Pîr-i Türkistan'dan Hikmet İncileri
Babası kerâmetleri ve menkıbeleri ile anılan Hz. Ali soyundan Şeyh İbrâhim, annesi Mûsa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeden Ahmed-i Yesevî, sahâbeden olduğu söylenen Arslan Baba’nın irşadında yetişir. Yesi ve Buhârâ’da meşhûrlardan dersler alır.
Mürşidi Şeyh Yûsuf el-Hemedânî gibi Ahmed-i Yesevî de Hanefî bir âlim olup iyi bir medrese tahsili görmüş ve tasavvufta da derinleşmiştir. Kendisi de medrese-tekke merkezli ilim-irfan okulunun hocası olarak, şerîat ve tarîkatı meczederek pek çok şahsiyetin yetişmesini sağlar. Adına nisbet edilen Yeseviyye Tarîkatı, Orta Asya’da yaygın ve etkin olan bir sûfî yoldur.
Dîvân-ı Hikmet, onun iki yüz elli kadar hikmetini ihtivâ eden tasavvufî manzûmeleri içine alan mecmuanın adıdır. Onun bu hikmetlerinin başlıca gayesi, İslâm dinine yeni girmiş veya bu dini henüz kabul etmemiş Türklere İslâmiyet’in esaslarını, şerîat ahkâmını ve Ehl-i Sünnet akîdesini öğretmek, Yeseviyye Tarîkatı müridlerine tasavvufun inceliklerini, tarîkatın âdâb ve erkânını telkin etmektir.[1]
Ahmed-i Yesevî, Kur'ân ve Sünnet temelli İslâm’ı halka anlatan bir mânâ insanı, aşk ve irfan yorumcusudur. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yaşı olan 63 yaşından sonraki kalan ömrünü halvette geçiren bir mânâ adamıdır. Ahmed-i Yesevî, çok sevdiği Hz. Peygamber (s.a.v.)’in 63 yaşında vefât ettiğini düşünerek bu yaşa geldikten sonra yeryüzünde fazla dolaşmak istememiş; vaktinin çoğunu dergâhında bir yeraltı odası seklinde oluşturduğu çilehânesinde geçirmiştir.
Onun Dîvân-ı Hikmet’i incelendiğinde şu hususlar ilk etapta dikkatlerimizi çeker: O, helâl-haram, sünnet-bid’at farkını bilmeyenin gerçek mürşid olamayacağını söyler.
“Bismillah deyip beyân ederek hikmet söyleyip/Taleb edenlere inci, cevher saçtım ben işte/ Garib olup menzillerden geçtim ben işte… Medreseye varıp, kaynayıp coşup taştım ben işte.” diye söze başlar.
“Gönlü kırık olmayan kişilerden kaçtım ben işte…Ben-benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.” Dedikten sonra şu tembihte bulunur: Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen/Öyle mazlûm yolda kalsa, yoldaşı ol sen…
“Ümmet olsan, gariblere uyar ol sen/ Âyet ve hadisi her kim dese, duyar ol sen… Her kim eylese tarîkatın dâvâsını/ İlk adımı şerîata koymak gerek. Şerîatın işlerini tamam eyleyip/ Ondan sonra bu dâvâyı kılmak gerek” uyarısıyla şerîatsız tarîkatın olmayacağını haykırır.
Kur’ân okuyup amel etmeyenleri “sahte âlim” olarak niteler. Peygamber (s.a.v.)’e ümmet olmanın yolunun sünnetine sımsıkı tutunmak olduğunu vurgular. “Kâfir bile olsa kimseye zarar vermemenin Hz. Peygamber’in yolu olduğunu söyler, aslâ gönül incitmemeyi özellikle tembihler.
Kur’ân âyetlerini anlayarak okumanın gereğine dikkat çekerken şöyle der: İnnâ fetehnâ’yı okuyup anlam sordum/Işık saldı, kendimden geçip cemâl gördüm…
Yalancı âşık ve sahte sûfîleri kötüleyip terk ettiğini belirtir. İbâdet etmeden hocalığına güvenenlerin yolda kalacağını söyler.
“Hikmet işitip ağlamayan, erenlerin sözünü dinlemeyen, âyet-hadis, Kur’ân’ı anlamayanın gerçek mü’min olamayacağını” terennüm eder.
Ahmed-i Yesevî, gece gündüz zikir, fikir, Kur’ân okuma, namaz-oruç-ibâdet ile nefsin isteklerinden geçerek pişen, ilâhî aşkla yanıp tutuşarak kemâle eren, ölmeden önce ölmesini bilen bir yol adamıdır.
Görünüşte sûfîye benzeyip âhiret hazırlığı yapmayanları, ilim yolcusu tâlibim deyip dillerini-gözlerini haramlardan sakınmayanları, dervişim deyip gözyaşı döküp günahlardan ürkmeyenleri hikmetleriyle uyarmaya devam eder. O hikmetlerini tanıtırken münâcât bölümünde şunları der:
Bu benim hikmetlerim Kelâm’ın beyânıdır,
Okuyup anlayana, Kur’ân’ın anlamıdır.
Benim tüm sohbetlerim, hadis hazinesidir,
Ondan koku almayan, dünya dîvânesidir.
Allah’ım! Sözlerinden zuhûr etti bu hikmet,
Duyana yağmur gibi, nüzûl eder o rahmet.
Benim bu hikmetlerim Rahmân’ın övgüsüdür,
Muhabbet erlerinin, huzur ve sevgisidir.
Kur’ân’ı okuma ve anlama ile ilgili olarak duâ formunda söylediği şu dizeleri pek çok hikmeti barındırır:
Eğer tilâvet ettiğimde bu Allah kelâmını
Yanlış, isyan ve hatâlar benden geçse affeyle!
Okuduğunda gâfil geçse veya yanlış noksan ile
Her nasıl yerli-yersizler benden geçse affeyle!
Med ile i’râb ve teşdidleri değişik eylesem
Bu kelâma her hatâlar benden geçse affeyle!
Yanlış okusam bir kelime veya bir harfini
Böyle eksik duâlar benden geçse affeyle!
Va’d âyeti va’dini eylemesem ben fark
Anlamayıp bazı şeyler benden geçse affeyle!
Kur’ân'ın izzet ve ikramını yerine getirmesem
Edepsizlik, akılsızlık benden geçse affeyle!
Hazret’inde ben gibi kulun hatası çoktur
Yüz karası her hatâlar benden geçse affeyle!
Hoca Ahmed Miskin'in noksanı çoktur dünyada
Gerçi ya Rab binlerce hatâ benden geçse affeyle.
Kıyâmeti ve ona hazırlanmayı anlattığı bir başka hikmet dizesinde âyet cümlelerini de kullanarak şunları söyler:
Kuşku yoktur kıyâmet günü gelir dostlar
“Lâ uksimu biyevmil-kıyâme"[2] deyip söylemedi mi?
Özünü bâkî, özgeleri fânî (rûh bâkî, bedeni bâkî) bilin
"Küllü şey'in hâlikün"[3] deyip söylemedi mi?
Cümle canlar yer koynuna âhir girip
Mengü (ebedî), bâkî, kâdir Allah özü kalır.
Zamâne âhir olsa, gök yarılır
"İze’s-semâ'ün-şekkat"[4] deyip söylemedi mi?
Kıyâmetin alâmeti sayısızca geçer
Kelâmullah mânâ yazıp yazı açar.
Bulut kükreyip, yer deprenip, dağlar kaçar
“Yevme tercüfü’r-râcife”[5] deyip söylemedi mi?
Allah bilir, kime rahat kime azâb
Kâdir Rabb’im kâdî olup sorar hisâb,
Vah hasret, bende nasıl verir cevâb
“Yevme yakûmü’l-hisâb”[6] deyip söylemedi mi?
Kul Hoca Ahmed, söyler, gece gündüz Yâ Rab Seni
Hıçkırıp ağlar aşkınla gece gündüz
Bulur bende yürüse dâimâ isteyip Seni
“Fetlübnî tecidnî”[7] deyip söylemedi mi?
Özetle söyleyecek olursak Ahmed-i Yesevî, Kur’ân ve Sünnet’ten beslenen, Allah Kelâmı Kur’ân’ı ve Rasül’ün yolu Sünnet’i rehber edinen, bu iki düstûr doğrultusunda bereketli bir hayat yaşayan, yaşadığı bu yolu hikmetli şiirleriyle insanlara sunan bir gönül adamıdır. O, bize bıraktığı bu örnek yaşantısı ve hikmetleriyle gönüllere dokunup irşâd etmeye, uyarmaya bugün de devam etmektedir.
[1] Bkz. Kemal Eraslan, “Ahmed Yesevî”, “Divan-ı Hikmet” Maddeleri, DİA.
[2] “Kıyamet gününe yemin ederim.” 75/Kıyâme, 1.
[3] “O'ndan başka her şey yok olacaktır.” 28/Kasas, 88.
[4] “Gök yarılıp Rabbine boyun eğdiği zaman.” 84/İnşikâk, 1.
[5] “O gün bir sarsıntı sarsar.” 79/Nâziât, 6.
[6] “Hesabın görüleceği gün.” 14/İbrahim, 41.
[7] “Beni iste ki bulasın!” Ahmed b Hanbel’in Kitabü’z-Zühd’ünde Katade’den gelen benzer rivâyet şöyledir: Ütlubu’llahe tecidûhü/Allah’ı isteyin ki O’nu bulasınız. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 154.
Ali AKPINAR
Yazar“Cennet vatan” diye nitelediğimiz Anadolu toprakları, bin yıl kadar önce İslâm ile tanışmıştır. Bu topraklarda önce Selçuklu, ardından Osmanlı unutulmaz izler bırakmışlardır. Bu bölgelerde yaşayan ins...
Yazar: Ali AKPINAR
Hayat düsturumuz Kur’ân, bu dünya hayatının temel esaslarını belirlemek için gelmiştir. Kur’ân, bazılarının sandığı gibi âhiret işlerini düzenlemek için değil, bu dünya işlerini düzenlemek için gelmiş...
Yazar: Ali AKPINAR
Yüce Yaratıcı insanlığa “Âdemoğulları!” diye seslendiği gibi, size de “İsrâîloğulları!” diye seslenmişti. İnsanlığa “Âdemoğulları!” diye seslenirken, “Ey insanlık siz Âdem Peygamber’in evlâtlarısınız,...
Yazar: Ali AKPINAR
Orta Asya’da yaşayan Müslümanlarının manevî hayatında derin izler bırakan sûfî şair ve Yesevîyye Tarikatı’nın kurucusu Ahmed-i Yesevî, büyük hoşgörü ve sevgiyle insanları irşat etmiştir. Yesevî’nin ho...
Yazar: Kemal DEMİR