Yeniden Kardeşleştirme Projesine Duyulan İhtiyaç
Yaşadığımız yüzyılda, bütün bir Batı dünyası “ümmetleşme” süreci yaşarken, İslâm dünyasında aynı emperyalist batı, etnik ve mezhep bağlamında yapay ayrılıkçı sorunlar üretmektedir. Bütün bunlara rağmen, Müslümanlar arasında kardeşliği, uhuvvet ve vahdeti sağlamada yeniden geleneğimizi üretmekte fayda vardır.
Bu konuda Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in gerek İslâm’ın Mekke ve gerekse Medine Dönemi’nde Müslümanların birliği için “muâhât” projesini uygulamaya koyması bizim için bir çıkış yolu ve yöntemi olabilir.
Nasıl ki jeolojik bir olay olan depremler, yeni su ve enerji kaynaklarının ortaya çıkmasını tetiklerse, aynı şekilde, toplumların hayatında meydana gelen büyük krizler de yol gösterici büyük önderlerin ortaya çıkmasını tetikler. İslâm tarihinde Moğol istîlâsının yol açtığı kriz, Hz. Mevlânâ gibi büyük bir düşünce ve irfan adamını oraya çıkarmıştır.
Tam bir kaos ortasında Hz. Mevlânâ’nın; “Biz fasletmeye/ayırmaya değil, vasletmeye/birleştirmeye geldik.” demesi, İslâm’ın birleştirici rûhunu temsil eder.
Eğer insanlar, aynı gönlü paylaşmıyorlarsa, aynı dili konuşsalar da onlar, aslâ vasletme/birleştirme yanlısı olamazlar. Çünkü onların dili birleştirici değil, ayrımcıdır. Önce içte, gönülde birlik olmalıdır. Bu birliktelik, dolaylı olarak zaten dıştaki, kalıpların, bedenlerin ve coğrafyaların birlikteliğini beraberinde getirecektir.
Kendi içinde ikilikler ve zıtlıklar yaşayan insanların dış dünyada birlik pozları sahtedir, sun’îdir, yapmacıktır. Mânâda birlik olmazsa, sûrette birlik olmaz. Mânâda birliği kurduktan sonra, sûretlerin farklılığı salt ayrıntıdan ibaret kalır.
Tam da bu noktada Hz. Mevlânâ, Yunus Emre, Muhyiddîn İbn Arabî, Sadreddîn-i Konevî gibi bilumum gönül ve fikir mimarlarının, farklılıkları varlık âlemindeki renkli vitraylar gibi görmeyi temel alan mesajlar taşımaları, insanlığın yüzünü yeniden İslâm medeniyetine döndürmelerinde etkili oluyor. Bizler birliğimizin ve dirliğimizin şifrelerini, çok zengin olan irfan hayatımızda bulabiliriz. Yeter ki, önyargılı olmayalım ve birbirimize saygı eksenli tahammül göstermeyi özümseyelim.
Hayatı güzelleştirecek olan insanın kendisidir. İstenilirse, küçük şeylerden bile mutluluklar çıkarılır. Birliğimizin ve geniş ufuklu bakışımızın yegâne çaresi, referans köklerimize yeniden dönüp, uhuvvetin kök değerlerine hayat vermekten geçiyor. Eğer bunu yapmazsak, bir asır önce bizi uyaran bir âlimimizin şu uyarısı hâlâ güncelliğini korur:
“Ey ehl-i iman! Zillet içinde esâret altına girmek istemiyorsanız, aklınızı başınıza alınız. Müslümanların ihtilaflarından istifade eden zâlimlere karşı ‘Mü’minler kadeştir!’ kalesinin içine giriniz. Yoksa ne varlığımızı muhâfaza edebilir ve ne de hukukumuzu savunabiliriz.”
Maalesef bugün İslâm âlemi bu uyarıya kulak vermediği için bu tehlike içinde yaşamaktadır.
Yaşadığımız modern zamanların Batı toplumlarında Yeni Oryantalist stratejistler, İslâm dünyası üzerinde hem fiziksel ve hem de fikrî planda yeni değişim ve dönüşümleri gerçekleştirmek için uygulayıcıları birbirinden farklı projeler sunuyorlar. Batı’lı stratejisiler Müslümanları kendi içinde nasıl çatıştırılacaklarını da plânlamakla kalmıyorlar, özellikle farklı mezhep ve etnik kökene sahip Müslümanların yoğun yaşadığı ülkelerde bu oyunu sahneye koymaya da çalışıyorlar.
Bugün biz, bu tezin Irak, Pakistan, Lübnan, Afganistan ve Sudan gibi Müslüman ülkelerde nasıl uygulandığını hep birlikte görüyoruz. Müslümanlar arasında farklı grupların birbirleriyle çatıştırılması özendiriliyor. Böylece ortak düşmana ve ülkenin kalkınmasına karşı güç birliği yapma zayıflatılıyor.
Aynı İslâm akîdesine inanan ve bağlanan Müslümanlar arasında aslâ mezhep ya da etnik köken farklılığı, çatışma sebebi olamaz, olmamalıdır da. Çünkü Müslümanlar arasında asgarî müşterekler değil, birlikteliği sağlayacak ve her türlü çatışmayı ortadan kaldıracak şekilde âzamî müşterekler vardır.
Maalesef bugün Müslümanlar, sadece Irak’ta değil, dünyanın her tarafında etnik ve mezhep farklılığı kaşınarak birbirine kırdırılmak isteniyor ve kısmen başarılı da oluyorlar. Müslüman toplumların yumuşak karnı dediğimiz hassas noktalar, alabildiğine tahrik ediliyor, sinir uçları ile oynanıyor.
Bu konuda âzamî hassasiyetin gösterilmesi insânî ve dinî bir zorunluluktur. Müslümanlar arasında bizim farklılığımız asılda değil, yorumdadır. Dinin usûlünde, yani iman esaslarında bütün mezhepler görüş birliğine sahiptir. Yüzyıllardır Müslümanlar, nasıl kardeşçe yaşamışlarsa bundan sonra da yaşamaya devam etmelidirler.
Farklılıklarımız ayrılıklarımız değil, zenginliklerimiz olarak görülmelidir. Hepimiz bütün renkleriyle bir halının ya da bir kilimin desenindeki çizgiler gibiyiz. İttifak noktalarımız gündemde tutulmalıdır. Bu konuda siyaset, ilim, fikir ve kanaat önderlerine tarihî sorumluluk düşmektedir.
Özellikle sosyal medya, basın yayın organları bu ateşi yükseltmede değil, aksine düşürmede rol oynamalıdırlar. İslâm Dünyasının Balkanlaştırılması isteniyor. Bu konuda duyarlılık göstermek ve her çeşidiyle Müslümanlar arasında vahdet ve ittihâdı sağlamak adına, saldırgan durumunda olan Müslümanların durdurulması, diğer Müslümanlar üzerinde îmânî bir görevdir. Ancak İslâm topraklarından müstevlîlerin kirli emelleri ve gizli planları böyle bir dik duruş sayesinde akamete uğratılabilir.
Netice olarak söylemek gerekirse, Müslümanlar önce içinde yaşadıkları toplumlarda sonra da İslâm milletleri arasında uhuvveti tahrip edecek davranışlardan uzak durmalıdırlar. Bu noktada, yıpranan kardeşlikler tamir edilmeli, birlikteliği pekiştirici değerler ise korunmalıdır.
Uluslararası düzeyde, Müslümanlar arası birliği pekiştirme yolunda fikrî, harsî, iktisadî, sosyal ve dinî ilişkileri artırıcı organizasyonlara imza atılmalıdır. Öte yandan İslâmî öğreti, bir insan olarak hiçbir inanç, mezhep ayrımı yapmadan bütün insanlara Allah’ın yarattığı bir varlık olarak bakar.
Bu ilâhî ilke uğruna, gerektiği zaman, aynı kaderi paylaştığı insanların hakkını ve hukukunu savunmaktan da geri durmaz. Her ne kadar o, kendisinden inanç ya da felsefî görüş olarak farklı ise de onun varlığını bir realite olarak görür. Önemli olan bundan sonra da Müslümanların, gerek İslâm içi farklı yorumlara sahip olan kardeşleriyle ve gerekse İslâm dışı farklı din ve inançlara mensup vatandaşlarla aynı barış ortamını sürdürmeleridir.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarMiladî 1256... Anadolu fay hattıyla birleşen ölü deniz fay hattı harekete geçiyor. Başta Antakya, Şam, Mısır, Filistin ve Hicaz Bölgesi olmak üzere bu koca coğrafyada yıkıcı ve tahrip edici büyük bir ...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Ahmed-i Yesevî, hikmetlerinde bizlere Kur’ân’ın öngördüğü zikir ibâdetini gündemde tutmakta, inananların zikirle uyanışa ermelerini öngörmektedir. Ahmed-i Yesevî, konuyu özellikle şu beş ana noktada e...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Kıbrıs bizim neyimiz olur? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyoruz ama güzel ada Kıbrıs, bütünüyle düne kadar bizim değil miydi? Karadeniz’de Kırım Yarımadası, Akdeniz’de Kıbrıs Adası bizim ileri karako...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken vahiy nâzil olmaya devam ediyordu. Sahâbe, amelî ve dünyevî konularda olduğu gibi îtikâdî konularda da kafalarına takılan her türlü soruyu sevgili Pey...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ