Yesevî Dervişlerinin Zikre Koyulma Çabası
Ahmed-i Yesevî, hikmetlerinde bizlere Kur’ân’ın öngördüğü zikir ibâdetini gündemde tutmakta, inananların zikirle uyanışa ermelerini öngörmektedir. Ahmed-i Yesevî, konuyu özellikle şu beş ana noktada ele almaktadır:
Ârifler, Allah’ın kudret ve azametine hürmet ederler. Allah’ın yüceliğini ilân ederler. Ârifler azamet-i ilâhiyye karşısında acziyetlerini hissedip mahviyet duygusuna bürünürler. Getirdikleri tekbirlerle Allah’ın yüceliğini ilân ederler. Getirilen tekbirler, gerçekleştirilen tehliller, aşkla söylenen telbiyeler, yapılan teşbihler, yapılan tahmidler ve söylenen Hak sözler âriflerin sırât-ı müstakîm üzerine olmak derdinin dışa vuran hâlet-i rûhiyeleridir.
Onlar yüceliği Hakk’ın zâtına ait görürler, O’na muhtaçlık duygusu içerisinde yaşarlar, O’nu yâd edip O’nun yoluna baş koyarlar.[1] Allah’ın büyüklüğünü, yüceliğini, kudretinin sonsuzluğunu, azametini anmak ve anlamak için Ahmed-i Yesevî, hikmetlerinde tekbir getirmeyi tavsiye etmekte, sohbete tekbirle başladığını belirtmekte, hayatı getirilecek tekbirlerle anlamlı kılmaya davet etmektedir:
Kul Hoca Ahmed tekbîr deyip sohbete başla
Hay u heves ben-benliği uzağa gönder
Seherlerde dört dövünüp dinmeden çalış
O sebepten Hak’tan korkup kabre girdim.[2]
Ahmed-i Yesevî’ye göre zikir öyle bir büyük iksirdir ki, Allah içtenlikle zikredildiği zaman kulun gönlüne ve bedenine büyük tesir halkası oluşturmaktadır. Ahmed-i Yesevî hikmetlerinde bu durumu şu şekilde dile getirmektedir:
Aşk bağını sıkıntı çekip yeşertmesen
Hor görülse kötü nefsini öldürmesen
Allah diyerek içe nûru doldurmasan
Vallah billah sende aşkın eseri yok
Hak zikrini can içinde çıkarmasan
Üç yüz altmış damarlarını kımıldatmasan
Dört yüz kırk dört kemiklerini kul eylemesen
Yalancıdır Hak’a âşık olduğu yok[3]
Zikredenlerin dünyası da âhireti de cennet olur. Zikredenlerin gönlü de hânesi de şen olur. Zikredenlerin dili de işleri de hoş ve lâtif olur. Zikredenler incelik, zarâfet, estetik, kibarlık, letâfet, doğruluk ve güzellik yolcusu olur. Zikredenler kendilerini cehennemlik olmaktan kurtarır, daha dünyadayken cennet atmosferine bürünmeye başlar.
Cennetin güzel kokusu, cennetin tatlı lezzetleri, cennetin olanca güzellikleri onların simalarında, gönüllerinde, işlerinde ve hallerinde tezahür etmeye başlar. Cehennemden uzaklaşıp cennette yakınlaşmanın seyrini zikrullahta gören Ahmed-i Yesevî zikrin cehennemden azat kılan kıymet-i harbiyesine dikkatimizi çekmektedir.[4]
Bizleri dünyevî kaygılardan ve gaflete bürünmekten uzaklaşmaya davet eden Ahmed-i Yesevî, Hak erlerini hiçbir şeyin zikirden alıkoymayacağı gerçeğini şu şekilde beyan etmektedir:
Ricâlün lâ tülhîhim deyip Allah söyledi
O yiğit mâsivâdan olur ayrı
Zikrini deyip her nefeste olsa hazır
Bulur her zaman gavslar gavsı celâletini.[5]
Âyetlerden iktibasta bulunarak mâsivânın Hakk’ı zikirden alıkoyamayacağını ise şu şekilde ifade etmektedir:
Erenleri Hak yâdından gâfil olmaz
Ricâlün lâ tulhîhim der Hâliku’n-nâs
Eren yolunu tutan aslâ yolda kalmaz
O hazrette sır esrarı makbul olur.[6]
Allah’ın zikrinden bir an bile gâfil kalmayan seçkin isimleri erenlerden saymaktadır. Hikmetlerinde bizleri bir an bile Hak yâdından ayrılmamaya davet etmektedir:
İşbu yola ey kardeş pîrsiz girme
Hak yâdından bir an gâfil olup yürüme
Mâsivâya akıllı isen gönül verme
Lanetli şeytan kendi yoluna salar imiş [7]
Hakk’a âşık olan kişinin dünya kaygısına kapılmayacağını hatırlatan Ahmed-i Yesevî, bizleri hiçbir şeyin Allah’ı anmaktan alıkoyamayacağını özellikle vurgulamaktadır:
Âşık yanar candan yanar Hakk’ı sever
Allah için dünya kaygısını boşlar
Bağrını deşip baştan ayağa kana boyar
Âşık olup terk eyleyip yürür olmalı[8]
Cemâlullâhı müşâhede edebilmek için evlâd u ıyaldan geçmek gerektiğini, Allah’ın dışında hiçbir şeye güvenmemek gerektiğini Ahmed-i Yesevî şu şekilde ifade etmektedir:
Kul Hoca Ahmed cemâl arayıp fakir ol
Geç çoluk çocuğundan ayrı kal
Allah hakkı bunlar düşman uzak ol
Ayrı kalan cemalini görür imiş[9]
Sahip olduğumuz imkânları, varlık ve servetimizi, çoluk çocuğumuzu, ev barkımızı gururlanma sebebi değil, birer imtihan sebebi olarak değerlendiren Ahmed-i Yesevî bu dünyadan göçmeden isyan düğümünü çözmek gerektiğini şu şekilde vurgulamaktadır:
Vah ne yazık sevgi kadehini içmeden
Çoluk çocuk ev barktan tam geçmeden
Suç ve isyan düğümünü burada çözmeden
Şeytan galip can verirken de şaştım ben işte[10]
İmtihan dünyasının zorlu bir süreç olduğuna, rehâvete kapılıp şımarmamak gerektiğine vurgu yapan Ahmed-i Yesevî riyâzet ve mücâhede yolunu tercih etmemizi tavsiye etmektedir:
Allah için evlâtlarımı yetim eylesem
Riyâzette kemiklerimi hamûr eylesem
Ehil ıyâl ev barkımı düşman eylesem
Dostlar Hocam bana bağlım der mi ki[11]
Sûfîlik iddiasında bulunan, dervişlik yoluna giren, erenlerin dünyasına yönelen isimlerin daha dikkatli olması gerektiğini ifade eden Ahmed-i Yesevî dervişleri Hak zikrinin pervânesi olmaya davet etmektedir:
Ey sûfî kıldın muhabbet dâvâsını dîvâne ol
Mâl ve mülk ev barkdan geç ve ilgisiz ol
Kim Allah diye söylese bin dönüp pervânesi ol
Sûfî-nakş oldun velî aslâ Müslüman olmadın[12]
Dünya hayatını bir heves, çoluk çocukların varlığını bir imtihan olarak gören Ahmed-i Yesevî muhâtaplarına servet avcılığında değil helâl kazanç peşinde koşmayı, servet ve çocukların kendilerini Hakk’ı zikirden alıkoymaması gerektiğini vurgulamaktadır:
Gidelim deriz ev barkdan ayrı olup
Çoluk çocuk ev barkdan ırak olup
Dünyâ telâşını dışlayıp bahr-ı Hûdâ olup
Ey yârânlar hoşça kalın ta görenece[13]
Kulun Rabb’ini sevmesi O’nun zikriyle doğru orantılıdır. Rabb’ini zikrettiği oranda gönlünde muhabbetullah artacaktır. Âyet-i kerîmede Rabb’imiz bizlere; “Kim, Rahmân’ın zikrinden yüz çevirirse, biz ona bir şeytan musallat ederiz; artık o, onun ayrılmaz bir dostudur.”[14] uyarısında bulunmaktadır. Âyet-i kerîmeden aldığı ilhamla Ahmed-i Yesevî, zikirden yoksunluğun şeytanla yoldaşlık anlamına geldiğini şu şekilde dile getirmektedir:
Nefsim beni yoldan çıkarıp hakir eyledi
Çırpındırıp halka ağlamaklı eyledi
Zikir söyletmeyip şeytanla dost eyledi
Hazırsın deyip nefs başını deldim ben işte.[15]
Allah’ın zikrinden yüz çevirenlerin ebedî hayatı değil dünya hayatını tercih ettikleri üzerinde duran Ahmed-i Yesevî, bizlere zikrullâhı terk edip kendilerini dünya hayatının geçici heveslerine kaptıranlardan uzak durmaya şu şekilde davet etmektedir:
Akıllı isen gariblerin gönlünü avla
Mustafâ gibi yurdunu gezip yetim ara
Dünyaya tapan soysuzlardan yüzünü çevir
Yüz çevirerek derya olup taştım ben işte.[16]
Kalbi Rabb’ini zikirden uzaklaşanlar Ahmed-i Yesevî’ye göre dünyaya aldananlar, nefsin şehvetlerine tâbi olanlar, dünyayı âhirette daha çok tercih edenler sınıfındandır. Ahmed-i Yesevî hikmetlerinde sıklıkla kalbimizi Hakk’ı zikirle hemhâl kılmamızı öğütlemektedir.
Ebü’l-Hasen eş-Şâzilî’ye (ö. 656/1258), “Efendim, asrınızdaki insanlara ne ile üstünlük sağladınız; hâlbuki sizde (herkesten ayrı olarak yaptığınız) büyük bir amel göremiyoruz!” diye sorulduğunda, eş-Şâzilî şöyle cevap vermiştir: “Allahu Teâlâ’nın, Peygamber (s.a.v.)’ine emrettiği bir hasletle üstün geldim; o da sizden gelecek menfaatten ve dünyanızdan yüz çevirmektir.”[17]
Hak ile vuslâtı öncelikli hedef hâline getiren, ilâhî vuslâta ermenin çabasına koyulanları Allah (c.c.), kurtuluşa erdirmekte, onlara yardım etmekte ve kendisini ilâhî huzuruna çekmektedir. Allah (c.c.) bizleri gâfillerin arasına girmekten ve onlarla içli dışlı olmaktan sakındırmaktadır.[18]
İbn Acîbe’nin yerinde tesbitiyle söyleyecek olursak, gâfillerin sohbeti kalbi öldürücü bir zehirdir. Bir zarûret yokken onlarla oturup kalkmak bir kayıp ve vakti boşa geçirmektir. Ancak onlarla oturan kimsenin nûru, onların karanlığına gâlip gelir ve onları Allah’a çekerse, böyle bir kimsenin onlarla oturması, gâfiller için bir kemâl sebebidir.[19]
[1] İbn Acîbe, Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed b. el-Mehdî, el-Bahru’l-Medid fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, thk. Ömer Ahmed er-Râvî, Dâru’l-Kutübi’l-Ilmiyye, Beyrut 2010, c. VIII, s. 172.
[2] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, TDV Yayınları, Ankara 2018, s. 80.
[3] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s.293.
[4] Derya Ersöz, “Ahmet Yesevi, Hâkim Ata ve Yunus Emre’de Ahiret Tasarımı”, Folklor Akademi Dergisi, c. 4, Sayı: 1, s. 137.
[5] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 279.
[6] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 294.
[7] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 244.
[8] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 233.
[9] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 257.
[10] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 60.
[11] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 169.
[12] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 262.
[13] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 430.
[14] Zuhruf 43/36.
[15] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 61.
[16] Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 60.
[17] İbn Acîbe, el-Bahru’l-Medid, c. VII, s. 240-241.
[18] Bkz. 18/Kehf, 28.
[19] İbn Acîbe, el-Bahru’l-Medid, c. VII, s. 240-241.
Kadir ÖZKÖSE
YazarHiç kimse rengini seçmedi elbet,Ne fark eder, söyle, derinin tonu?Kimine vuslatken, kimine dehşet,Fânî olanların gelecek sonu,Kopacak şüphesiz büyük kıyâmet...O gün başlayacak cihâdın hası,Ezan-kamet ...
Şair: Halil GÖKKAYA
Balkanların fethi sürecini başlatan Osmanlı Devleti, Balkanlarda kalıcı olabilmek için sadece siyasî ve askerî kuvvetlerin yeterli olmayacağını yakından anlamıştır. Fetihlerin kalıcılığını sağlamak, B...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Fetih; coğrafî açılımın ötesinde kafaların, kalplerin ve müesseselerin İslâm’a açılmasıdır. Fetihle gerçekleşen açılım ancak Hak adına olur. Hak’tan halka açılımın bir diğer ifade biçimidir. Peygamber...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s.), Anadolu’nun yakın tarihinde ilmî, mânevî ve hizmet endeksli kişiliği ile derin izler bırakan nice büyük isimlerden biridir.[2] Zâhir ve bâtın sahalardaki hizmet...
Yazar: Fatih ÇINAR