Zekât İbâdeti ve Zekât Vermeyenlerin Durumu
Yüce Allah Tevbe Sûresi 34-35. âyetlerde şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! (Bu altın, gümüş ve paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): “İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!”
34.âyette Yahudi âlimleri ve Hıristiyan rahiplerinin çoğunun dini istismar ederek insanların mallarını haksız yere yedikleri ve insanları Allah’ın yolundan alıkoydukları belirtilmektedir. Nitekim âyette geçen “ahbâr” kelimesi “hibr” kelimesinin çoğulu olup Yahudi bilginleri anlamına gelmektedir. “Ruhbân” kelimesi ise “râhib” kelimesinin çoğulu olup “Hıristiyan din adamları” anlamına gelmektedir.[1]
İnsanların mallarını haksız yollarla yemelerine; insanlar arasında verdikleri hükümlerde rüşvetle muâmelede bulunmaları, fâizle işlem yapmaları, insanların günahlarını affetmelerine karşılık para almaları, insanlardan aldıkları para karşılığında haramı helâl, helâlı haram kılarak fetvâ vermeleri gibi davranışları örnek olarak verilebilir.
İnsanları Allah yolundan alıkoymalarına ise, insanları doğru bir şekilde Allah’ı bilmelerine ve ibâdet etmelerine ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’e iman edip ona tâbî olmalarına engel olmaları örnek olarak zikredilebilir.[2] Yüce Allah, Yahudi ve Hıristiyan din bilginlerinin bu türlü yanlış davranışlarını örnek vererek bütün Müslümanlara ve özellikle de Müslüman âlimlere uyarıda bulunmaktadır.
34.âyetin baş tarafında Yahudi âlimleri ve Hıristiyan rahiplerinin kötü hâllerinden bahsedildiği için bazı İslâm âlimleri bu âyetlerin Ehl-i Kitap hakkında inmiş olduğunu söylemişlerdir. Ancak doğru olan görüşe göre bu âyetler hem Ehl-i Kitap hem de Müslümanlardan malının zekâtını vermeyenler hakkında inmiştir.[3]
Bu âyetlerde altın, gümüş ve paraları yığıp biriktiren, onları Allah yolunda harcamayanların âhiretteki cezâları açıklanmaktadır. Âyetlerde ifade edildiği üzere mallarındaki fakirlerin hakkı olan zekâtı vermeyenlerin âhiretteki cezâları çok ağır olacaktır. Çünkü Allahu Teâlâ onlar için elim bir azap hazırlamıştır.
Dünyada mal ve serveti hırsla yığıp biriktiren ve malının zekâtını vermeyenlerin, altın, gümüş ve paraları cehennem ateşinde kızartılıp onların alınlarına, yanlarına ve sırtlarına basılmak suretiyle dağlanacaklardır.[4] Zira onlar, mallarındaki fakirlerin hakkı olan zekâtı vermemişlerdir. Onlara hesap gününde, “İşte bunlar, dünyada iken kendiniz için yığıp biriktirdiğiniz servetinizdir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!” denilecektir.[5]
Yüce Allah, bütün ilâhî dinlerde inananlara yardımlaşma ve dayanışmayı emretmiştir. Son ilâhî kitap olan Kur'ân-ı Kerim’de ise yardımlaşma ve dayanışmayı bir müessese hâline getirmiş ve zenginlere, fakir ve yoksullara yardım etmeyi farz kılmıştır.[6]
Dolayısıyla yardımlaşma ve dayanışma konusunda Kur'ân-ı Kerim’de infak, sadaka ve zekât kavramlarının sık sık kullanıldığını görmekteyiz.[7] İnfak ve sadaka kavramları genel mânâda bütün yardımları kapsadığı halde, zekât kavramı ise özellikle zenginlerin mallarından 1/40, yani % 2.5 miktarı çıkarıp fakir ve yoksullara vermeyi ifade etmektedir.
Nitekim Yüce Allah, Meâric Sûresi 24 ve 25. Âyetlerde, “Onların mallarında hem isteyen, hem de istemekten utanan yoksul için, belli bir hak vardır...”[8] buyurmaktadır.
İbâdetler, mâlî, bedenî ve hem mâlî hem de bedenî olmak üzere üç kısımdır. Meselâ Namaz, bedenî bir ibâdet iken, zekât ise mâlî bir ibâdettir. Hac da hem mâlî hem de bedenî bir ibâdettir. İnanan insan, namaz kılmak sûretiyle Allah’ın lütfettiği sağlık ve sıhhatli bedenin şükrünü yerine getirmektedir.
Zekât vermek suretiyle ise, Allah’ın ihsan ettiği mal ve servetin şükrünü yerine getirmektedir. Zekâtı verilen mal, temizlenmekte ve bereketlenmektedir. Nitekim Yüce Allah, Tevbe Sûresi 103. âyette Peygamberine, “Onların mallarından zekatı al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin…”[9] buyurmaktadır. Demek ki, zekât hem malın temizlenmesine hem de insanın günahlardan arınmasına vesile olmaktadır.
34.âyette kenz olarak ifade edilen “biriktirilmiş mal”dan kasıt hakkında İslâm âlimleri farklı yorumlar yapmışlardır:
Abdullah b. Ömer, İkrime, Süddî ve İmamı Şâbî’ye göre “biriktirilmiş mal”dan kasıt, kendisinden zekât vermek farz olduğu hâlde zekâtı verilmeyen maldır. Zekâtı verilen mal ise kenz/“biriktirilmiş mal” sayılmaz.[10]
Câde b. Hubeyre’nin Hz. Ali’den rivâyet ettiğine göre “biriktirilmiş mal”dan kasıt, dört bin dirhem miktarını aşan maldır. Müslüman bu malın zekâtını verse de vermese de bu miktar mal kenz/“biriktirilmiş mal” sayılır. Bu miktardan fazlasının Allah yolunda infak edilmesi gerekir.[11]
Sahâbe-i kirâmdan Ebû Zer Gifârî’ye göre ise, “biriktirilmiş mal”dan kasıt, sahibinin ihtiyacından arta kalan maldır. Müslümanın kendi ihtiyacından arta kalan malı Allah yolunda infak etmesi gerekir.[12]
Bu görüşlerden en isabetli olanı Taberî’nin de tercih ettiği gibi Abdullah b. Ömer’in görüşüdür ki, zekâtı verildiği sürece insan, dilediği kadar mal biriktirebilir.[13] Zekâtı verilen mal kenz sayılmaz. Zekâtı verilmeyen mal kenz sayılır ve sahibi âhirette şiddetli bir cezâya çarptırılacaktır.
Netice olarak diyebiliriz ki, yardımlaşma ve dayanışma bütün ilâhî dinlerde inananlara emredilen önemli bir husustur. Son ilâhî kitap olan Kur'ân-ı Kerim’de de yardımlaşma ve dayanışmaya önem verilmiş ve bu konuyla ilgili infak, sadaka ve zekât gibi kavramlar kullanılmıştır.
İnfak ve sadaka genel mânâda bütün yardımlar için kullanılırken, zekât ise, İslâm’ın beş şartından biri sayılmış, Kur'ân-ı Kerim’de tam sekiz âyette, “Namazı kılınız, zekâtı veriniz.”[14] şeklinde namazla beraber emredilmiştir. Zekât, İslâm dininde zenginlerin kendi inisiyatiflerine bırakılmış bir husus değildir.
Âyette, “Onların mallarında hem isteyen, hem de istemekten utanan yoksul için, belli bir hak vardır...” ifadesi kullanılarak yerine getirilmesi kesin olarak emredilen bir hak olarak nitelendirilmiştir.
Zekâtı verilmeyen mallar, kenz/“biriktirilmiş mal” olarak nitelendirilmiştir. Mallarındaki fakirlerin hakkı olan zekâtı vermeyenler ise âhirette elem verici bir azapla tehdit edilmişlerdir. Mallarındaki fakirlerin hakkı olan zekâtı vermeyenlere, hesap gününde,
“İşte bunlar kendiniz için yığıp biriktirdiğiniz servetinizdir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!” denilerek şiddetli bir azaba çarptırılacaklardır. Dünyada biriktirip yığdıkları altın, gümüş ve paraları cehennem azabında kızartılıp alınlarına, yanlarına ve sırtlarına basılarak azap edileceklerdir.
Allahu Teâlâ böyle bir azaba duçar olmaktan bizleri ve bütün Müslümanları muhafaza eylesin. Âmin.
[1] Vehbe ez-Zuhaylî, et-Tefsiru’l-münîr, (Beyrut: Dâru’l-fikri’l-muâsır, 1991), 10/189.
[2] Zuhaylî, et-Tefsiru’l-münîr, 10/191.
[3] Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-beyân an te’vili ayi’l-Kur’ân. (Kahire: y.y., 1422/2001), 11/432; Râzî, Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyin et-Taberistânî. Mefâtihu’l-gayb. (Beyrut: y.y., 1990), 16/44; Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh. el-Câmiu li ahkâmi’l-Kur’ân. (Beyrut: Dâru ihyai’t-türâsi’l-arabî, 1405/1985), 10/182-183; Zuhaylî, et-Tefsiru’l-münîr, 10/192.
[4] Taberî, Câmiu’l-beyân, 11/436-437.
[5] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, Sad. İsmail Karaçam, Emin Işık, Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel, (İstanbul: Azim Dağıtım, 1992), 10/325.
[6] Bk., 2/Bakara 43, 83, 110; 4/Nisâ 77; 22/Hac 78; 24/Nûr 56; 58/Mücâdele 13; 73/Müzzemmil 20.
[7] Bk., 2/Bakara 195, 254, 267; 36/Yâsin 47; 57/Hadid 7; 63/Münafikûn 10; 64/Tegabün 16; 65/Talak 6; 9/Tevbe 103.
[8] 70/Meâric 24-25.
[9] 9/Tevbe 103.
[10] Taberî, Câmiu’l-beyân, 11/425-426; Râzî, Mefâtihu’l-gayb, 16/45; Kurtubî, el-Câmi li ahkâmi’l-Kur'ân, 10/185.
[11] Taberî, Câmiu’l-beyân, 11/427; Râzî, Mefâtihu’l-gayb, 16/46.
[12] Taberî, Câmiu’l-beyân, 11/428; Kurtubî, el-Câmi li ahkâmi’l-Kur'ân, 10/185.
[13] Taberî, Câmiu’l-beyân, 11/430.
[14] Bk., 2/Bakara 43, 83, 110; 4/Nisâ 77; 22/Hac 78; 24/Nûr 56; 58/Mücâdele 13; 73/Müzzemmil 20.
Mehmet SOYSALDI
YazarOrta Asya’da, Türklerin İslâm dinini kabul etmesinde ve Anadolu’nun Müslümanlaşmasında kolonizatör dervişlerin çabaları ile Kuzey Afrika ve Endülüs’te halkın İslâmlaşmasında sûfîlerin gayret ve çabala...
Yazar: Halim GÜL
Yüce Allah, Nisâ Sûresi 29. âyette şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticaret olması hali müstesnâ, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Siyonistlerin, Osmanlı’yı inkıraza uğratma ve Filistin’de Siyon devletini inşâ etme projesinin hayata geçmesi açısından patlak veren Birinci Dünya Harbi, en elverişli ortam ve altın bir fırsat mesabes...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Yüce Allah Tahrim sûresi 66. âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:﴿يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنْفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ...
Yazar: Mehmet SOYSALDI