İhramcızâde Hazretleri’nin İki Şiirinde Hakk’a Vuslâtın Adımları
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s.), Anadolu’nun yakın tarihinde ilmî, mânevî ve hizmet endeksli kişiliği ile derin izler bırakan nice büyük isimlerden biridir.[2] Zâhir ve bâtın sahalardaki hizmetleri ile günümüzde de etkisi hissedilen Efendi Hazretleri’nin gönül dünyasının berraklığı, hizmetlerinin Hak rızası olmasını ve köklü hizmetlerin meydana gelmesini sağlamıştır.[3]
Hak ve halk katında seçkin bir konumda olduğu görülen İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’nin gönül aynasını tertemiz yapıp orayı Hakk’ın nazargâhı hâline getirebilmek için zikrettiği bazı şartlar vardır. Bir başka ifadeyle İhramcızâde Hazretleri, Hakk’a vuslâtın şifrelerini bazı şiirlerinde, şiirin de gücünü kullanarak, açık ve net ifadelerle dile getirmiştir. Bu çalışmada İhramcızâde Hazretleri’nin iki şiirinde hareketle vâsıl-ı ilallâh olabilmenin seyrine dair değerlendirmelerine yer verilecektir.
İki Şiirinden Hareketle İhramcızâde Hazretlerine Göre Vuslât-ı Hakk’a Ulaşma Sürecinin Şifreleri
Medrese mezunu olan, Arapça ve Farsçayı o dillerde şiir yazabilecek kadar iyi bilen ve insânî ilişkilerde gönül alıcı bir usûl takip eden Efendi Hazretleri,[4] hedef olarak insanlara, Hakk’ın rızasına bende olmayı ve O’nun hoşnutluğunu kazanmayı göstermiştir.
Dikkat çekeceğimiz iki şiirinde de özellikle bu hususa değinen Efendi Hazretleri, Hakk’a vuslât için öncelikli olarak niyetlerin tashîh edilmesi gerektiğini dile getirmiştir. Kalpten Hakk’ın rızası dışındaki şeylerin çıkarılmasını mânevî yolculuğun ilk şartı olarak zikreden Efendi Hazretleri, gönle Hakk’ın tecellî edip Hak ile kulun sohbetinin ancak bu şarta bağlı olduğunu şu şekilde dile getirir:
“Gel beri gel masivâdan uzlet et
Ba’dehû Mevlâ ile var sohbet et.”
Şemseddîn-i Sivâsî’nin (öl. 1006/1597), “Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak/Padişah konmaz saraya hâne ma’mur olmadan”[5] şeklinde mısraını hatırlatan bu seslenişinin ardından niyetini düzelten kişinin Hakk’a yakınlık elde etmek istiyorsa önünde zorlu bir süreç olduğunu dile getiren Efendi Hazretleri, bunun için de nefsin istek ve arzularına gem vurulmasının şart olduğunu söyler.
Efendi Hazretleri’ne göre kurbet/Hakk’a yakınlık yurdu nefse muhalefet adımlarıyla aşılabilecek bir alandır:
“Basmak istersen bisât-ı kurbete
Nefsine bas işbu yolda gayret et.”
Efendi Hazretleri’ne göre, mânevî yolculuk sonunda Hak, kişiyi kendine ayna kılacaktır. Eğer kişi bunun için çaba gösteriyorsa bâtınını/iç âlemini/gönlünü/kalbini Hakk’ın tecellîlerine mazhar olacak tertemiz bir ayna hâline dönüştürmelidir.
Ona göre zâhirini/dış âlemini şerîatın emir ve yasaklarına riayetle temizleyen mâneviyât yolcusunun kalbinde nefis ve şeytanın vesveseleri ile bulunan riya, benlik ve diğer hastalıkları tarîkat suyu ile yıkamalıdır:
“Sırr-ı Hakk’ı ben ise âhir murâd
Bâtının tathîre evvel himmet et.”
Şerîat-tarîkat dengesine bu şekilde dikkat çeken Efendi Hazretleri, Hakk’ın muradına uygun bir kul olmak isteyen sâlikin/mâneviyât yolcusunun nice sırlara ancak bir yol göstericinin yol göstermesi ile ulaşabileceğini de ifade eder. Ona göre Hakk’ın rızasını arzulayan kişi/tâlib, bir mürşid-i kâmile bende olmaksızın Hakk’a vâsıl olamaz.
Çünkü iç ve dış âlemi bakımından tertemiz olmak isteyen kimse zâhir ve bâtını pirüpak olan kimselerle yakınlık elde etmeli, onların sözünden çıkmamalı ve gösterdikleri yolda şek ve şüpheye düşmeden yol almalıdır:
"Gayretullâh sırrına tâlib isen
Mürşid-i kâmil elin tut bîat et
Âb-ı feyz-i Hak ile pâk olmaya
Pâklar ile gece gündüz ülfet et."
Efendi Hazretleri, Hakk’ın hayat veren ilâhî feyzine kavuşmak isteyen ve onunla tertemiz bir birey olmayı arzulayan kimseye telkin ettiği mürşid-i kâmile teslim olma tavsiyesinin ardından şiirin başında hatırlattığı gerçeği bir kez daha dile getirir ve Hakk’ın dışındaki her şeyden gönlü çekip almanın Hak ile ünsiyet için temel şart olduğunu belirterek bu şiirini sona erdirir:
“Masivâ efkârını dilden gider
Hakkıyâ Hak ile üns et rahat et.”[6]
Efendi Hazretleri, ikinci şiirinde de temel hedef olarak takdim ettiği Hakk’a vuslât konusu üzerinde durur ve şiirde bu defa ilk telkin olarak Hakk’ın dışında varlık kabul edilmemesi konusunu gündeme getirir. İlk şiirde olduğu gibi varlık bakımından Hakk’ın dışında bir varlığın söz konusu olmadığını bu şiirde de dile getiren Efendi Hazretleri, Hakk’ın Zât’ında fenâ tecrübesini elde etmenin, zâhir ve bâtın gerçek manada Hakk’a secde etmenin ve gönülden Hakk’ın dışındaki her şeyi çıkarmanın kişinin ancak Hakk’ın dışında bir varlık düşüncesini kendisine mâl etmemesine bağlı olduğunu şöyle dillendirir:
“Fenâ bul zât-ı Hak’da sen sana verme vücûd ey dil
Eğer zâhir eğer bâtın Hudâ’ya kıl sücûd ey dil.”
Yine önceki şiirde olduğu gibi bu tavsiyesinin ardından hiç vakit kaybetmeden gönül âleminden Hakk’ın dışındaki şeyleri çıkarmayı sâlike telkin eden Efendi Hazretleri, Hakk’ın dışında gönlünde bir şeyler bulunan kimselerin Hakk’a vâsıl olamayacaklarını, vuslât yolundaki en büyük bağın gönülde başka beklentilerin yer alması olduğunu belirtir:
“Sivâ kaydından âzâd olmağa sa’y eyle erkenden
Ki zîrâ râh-ı ıtlak için mâni'dir kuyûd ey dil.”
Efendi Hazretleri, insanın meydana getiren unsurlar ki bunlar toprak, su, ateş ve havadır, bu bileşenlerin nefsi meydana getirdiklerini ve Hakk’a vuslâtta başarılı olup isimleri başarı iplerine yazılan bireyler arasına girmeye bu unsurlardan meydana gelen nefsin engel olduğunu belirtir:
“Bu terkib-i anâsırdan çözülmezse eğer bendin
Hurûfun kârgâhından düzülmez târ u pûd ey dil.”
Önceki şiirde olduğu gibi bu şiirde de nefse muhâlefet etmeyi vuslât yolunun önemli bir başlığı olarak zikreden Efendi Hazretleri, bekâ yurdunun tadını bilmeyen kimsenin bu tecrübenin kişiye sağladığı güzelliklerden de bîhaber olduğunu, bu güzel ve ideal tecrübeye ulaşmak için kişinin cân/rûh bir başka ifadeyle Hakk’a bakan yönünü sulaması gerektiğini, kişideki bu tarafın Hakk’tan olması ve Hakk’a ayna olması bakımından kişiyi bekâ âlemine ulaştıracağını söyler:
“Bugün câm-ı bekâdan içmeyen bulmaz bekâdan haz
Suvar cânın çü bâkîdir bu bezm-i vücûd ey dil.”
Vuslât yolunda dile getirilen bu tavsiyeleri kendine rehber edinen kimseye seslenerek şiirini sonlandıran Efendi Hazretleri, bu kimseyi, fenâ âlemine bakıp buranın geçiciliğini fark ederek asıl farkındalık yurdu olan bekâ yurduna ulaşmak için yapılan bu telkinlerden faydalanmaya davet eder: “Bu nutk-ı pend-i Hakkı’dan eğerçi mâye buldunsa/Bu bâzâr-ı fenâda edegör bir özge sûd ey dil.”[7]
Sonuç
Her iki şiirinde de “Hakkı” mahlasını kullanan Efendi Hazretleri, kısa ama özlü olan bu iki şiirinde Hakk’ın rızasına bende olmayı ve O’nun hoşnutluğunu kazanmayı ideal hedef olarak takdim etmiştir. Mânevî yolculuğun adımları olarak her iki şiirde de niyetlerin tashîh edilmesi, kalbin mâsivâdan yüz çevirmesi, gönlün Hakk’ın tecellîlerine hazır hâle getirilmesi, nefsin istek ve arzularına gem vurulması, mürşid-i kâmile bende olunması, sâdıklarla beraber olunması ve varlık iddiasından vazgeçilmesi gibi hususları dile getirmiştir.
Efendi Hazretleri, kurbet, fenâ ve bekâ gibi kavramlar üzerinden aslında varlık tasavvurunu, kişinin nefsini (marifetü’n-nefs) ve Hakk’ı tanıması (marifetullâh) konularındaki görüşlerini de serdetmiştir. Kişinin nefsini yenmesinin onu yakından tanımasına bağlı bir husus olduğunu anasır-ı erbaa (toprak, ateş, su, hava) başlığı altında dile getiren Efendi Hazretleri, her iki şiirinde de bilgi/epistemoloji ve varlık/ontoloji alanlarındaki görüşlerini de ifade etme imkânı bulmuştur.
Nefsi ve Hakk’ı tanımaya yönelik tavsiyeleri bilgi konusundaki görüşlerini, kişinin Hakk’tan başka varlık kabul etmemesi yönündeki telkini ise onun varlığa dair vahdet-i vücûd düşüncesini benimseyen bir gönül eri olduğunu göstermektedir.
Farklı duygu ve düşüncelerle gönlü/kalbi meşgul olan günümüz insanı açısından Efendi Hazretlerinin bu iki şiiri, kendini tanıma noktasındaki zaaflarını gidermesi, varlık bakımından Hak karşısında kendisine yer edinmeye çalışan yanlış tavrını tekrar düşünmeye kişiyi sevk etmesi ve zâhir-bâtın dengesini gözetememe durumundan kendini kurtarmaya dair telkinleri barındırması gibi açılardan dikkate değerdir.
[1] Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, cinar.fatih.58@hotmail.com
[2] Reşat Öngören, “İsmail Hakkı Toprak”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41/264-265.
[3] Ali Şahin Canozan, “İhramcızade'nin Vakfa Hizmetleri”, Revak 2, (1991), 82-84.
[4] Lütfi Alıcı, İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (Ankara: Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Yayınları, 2001), 8.
[5] Fatih Ramazan Süer, Şemseddîn-i Sivâsî Dîvânı (İstanbul: H Yayınları, 2017), 226.
[6] İsmail Hakkı Altuntaş, Nakşibendî Şeyhi İsmail Hakkı Toprak’ın Hayatı ve Menkıbeleri (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Lisans Tezi, 1992), 63; Veli Şen, Evrâd-ı Bahâiyye (Sivas: Elif Matbaası, 1976), 35; Alıcı, İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, 43-44.
[7] Şen, Evrâd-ı Bahâiyye, 35; Alıcı, İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, 44.
Fatih ÇINAR
YazarTârihe sor, söylesin; Ağustos zafer ayıBeş yüz sene yönettik; Asya’yı, Avrupa’yı26 Sabâhı, Cuma günü AlparslanBu mübârek toprağı, bizlere kıldı vatanAhlat’tan başlayarak, “Kubbetü’l-İslâm” olduSefere ...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin Üstâdlarından: Nûreddîn-zâde Muslihuddîn Mustafa Efendi ve Gönül Dünyasından YansımalarNûreddîn-zâde, Belgradlı Münîrî (ö. 927/1521) tarafından “Zamanımızın Hasan-ı Basrîsi”,[1]...
Yazar: Fatih ÇINAR
Yahyâ Nazîm (1651-1727)Reh-i aşkında bî-sabr ü şekîbim yâ RasûlallahSeni her kim severse ben rakîbim yâ RasûlallahKabul eyle civâr-ı izzetinde çekmeyim gurbetBilirsin kendi şehrimde garîbim yâ Rasûlal...
Yazar: Vedat Ali TOK
Mehmed Emîn-i Tokâdî, 17. yüzyılın ikinci yarısı ile 18. yüzyılın ilk yarısının önde gelen isimlerindendir. Bir Nakşbendî şeyhi olan Tokâdî aynı zamanda seyyah sûfîlerdendir. Bu çalışmada, velûd bir m...
Yazar: Fatih ÇINAR