Kafkasya Bölgesindeki Ortak Kültür Değerlerimiz
Ateşle Barutun Bir Arada Yaşamaya Mecbur Kılındığı Coğrafya: Kafkasya
Kafkasya, Taman Yarımadası'ndan başlayıp Apşeron Burnu'na kadar uzanan Kafkas Dağları'nın kuzey ve güneyindeki bölgedir. Karadeniz-Hazar Denizi arasında Doğu-Batı paralelindeki beş bin metreden fazla yükseklikteki sıradağlar Kafkaslar olarak adlandırılmaktadır.
Kafkasya'nın doğusunda Hazar Denizi, batısında Karadeniz, güneyinde Çoruh, Arpaçay ve Aras nehirleri bulunmaktadır. Kuzey sınırları Maniç Bölgesi kabul edilmektedir. Coğrafi olarak Kafkasya, Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Rusya Federasyonu sınırları içinde yer alan sözde özerk Adige, Karaçay-Çerkes, Kabardin-Balkar, Kuzey Osetya, Çeçenistan, İnguşetya ve Dağıstan Cumhuriyeti "Kuzey Kafkasya" olarak adlandırılırken; Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Abhazya, Acara, Dağlık Karabağ, Nahçivan ve Güney Osetya da "Güney Kafkasya" bölgesi olarak bilinmektedir.
Kafkasya, tarih boyunca birbirinden farklı özellikler taşıyan birçok kavme ev sahipliği yapmıştır. Bir anlamda kültür ve medeniyetler arasında kavşak noktası olma özelliği taşımıştır. Bu yönüyle de stratejik önemi büyüktür. Bu nedenledir ki söz konusu bölgeye birçok büyük devlet ilgi ve istek duymuştur. Bu yönüyle hep bir mücâdele alanı olmuştur.
Kafkasya'ya ilgi duyan devletlerden biri de Osmanlı Devleti'dir. Osmanlı, özellikle gücünün zirvesine çıktığı 15. yüzyılda ilgisini bu bölgeye yoğunlaştırmıştır. Fakat aynı bölgede nüfuz sahibi olmak isteyen Rusya, bu konuda Osmanlı'nın önünü kesmiştir. 1739'da Azak'ın, 1783'te de Kırım'ın Rusya'nın eline geçmesiyle Karadeniz'in "Osmanlı Gölü" olma özelliği ortadan kalkmıştır.
Bu durum Osmanlı'nın Kafkaslardan vazgeçmesi anlamına gelmemelidir. Aksine Osmanlı bu bölgeye daha da büyük bir önem vermiştir. Bütün bu ikili mücâdeleler devam ederken üçüncü ve dördüncü güç olarak da Fransa ve İngiltere sömürgeci bir mantıkla bölgede varlığını sürdürme gayreti içerisinde olmuştur.
Azerbaycan, Güney Kafkasya'nın Kültür Havzasında Parlayan Bir Yıldızdır
Kafkasya, Avrupa ve Asya sınırında Karadeniz ve Hazar Denizi arasında yer alan stratejik konumu itibariyle çok önemli bir bölgedir. Enerjinin dünya gündeminin başında yer aldığı bu yüzyılda Kafkasya ülkelerinde bulunan petrol ve doğalgaz kaynakları bu coğrafyayı daha da kıymetlendirmektedir.
Petrol Hazar Denizi’nin belirli alanlarında; Azerbaycan, Krasnodor ve Stravropol gibi bölgelerde bulunmaktadır. Yine Hazar Denizi ve Azerbaycan’da zengin doğalgaz rezervleri bulunmaktadır. Öte yandan bu coğrafya kömür, demir, kurşun, bakır ve çinko gibi madenler yönünden de oldukça zengindir.
Dünyadaki doğalgaz rezervinin yaklaşık olarak % 0,7’sinin Hazar Havzası'nda bulunması Azerbaycan’ın jeopolitik olarak bölgedeki gücünü açıkça ortaya koymaktadır. Bu yüzdendir ki Kafkasya coğrafyası, başta hâkim güçler olmak üzere, bütün dünyanın dikkatini ve iştahını çekmektedir.
Kafkasya bölgesi tarihî süreçte değişik dönemlerden geçmiştir. 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dağılmasıyla birlikte Kafkasya’daki ülkeler de bağımsızlıklarına kavuşmuştur. Bu, söz konusu ülkelerdeki sosyal, siyasî ve ekonomik alanlarda köklü değişmeleri de beraberinde getirmiştir.
Fakat bu ülkeler bağımsızlıklarının ilk beş yılında bölgesel savaşlar, iç karışıklıklar ve politik meseleler yüzünden güçlerini kalkınmaya verememişlerdir. Ezberlerindeki o eski tutum ve alışkanlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu da ekonomik zarar, enerji ve zaman kaybını beraberinde getirmiştir.
Yüz yaşını geride bırakan Türkiye, Kafkasya ülkeleriyle hem mesafe hem de gönül bağları yönünden yakınlık teşkil etmektedir. Asya ve Avrupa ülkelerini bir köprü misali birbirine bağlayan Türkiye'nin Kafkasya ülkeleriyle siyasî, kültürel ve ekonomik açılardan yakınlaşması, başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinin pek de haz almadığı bir durumdur.
Türkiye olarak eski Rusya Devlet Başkanı Gorbaçov'un Glasnost ve Perestroyka politikaları neticesinde eski SSCB sonrasında başta Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan olmak üzere, üç Güney Kafkasya ülkesiyle iyi ilişkiler kurma gayreti içerisinde olmamıza rağmen bu üçlüden biri olan Ermenistan'la ilişkilerimiz, başta soykırım iddiaları olmak üzere, tarihî kırılmalar nedeniyle, Batı'nın ve ABD'nin kışkırtmalarıyla sürekli sekteye uğramıştır.
Türkiye, onlarca milleti tek bir çatı altında tutmaya çalışan hantal SSCB’nin dağılmasıyla Güney Kafkasya ülkelerini tanımada ayrım gözetmemiş, uluslararası ilişkilerini artan bir hızda ve tempoda sürdürmüştür. Akraba topluluklarımızdan biri ve kan bağımız olması nedeniyle sadece Azerbaycan'a bu konularda daha bir öncelik tanınmıştır.
Bölgesinde her açıdan lider ülke konumunda bulunan Türkiye'nin, Kafkasya ülkelerinden başta Azerbaycan olmak üzere, sınır komşusu olan Gürcistan'la "kazan-kazan" doğrultusunda ekonomik, siyasî, sosyal ve kültürel ikili ilişkiler kurması Batı'yı rahatsız etmektedir. Bu durum Türkiye'nin doğru yolda olduğunun bir çeşit sağlamasıdır.
Çok zengin bir kültür mirasına sahip olan Türkiye ve Azerbaycan arasında çok güçlü tarihî ve kültürel bağlar mevcuttur. Dilleri ve dinleri aynı olan bu iki devlet arasındaki maddî ve manevî kültürel benzerlikler dikkat çekmektedir. Bu, bizleri bir millet yapan ortak kadim değerlerin, hiç kesilmeyen iletişim ve etkileşimimizin doğal bir sonucudur. Bunun teşkilinde genetik bağlarımızın ve tarihî süreçlerdeki benzerliklerimizin etkisi de inkâr edilemez.
Azerbaycan'la Türkiye'nin ortak kültürel değerlerine baktığımızda özellikle edebiyat ve sanat alanındaki benzerlikler dikkat çeker. Zira bu değerleri oluşturan ana malzeme (tabir caizse harcı oluşturan kum, çakıl, çimento) aynıdır. Farklı olan ise kişisel marifetlerle bu harcın nasıl şekillendirildiği meselesidir.
Bu noktada enstrümantal müziklerimizin ve halk oyunlarımızın (halk danslarımızın) karakteristik benzerliği meraklıları için hayret verici düzeydedir. Buna mimarî, resim, heykel, mezar taşı, ahşap, süslemecilik, kabartma, dokumacılık, kalem işi, minyatür, kitap süsleme (cilt, tezhip, hattatlık), maden eserleri (kemer, gerdanlık, başlık, alınlık, serpuş vb.) gibi sanat dalları da pekâlâ eklenebilir.
Bir Güney Kafkasya ülkesi olan Azerbaycan'la Türkiye arasındaki kültürel ilişkilerin temeli kadim zamanlarda atılmıştır. "Bir millet, iki devlet" sloganının gereği olarak iki kardeş devlet arasında kültür, sanat, edebiyat, müzik ve diğer kültürel unsurlar pek çok noktalarda ortaklık teşkil etmektedir. Bu ortak ilişkiler her geçen gün genişleyerek devam etmektedir.
Dünden Bugüne Kafkasya'da Osmanlı'nın Hâkimiyet Mücâdelesi
Millet olarak Kafkasya'yla olan ilişkilerimiz çok eskilere dayanmaktadır. Eskiler deyince tabii ki bir cihan devleti olan Osmanlı'yı kast ediyoruz. Zira 270 yıl süren Kafkas-Rus Savaşı sonrasında 1864 yılında Rusya’nın Kafkasya’yı işgal etmesiyle bir buçuk milyondan fazla Kafkasyalı, Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmak mecburiyetinde kalmıştır.
Akkoyunluların ortadan kalkmasından sonra Safevîler, Osmanlı Devleti'nin doğudaki yeni rakibi olmuştur. Azerbaycan merkezli olarak kurulan Safevî Devleti; Gürcistan'ın doğusuna, Şirvan ve Dağıstan'a hâkimdi. Üstelik Safevîlerin Karadeniz'in doğu kıyılarına ve Anadolu'ya yayılmak emelleri vardı.
Bu da bu iki devlet arasındaki çatışmaları kaçınılmaz kılıyordu. Transkafkasya'daki bu güç ve rekabet savaşı uzun yıllar artarak devam etmiştir. Bu çerçevede Kafkasya'da yüzyılın ilk Osmanlı-Safevî Savaşı 1603-1612 yılları arasında olmuştur. Bu iki hâkim güç arasındaki Kafkasya mücâdelesi uzun yıllar sürmüştür.
16.yüzyıl başlarından 17. yüzyıl ortalarına kadar devam eden Osmanlı-Safevî mücâdelesi, biri Irak-ı Arap diğeri Kafkasya olmak üzere iki farklı coğrafyada gerçekleşmiştir. Bunlardan ikincisi olan Kafkasya, stratejik öneminden dolayı tarih boyunca büyük bir mücâdele sahası olmuştur. Osmanlı ve Safevî devletleri, kıymetinden dolayı bu coğrafyayı elinde tutmak istemişler, bu da bu iki devleti sürekli karşı karşıya getirmiştir.
Kafkasya; stratejik konumu, barındırdığı etnik ve dinî çeşitlik bakımından her zaman büyük devletlerin ilgi odağı olmuştur. Bu da zaman içerisinde sıcak çatışmaları da beraberinde getirmiştir. 18. yüzyılın başlarında Safevîler, Kafkasya’nın güneyine hâkimdi.
Bu devletin zayıflamasıyla bölge halklarında isyanlar patlak vermiş, Rus ve Osmanlı devletlerinin müdâhalesi gecikmemiştir. Bölgede hâkimiyet kurmak isteyen söz konusu devletler 1724 tarihli İstanbul Antlaşması'yla Güney Kafkasya’yı kendi aralarında bölüşmüşlerdir.
Rusya bu bölüşmede kendisine bırakılan topraklarla yetinmemiş, Osmanlı hâkimiyetine bırakılan Kartli, Kahetya, Gence-Karabağ ve Çukur Saad vilâyetlerini gözüne kestirmiştir. 1730'da Patrona Halil İsyanı meydana gelmiş, Sultan III. Ahmed tahttan indirilerek yerine yeğeni II. Mahmud getirilmiştir. Bu durum Osmanlı yönetiminin Güney Kafkasya’daki faaliyetlerine engel olmuş, bu coğrafyadaki eski gücünü kaybetmiştir.
Nadir Han önderliğinde yeniden toparlanan Safevîler, 1735 yılında Osmanlı kuvvetlerini mağlup ederek, Güney Kafkasya topraklarını tekrar geri almışlardır. Böylece 1723 yılında Tiflis’in alınmasıyla başlayan hâkimiyet süreci 1735 yılında Revan Muharebesi’yle son bulmuştur.
20.yüzyılın ilk çeyreğinde Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi ve Harbiye Nâzırı Enver Paşa'nın emriyle Osmanlı Devleti tarafından tamamen Müslümanlardan meydana gelen ve üç tümenden oluşan Kafkas İslâm Ordusu kurulmuştur. Bu ordunun gayesi Azerbaycan ve Dağıstan'ı Rus işgalinden kurtararak bağımsızlıklarını kazanmalarını sağlamaktı.
Kafkasya Deyince Aklımıza Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Gelmektedir.
Kafkasya deyince aklımıza üç sene gibi kısa bir ömrü olan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti gelmektedir. Kafkasya'nın iki önemli parçasından biri olan Kuzey Kafkasya tarih boyunca sömürgeciliğe karşı büyük bir onur savaşı vermiştir. Kuzey Kafkasya, Çarlık Rusya'sının çöküşüyle kendi geleceğini belirleme ve kendi yolunu çizme yoluna gitmiştir.
Bunu yaparken etnik temeli (kan bağını), dili ve dini değil ortak geçmişi esas almıştır. Bu ortak değerler etrafında büyük bir cesaretle Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti doğmuştur.
Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, 1918 yılında Müslüman Kuzey Kafkasya halklarının birleşmesiyle Rusya'dan bağımsızlığını ilân eden bir devlettir. Söz konusu kısa ömürlü devlet, 1921 yılında Sovyetler Birliği ordusu tarafından işgal edilmiştir. Bu devlet bugünkü Çeçenistan, İnguşetya, Kuzey Osetya, Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti, Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti ve Dağıstan topraklarını içine alıyordu.
Bu devlet, başta Osmanlı Devleti olmak üzere Azerbaycan, Almanya, ABD, Birleşik Krallık, İtalya gibi devletlerce tanınmıştı.
Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin kurucuları arasında Kafkasya'nın bağımsızlığı için mücâdele etmiş, Kuzey Kafkasya halklarının siyasî ve dinî önderi olan Şeyh Şamil'in torunu Said Şamil de vardı. Çeçen asıllı Abdülmecid Tapa Çermoy da devletin başbakanıydı.
Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, esaretin reddinin bir çeşit somut manifestosudur. Özgürlük yolunda bedel ödeme azminin ve özgürlüğe inancın zaferidir. Ömrünü Birleşik Kafkasya idealine adayan M. Aydın Turan, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ile ilgili şöyle bir değerlendirme yapmıştır:
"Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti fizikî parçalanma altında milletleşme süreci darbelenen bir ülkenin ortak değerler ve geçmişini ve en önemlisi gelecek düşüncesi ve hayalini harmanlayarak yeni varoluş konsepti ortaya çıkardığı için değerlidir. Birbirinden farklı toplumsal kesitlerin bir coğrafyaya ilişkin ortak menfaat algısına, ortak aklına dayandığı için değerlidir.
Devasa problemlerin risklerini paylaşanları hür irade ile bir ideal etrafında toplamaya çağırdığı için değerlidir. Hâsılı Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti kendisine hayat veren düşünce sistematiği ile bizatihi bir destandır. Üstelik bu bitmemiş bir mücâdeledir."
Kafkasya'nın Türkiye için önemi dün olduğu gibi bugün de büyüktür. Başta Azerbaycan olmak üzere, Kafkasların güvenliği ve huzuru bizim de önceliklerimizdendir. Kafkasya'da Türkiye olarak dostluk, eşitlik, barış ve adalet talebimiz bugün de bâkîdir.
M.Nihat MALKOÇ
YazarHz. RasûlulIah (s.a.v.)’in vârisleri olan mânâ sultanları, yani mürşid-i kâmiller gönüller tabibidir. Gönüllere şifâ sunan doktorlardır. Onlardan ilim, hikmet ve edeb öğrenmek isteyen her ihvân ...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Evvel’e Yoculuk; İrfan, Felsefe, Edebiyat KonuşmalarıGerçek sevgi her daim ter ü taze solmayan bir çiçektir. Dönüşen, değişen, daha doğrusu oluşmaya çalışan şeyler aşkın nesnesi olamazlar. Eğer olur d...
Yazar: Yusuf HALICI
Yarım asrı geride bırakan bir insan olarak, kendimi bildim bileli Ortadoğu (İran, Irak, Lübnan, Yemen, Suriye, Kuveyt, Mısır, körfez ülkeleri ve Filistin) hep bir savaş hâlindedir. Bu güzel coğrafyada...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Coşkun seller gibi delişmen akarMemleket sevgisi içimde benimYıkar bentlerini sel olur taşarMemleket sevgisi içimde benimÂşık Yunus gibi gönlü ilimdeAşkın izi vardır her bir kilimdeÖlüm döşeğinde düşm...
Şair: Hulusi TATAR