Bu Değirmen Yüzün Suyuna Döner
Vücudûn bâ’is-i îcâd-ı âlem yâ Rasûlallah
Anınçün cümleden sensin mükerrem yâ Rasûlallah
Zuhûr-ı zât-i pâkindür anı halleyleyen yohsa
Kalurdı sırr-ı mevcûdât mübhem yâ Rasûlallah
Aceb mi âb-ı rûyunla dönerse âsiyâb-ı çarh
Behişti dâneye terk itdi Âdem yâ Rasûlallah
Nigâh eyle Beliğ-i derd-mende çeşm-i şefkatle
Gelince hâk-i pâye dîde pür-nem yâ Rasûlallah
Bursalı İsmail (Beliğ) (1668-1729)
Ey Allah’ın Rasûlü, senin varlığın kâinatın vücûda getirilmesine sebeptir. Onun için sen herkesten aziz ve muhteremsin.
Ey Allah’ın Rasûlü, varlıkların sırrının çözümü temiz zâtının ortaya çıkması ile olmuştur; yoksa varlıkların sırrı belirsiz kalırdı.
Ey Allah’ın Rasûlü, felek değirmeninin dönmesi, senin yüzün suyu hürmetine olsa şaşılır mı; Âdem, cenneti bir dane için terk etti.
Ey Allah’ın Rasûlü, yaş dolu göz ile ayağının toprağına gelindiğinde dertli Beliğ’e şefkat gözüyle bak.
Dîvân edebiyatına mensup şairlerin na’tlarında artık klişeleşmiş diyebileceğimiz bir telmihle başlıyor şair na’tine, Hz. Muhammed (s.a.v.) kâinâtın yaratılma sebebidir. Yani “Levlâke…” hadîs-i kutsîsini (?) iktibas ederek devam ediyor şiir, mademki dünya senin yüzün suyu hürmetine yaratıldı, o hâlde insanların da en şereflisi sensin.
Onun yaratılması ile varlıkların yaratılış hikmetleri de çözülmüştür. Eğer Peygamber Efendimiz yaratılmasaydı bu hikmetin ne olduğu da gizli kalacaktı.
Şair ilk iki beytinde Hz. Muhammed (s.a.v.)’in yaratılışındaki hikmet ve dünyanın onun hürmetine yaratıldığını ifade ettikten sonra, 3. beyitte Hz. Muhammed (s.a.v.)'in diğer peygamberlerden hatta ilk peygamber olan Hz. Âdem’den daha üstün meziyetlere sahip olduğunu ifade etmek ister. Dünyanın, O’nun için yaratılmış olmasında şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü ilk peygamber Hz. Âdem bir “dâne” uğruna cenneti fedâ etmiştir. Bu beyite biraz dikkat edelim:
Şair dünyayı bir değirmene benzetiyor. Değirmende dâne (buğday, arpa, çavdar…) öğütülür, un hâline getirilir. Değirmen, dânenin aslını değiştirir. Yani değirmene gelen dâne, artık dâne olmaktan çıkar. Bu durumu insanlar için birkaç şekilde düşünebiliriz: Dünyaya gelen insan değirmene getirilen dâne gibidir. Bir müddet yaşar, sırası gelince, ömrünü tamamlayıp bu dünyayı terk eder. Yani dünya değirmen, insanlar ise birer “dâne” gibidir.
İkincisi insanların rûhlar âleminden bu dünyaya gelişiyle ilgilidir. Bezm-i Elest’te (rûhlar âleminde) iken “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” istifhamına karşılık, Allah’a kulluk sözleşmesinde “Belâ!” (evet) diyen insan, bu dünyaya yani değirmene gelince farklı bir yapıya bürünür. Öyle ki bazıları bu dünyaya geldikleri zaman o verdikleri sözü bile unutabiliyor.
Beyte bir başka açıdan daha bakabiliriz: Dünyanın Hz. Muhammed (s.a.v.)’in yüzü suyu hürmetine yaratıldığı söylenmişti. Şair, “âb-rû” (yüz suyu) terkibindeki “âb” (su) kelimesinin mecaz anlamının yanında gerçek anlamını da düşünmüş ve Peygamber Efendimiz’in yüz suyunu da değirmeni döndüren suya benzetmiş.
Görüldüğü gibi şair, kelimelerin hem gerçek hem de mecaz anlamlarını kullanarak her ikisiyle de ustaca ifadelere yer vermiş bu beyitte…
Son beyitte şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)'den şefaat diliyor. Ayağının toprağına geldiği zaman kendisine şefkat gözüyle bakması için niyazda bulunuyor. Hz. Muhammed (s.a.v.) ümmeti için şefaat dileyecektir. Kul, Allah'a ve Rasûl’üne bükük boyun, yaşlı bir gözle niyâzda bulunursa herhalde kurtuluşa, rahmete ve şefaate erenlerden olacaktır.
Beliğ’in “Gül-i Sadberg” isimli bir eseri vardır. Bu eserde yüz hadis, birer beyitle açıklanmıştır. Bu eserin yazılış sebebi hakkında, Beliğ ve eserleri üzerine araştırmalarıyla tanınan Abdülkerim Abdülkadiroğlu şunları söylüyor: “Birincisi, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in kırk hadis ezberleyenler hakkında söylediği müjdeleyici ve övücü bir hadisin varlığıdır ki edebiyatımızda “Kırk Hadis” türünü ortaya çıkarmıştır.
Zamanla buna “Yüz Hadis” “Beş yüz Hadis” ve “Bin (Binbir) Hadis” kitapları da eklenmiştir. İkinci sebep, Tuhfe-i Nâbî adlı eser hürmetine Şair Nâbî’nin hac farîzasını îfâ ettiği gibi, müellifimiz İsmail Beliğ’in de Gül-i Sadberg’in, Sadrazam Damat İbrahim Paşa tarafından beğenilip lütuf olarak hac yolculuğuna gönderilmesi arzu ve ümididir.”
Yeri gelmişken İsmail Beliğ’in Gül-i Sadberg isimli eserinde yer alan birkaç beyte de yer verelim:
N’ola erbâb-ı kemâl itse hazer
Cühelâ sohbetidir dîne zarar
“Câhilin sohbeti dinde noksanlıktır.” hadis-i şerifine telmihte bulunulmuş. Aynı sanatla aşağıdaki beyitte “Gerçek zenginlik, gönül zenginliğidir.” hadisine işaret adilmiş;
Dense lâyıkdır ana ehl-i gınâ
Kendü nefsinde ide cûd ü sehâ
Beliğ’in yazdığı diğer meşhur eserler, meselâ Nuhbetü’l-Âsâr, şiirinin ikinci plânda kalmasına sebep olmuştur. Fakat onun gerçekte geniş bir hayal dünyası vardır. Özellikle Peygamber Efendimiz için yazdığı na’tlar Dîvân edebiyatının klâsik kalıplarında kalmakla birlikte, farklı imajlarla zenginleştirilmiş, zengin fikirlerle desteklenmiştir.
Ruhun şevkıyle sad çâk oldı her gül yâ Rasûlallah
Dil- i zârum aceb mi olsa bülbül yâ Rasûlallah
(Ey Allah'ın Rasûlü, yanağının şevkiyle her gül yüz parça oldu. İnleyen gönlüm bülbül olsa şaşılır mı?)
Şairin “Gül-i Sadberg” isimli bir eser yazdığını söylemiştik. Yukarıdaki beyitte herhâlde buna işaret ediyor. 100 yapraklı gül 100 hadîse işarettir. Şair bu ifadesiyle hadîsleri güle, kendisini de bülbüle benzetmiş.
Bir başka beytinde de şunları söylüyor:
Girîbânın halâs itse ne var dest-i keşâkeşden
İdenler dâmen-i lutfun tevessül yâ Rasûlullah
(Ey Allah'ın Rasûlü, senin lutfunun eteğine sarılanlar, yakalarını sıkıntıların elinden kurtarsalar şaşılır mı?)
Bu beyitte etek ve yakanın mecaz anlamları kullanımak suretiyle kötülük ve iyilik/esaret ve kurtuluş kavramlarına işaret edilmiş. Sıkıntı insanın yakasına yapışır. Eteğine sarılmak halâsa, himâyeye delâlet eder. Peygamber eteğine yapışan, yani onun yolunu yol bilen insan kurtuluşa erer; kötülüklerden, dalâletten yakasını kurtarır.
Vedat Ali TOK
YazarBursalı İsmail Hakkı (1653-1724)Yüzünden okunur “Seb’al-mesânî” yâ RasûlallahGözünden hall olur akd-i maânî yâ RasûlallahSadef-vâr oldu âlem anda sen dürr-i yetîm oldunBulunmaz âlem içre sana sânî yâ ...
Yazar: Vedat Ali TOK
Çocukluk günlerim dün gibi hafızamda. Hiç büyümemişim, yaşlanmamışım, yetmişi devirmemişim sanki. Oysa ömür, yokuştan iner gibi, bir bulut geçer gibi elden uçup gidiyor. Dönüp bakıyorum dün; sisli bul...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Ateşle Barutun Bir Arada Yaşamaya Mecbur Kılındığı Coğrafya: KafkasyaKafkasya, Taman Yarımadası'ndan başlayıp Apşeron Burnu'na kadar uzanan Kafkas Dağları'nın kuzey ve güneyindeki bölgedir. Karadeniz-...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Siyonistlerin, Osmanlı’yı inkıraza uğratma ve Filistin’de Siyon devletini inşâ etme projesinin hayata geçmesi açısından patlak veren Birinci Dünya Harbi, en elverişli ortam ve altın bir fırsat mesabes...
Yazar: İsmail ÇOLAK