Yaşayarak Tebliğin Önemi
Öğretmen bir sınıfa ilk kez derse girdiğinde, öğrenciler her açıdan onu süzmeye başlarlar. Alana ne kadar hâkim olduğuna, dersi güzel anlatıp anlatmadığına, Türkçesinin düzgün olup olmadığına, öğrenciyi uyanık tutup tutmadığına, sınıfa karşı saygılı bir dil kullanıp kullanmadığına ve davranışlarına bakarlar.
Giydiği elbiselere ve ayağındaki ayakkabıya varıncaya kadar endamını bir güzel incelerler. O ilk ders boyunca hocayı sürekli gözlerler. Dersin sonunda çıkıp gittiğinde de kendi aralarında hocayı değerlendirmeye başlarlar ve ona bir not verirler. Bu not ileride üç aşağı beş yukarı hep aynı kalacaktır. Bu sebeple ilk izlenimler çok önemlidir.
Güzel bir başlangıç yaparak ilk dersten itibaren öğrencilerle güzel bir iletişim kurabilen öğretmenler hem öğrenci tarafından sevilirler hem de anlattıkları dersler dinlenir, verimli olur. Öğrencilerin en çok istifâde ettikleri öğretmenler bu kimselerdir.
Ancak söz konusu bağı kuramayanlar, alanlarında çok birikimli olsalar bile, meselâ anlatma kâbiliyetleri zayıf ise, dersleri anlatmakta başka bir ifadeyle sınıfın anlayabileceği bir düzleme indirmekte zorlanıyorlarsa, öğrenciler bütün bir ders boyunca sıkılırlar.
Bunun yanında, öğrencilere karşı kırıcı ifadeler kullanan, hakâretler eden, saygınlığına halel getirici davranışlarda bulunan öğretmenlere karşı öğrenciler her zaman mesafelidir. Böylesi öğretmenler sadece derslerini yapıp çıkarlar, çıktıktan sonra da öğrencilerin nazarında iyi bir izlenimleri yoktur. Hatta öğrenciler arasında alay konusu olurlar ve arkalarından hiç de hoşnut olmayacakları sözler sarf edilir.
Yaşantılarıyla Bizi Etkileyen Öğretmenler
Tahsil derecemiz ne olursa olsun, fark etmez, hepimizin hayatında izler bırakan, isimlerini andığımızda yüreklerimizin kıpır kıpır olduğu ve kendilerini saygıyla andığımız öğretmenlerimiz vardır. Bu hocalarımızı sevmemizin esas sebebi ahlâken iyi olmalarıdır.
Yaşantılarıyla ve yaklaşımlarıyla üzerimizde etki bırakmışlardır. Alanlarında iyi olmakla birlikte ahlâken iyi örneklik sergileyememişlere gelince, onlara karşı bir sevgi duymayız. Zira bizler farkında olamasak bile onlarda iki şeyi aramışızdır: İyi ahlâk, branşına hâkimiyet.
Bazı İnsanları Allah İçin Niye Çok Severiz?
Ahlâkî örneklik sadece öğretmenler için gerekli değildir. Esasında bu, hayatın her alanında geçerli olan bir durumdur. Dikkat edersiniz Allah için sevdiğimiz özel insanlar vardır. Bu insanları sevmemizin pek çok gerekçesi vardır. Allah’ın dinine hizmet etmeleri, bizleri etraflarında tutarak istikâmet sahibi kılmaları, ibâdetlerden kopmayan, haramlardan kaçınan kişiler hâline gelmemize vesile olmaları sebebiyle sevgimiz gönüldendir.
Bütün bunların özünde, bizleri onlara bağlayan esas sebep şudur: Sergiledikleri güzel yaşantı. Sürdükleri hayat bizleri etkiler. Ağızlarından çıkan sözlere dikkat etmeleri, her zaman tatlı dilli olmaları, kimsenin kalbini kırmamaya çalışmaları, ibâdetlerini olması gerektiği gibi yerine getirmeleri, yaşamlarıyla herkesi Kur’ân ve Sünnet’e yöneltmeleri hepimizi kalbimizden yakalar, etkisi altına alır.
Onların bu yaşantısını görenler etkilenir ve onlar gibi iyi bir Müslüman olmak arzusu içlerine düşer, bir şeyler yapmak için çabalarlar.
İslâm Sözden Ziyade Yaşantıyla Tebliğ Edildi
Allah rızâsı için sevdiğimiz insanları şöyle bir göz önüne getirelim:
Onlar bizleri söylediklerinden ziyade yaşantılarıyla etkilerler. Biz onları, Allah Rasûlü’nün yaşamını hayatlarında tatbik ettikleri ve iyi bir örneklik sergiledikleri için severiz. Şayet bizlere çok güzel ifadelerle tatlı va’zlar vermekle yetinselerdi ve anlattıkları şeyleri yaşantılarında görmeseydik, muhitlerine bile uğramazdık. Semtlerine uğramak bir yana, anlatadurdukları şeyleri kendi hayatlarında tatbik etmedikleri için kızardık bile.
Lâkin onlarda gördüğümüz durum bunun tam tersinedir. Neler anlatıyorlarsa ve ziyaretlerine gelen insanlardan nasıl bir Müslümanlık sergilemelerini istiyorlarsa, kendileri bunun daha fazlasını yapma çabasındadırlar. İşte bizleri etkileyen de budur.
Çünkü biz onlara bakarak, bu dinin yaşanabilir bir din olduğunu görebiliyoruz. Onların yaşantıları bizleri cesâretlendiriyor ve iyi mü’min olma azmimizi biliyor. Dolayısıyla böyle yaşayanların sadece kendilerine değil etraflarına da faydalı olduğunu anlıyoruz.
Gerek Asya’da, gerek Balkanlarda ve gerekse ülkemizde velhâsıl dünyanın her yerinde insanların Allah’ın dinine girmeleri veya inançlarını amele dönüştürmeleri büyük oranda bu yolla gerçekleşmiştir, gerçekleşiyor. İnsanlar İslâm’ı güzel yaşayan böylesi mü’minlerden etkilendiler, etkileniyorlar.
Onlar vasıtasıyla hak dinin insan fıtratına ne kadar uygun olduğunu anladılar, anlıyorlar. Etkilenme sonucunda da İslâm’a sarıldılar, sarılıyorlar. Amelî yönleri zayıf olanlar, rehber insanlar vasıtasıyla yaşantılarını düzelttiler, günümüzde de düzeltmeye devam ediyorlar.
Bütün bunlar bizlere göstermektedir ki, İslâm’ın tebliğinde söz çok önemli olmakla birlikte ondan daha önemli olan husus yaşantıdır. Nitekim bizler dünyadaki Müslümanları zorla İslâm’a sokmadık. İslâm tarihinde böyle bir olay aslâ yaşanmamıştır. Son dini kabul edenler hep kendi istekleriyle benimsemişlerdir. Bunda en büyük pay, yaşantıları ile sözleri birbirini destekleyen güzel Müslümanlara aittir.
Allah Rasûlü’nün Yaşantısı Anlattıklarına Kenetlenmişti
Gözlerimizi İslâm’ın ilk yıllarına döndürdüğümüzde karşılaşacağımız manzara farklı değildir. Allah Rasûlü etrafındakilere sadece İslâm’ı tebliğ etmekle kalmıyor, son dinin nasıl yaşanacağını kendi örnekliğiyle de gösteriyordu. İnsanlar ondan Allah’ın son emirlerini öğrenirken, bunların hayata nasıl yansıtılacağını da bizâtihî görüyorlardı.
Allah Rasûlü’nün güzel yaşantısına bakarak, İslâm’ın yaşanması durumunda beşeriyetin ne kadar erdemli ve ahlâklı olacağını anlıyorlardı. Dikkat edilirse, İslâm’ı kabul etmeyenler bile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in anlattıklarını veya insanlardan istediklerini kendisinin yaşamadığı yönünde en küçük bir suçlamada bulunmamışlardır.
Onları en çok kızdıran da zâten bu idi. Allah Rasûlü’nün anlattıklarıyla uyumlu yaşantısı müşrikleri çileden çıkarıyordu. Çünkü onun mesajını dinleyip yaşantısını gözleyenler İslâm’ı hemencecik kabul ediyorlardı. Bu yüzden ona olmadık dünyalıklar teklif ettiler, ancak Allah Rasûlü hepsini elinin tersiyle itti.
Hz. Peygamber (s.a.v.) esasında sadece insanların önünde güzel bir yaşantı sergilemiyordu. Ev içindeki davranışları da böyleydi. Gece yatağına duâlar eşliğinde giren, teheccüd namazlarını aksatmayan, diğer nâfile ibâdetlerle yaşamını süsleyen, eşlerine bir kez olsun ağır bir ifade kullanmayan, yanında hizmet eden Enes bin Mâlik’e on yıl boyunca bir kez elini kaldırmayan, bir defacık bile azarlamayan o idi.
Dolayısıyla başta ailesi olmak üzere bütün Müslümanlar onun yaşantısından etkileniyorlardı. Örneklik teşkil eden güzel hayatıyla ashâbının gönül dünyasındaki tahta kuruluyordu.
Son elçinin yolunu tutan kutlu sahâbîler de, sergiledikleri yaşamlarıyla İslâm’ın yayılmasında ve bir cihan dini hâline gelmesinde büyük katkı sağladılar. Çünkü gittikleri yerlerde insanları sadece sözle İslâm’a davet etmiyorlardı. Sürdükleri yaşantıyla da görenleri etkiliyorlardı.
Onlara bakanlar bu dinin gerçekten yaşanabilir güzel bir din olduğunu müşâhede ediyorlardı. Bunun ardından da İslâm’ı benimsiyorlardı. Muaz bin Cebel’in ve diğer sahâbîlerin gittikleri yerlerde başarılı olmalarının sebebi buydu.
Başarı Çalışmadan Gelmiyor
Bizler hem Allah Rasûlü’nün hem de kutlu sahâbîlerinin İslâm’ın sancağını çok kısa sürede dünyanın pek çok bölgesinde göndere çekmesini sadece Allah’ın yardımına bağlarız. “O Allah’ın peygamberiydi, Allah ona yardım etti.” deriz. Hâlbuki hem o hem de sahâbîleri çabaladılar, yaşantılarıyla İslâm’ın mesajını insanlığa sundular, Allah da onları nusretiyle muzaffer kıldı.
Dolayısıyla bu başarı, oturdukları yere çivilenmeleriyle gelmedi. Çalıştılar, Allah’ın dini için her türlü fedakarlığı ortaya koydular, Allah da muradlarına erdirdi. Zaten Allah bu müjdeyi herkese vermektedir: “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.”[1]
Biz Ne Durumdayız?
Sormamız gereken soru bizim ne hâlde olduğumuzdadır. Şüphesiz Allah indirdiği son dine yardım edenleri her zaman nusretiyle destekleyecektir. Ancak yaşadığımız çağda İslâm’ın güzel mesajı insanlara doğru şekilde ulaşmıyor ve bizlerin yaşantılarına bakanların gönülleri dinimize ısınmıyorsa, kendimizi ve yaşantımızı sorgulamak durumundayız:
Bizi tanıyanlar acaba gidişatımızı İslâm’la örtüştürebiliyorlar mı? Sürdürdüğümüz hayattan İslâm adına bir mesaj çıkarabiliyorlar mı? Yoksa dindar olarak bildikleri bizlerin yaşantısına bakarak İslâm’dan uzaklaşıyorlar mı?
Eğer bizler davranışlarımızla İslâm’ın güzelliğini etrafımıza yansıtabilsek, geriye anlatılacak pek bir şey kalmayacaktır. Ancak anlatmak kolaydır. Zor olan bunu hayata geçirmek ve yaşantımıza hâkim kılmaktır. Bu ise samimiyet ister, çaba ister, sabır ister.
Allahu Teâlâ bizleri uyarmaktadır: “Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.”[2]
Sözün özü, gerçekten Müslüman olmamızın vaktidir. Unutmayalım ki Allah, Tevrat’ı bilmelerine ve birbirlerine okumalarına rağmen icrâata yansıtmayanları çok kötü tanımlamıştır: “Kendilerine Tevrat öğretildiği hâlde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir.”[3]
Allah Rasûlü’nün şu hadisi ise geriye söylenecek söz bırakmamaktadır: “Kıyâmet gününde bir adam getirilerek cehenneme atılacak ve karnındaki bağırsakları dışarı çıkacak. Onları, eşeğin değirmen taşını döndürdüğü gibi döndürecek. Tam bu esnada cehennemlikler yanına toplanacak ve ‘Ey Filan! Sana ne oldu? Sen iyiliği emreder, kötülükten men etmez miydin?’ diyecekler. O da ‘Evet! İyiliği emrederdim ama ben yapmazdım. Kötülükten men ederdim ama onu kendim yapardım.”[4]
[1] 47/Muhammed, 7
[2] 61/Saf, 2-3
[3] 62/Cuma, 5
[4] Buhârî, 6569
Enbiya YILDIRIM
YazarYahyâ Nazîm (1651-1727)Reh-i aşkında bî-sabr ü şekîbim yâ RasûlallahSeni her kim severse ben rakîbim yâ RasûlallahKabul eyle civâr-ı izzetinde çekmeyim gurbetBilirsin kendi şehrimde garîbim yâ Rasûlal...
Yazar: Vedat Ali TOK
Etrafımızda tanıdığımız pek çok insan vardır; hayatları sıradan bir şekilde devam ederken birden değiştiklerini ve Allah’a yöneldiklerini görürüz. Bazen bir Cuma sohbeti buna vesile olur. Vâizin insan...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Babası kerâmetleri ve menkıbeleri ile anılan Hz. Ali soyundan Şeyh İbrâhim, annesi Mûsa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeden Ahmed-i Yesevî, sahâbeden olduğu söylenen ...
Yazar: Ali AKPINAR
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s.), Anadolu’nun yakın tarihinde ilmî, mânevî ve hizmet endeksli kişiliği ile derin izler bırakan nice büyük isimlerden biridir.[2] Zâhir ve bâtın sahalardaki hizmet...
Yazar: Fatih ÇINAR