABD, İngiltere, Fransa...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ