Candan Geçilmeyince Yâr'e Varılmaz
Saâdetdir o yârın uğruna cânı nisâr etmek
Kabâhatdır ana cân vermeyip de i’tizâr etmek
(O sevgilinin uğruna can vermek âşık için mutluluk kaynağıdır. O sevgiliye can vermek yerine özür beyân etmek (değişik bahaneler dile getirmek) ise suçtur, kabahattir.)
Sevgilinin uğruna can vermek mutluluğun zirvesidir, saâdet tacıdır. Sevgili ile bir olmak ona teslim olmak, O’nun uğrunda canı teslim etmek, vuslâta ermek demektir. Öyle değil mi? Bu fânî dünyada sevdiğin için can vermek ebedî âlemde sevdiğin ile birlikte olmanın işareti değil mi?
Bu sebepledir ki; sevgilinin her istediğini memnuniyetle yapmak, sevdiğini mutlu etmek gerçekte âlemi mutlu etmektir. Aşkın en kâmil hâli bu değil ‘midir? Hayatın temel sırrı sevgili ile birlikte olmanın gizemini taşır. Sevgiliye teslim olmamak, değişik bahaneler üreterek can vermemek yani vuslâttan kaçınmak ise âşık için en önem arz eden kabahattir.
Aşk çile ve ıstırabı beraberinde getirmiştir. Âşıklar aşk yolunda katlandıkları acılar ölçüsün de imtihana tabi olurlar. Dertler, sıkıntılar ve belalar oranında sevgiliye yakınlaşırlar vuslâta ererler.
Hallaç-ı Mansur
Hallaç-ı Mansur’un Bağdat’ta başı dertten kurtulmadı. “Ene’l-Hakk” diyerek gönül sırrını açığa vurdu. Abbasi Halifesi Muktedir’in veziri ile arası açıldı. Vezirin şikâyeti üzerine hapse atıldı, hesaba çekildi ve nihayet 922 yılında Bağdat’ta idam edildi.
İdamı sırasında Şiblî (k.s.) sordu:
– Tasavvuf nedir? Hallaç (k.s.) cevap verdi:
– En aşağı derecesi şu gördüğün manzara, yani idam sehpası.
– En yukarı derecesi hangisi?
– Onu anlayacak güçte değilsin. Onu da belki yarın anlarsın diyerek tasavvufun bir aşk ve çile işi olduğunu fiilen anlatmak istemişti.
İdam sırasında talebesi Şiblî herkes ona taş atarken şerî fetvaya uymak için ona bir gül attı. Hallaç-ı Mansur derin bir “Ah!” çekti. Sordular;
– Sana atılan bunca taştan hiçbirine bu kadar derin ‘ah’ çekmedin? Bu güle niye bu kadar inledin? Dedi ki;
– Halk benim hâlimi bilmiyor, bu yüzden mazurdur. Fakat Ebû Bekir Şiblî (k.s.) bildiği hâlde atınca attığı gül bile olsa beni yıktı.
Yetirmez âşıkı maksûd-ı vasla gayrının hubbu
Kabâhatdir yüzün yârın görüp gayrıya pâzâr etmek
(Sevgiliden gayri diğer sevgiler, âşığı sevdiğine kavuşturma hedefine eriştirmez, Sevdiğinin cemâlini görüp de gayri ye bakmak (yönelmek) ise suçtur, kabahattir.)
Tüm sevgiler (gayriler; dünya, evlat, mal, mülk, eş, makam, şöhret vb.) Sevgiliye kavuşma önünde birer engeldir. Maksat sevgiliye varmaktır, gayrıya yönelmek, gayrıdan medet beklemek aşık için kabahattir. Yâre kavuşmak için her şeyden vaz geçilmesi gerekir ki ancak o zaman sevgiliye kavuşulur.
Zekeriya (a.s.)
Zekeriya (a.s.)'a inanmayanlar kötülük etmeye karar verirler. Onu takibe alırlar. Bir gün tenha bir yerde Zekeriya (a.s.)'ı kıstırırlar. Yaşı oldukça ilerlemiş bulunan Zekeriya (a.s.) adamların kötü niyetli olduklarını anlar ve onlardan uzaklaşmaya çalışır.
İsrailoğullarından kaçarken, rivayet edildiğine göre; bir ağacın yanından geçmekte idi. Ağaç dile gelerek; "Ey Allah'ın Rasûlü, bana gel!" der. Ağaç birden yarılır ve Zekeriya (a.s.) ağacın içine girer ve kurtulur. Ancak şeytan burada yapacağını yapar.
Ağacın içine girerken, giydiği elbisenin eteğinden bir parça dışarıda kalır. Ağacın yanına gelen İsrailoğullarından kişiler ağaçtan dışarı sarkan elbise parçasını görünce bu işte bir tuhaflık olduğunu anlarlar ve ağacı testere ile kesmeye karar verirler.
Ağacı ortadan keserler. Testerenin ilk dişi değdiğinde Zekeriya (a.s.) figan eder. Cenab-ı Allah’tan, “Sabret yoksa peygamberliği alırım.” nidası gelince, sabreder rıza gösterir. Böylece ağacın içinde bulunan Zekeriya (a.s.) da ağaçla birlikte kesilir Rabb’ine kavuşur.
Gülün vasl-ı demin yâdıyla bülbül rûz u şeb inler
Anı hîç gördünüz mü gülden özge şeye zâr etmek
(Bülbül güle kavuşma sevdasıyla (arzusuyla) kavuşma ânının hayaliyle gece gündüz inler; bülbülü gülden başkasına gözyaşı dökerken (inlerken) hiç gördünüz mü?)
Gülün aşkı ile tutuştuğu için bülbüle "şeydâ" (çılgın) ve "zâr" (ağlayıp inleyen) sıfatları verilmiştir. Sevdiği için hiç durmadan feryat eder ve inler tek arzusu sevdiğine kavuşabilmektir. Bülbül gülün hasretiyle sabahlara kadar figan eden bir âşıktır.
Sevdiğine kavuşabilmek için gece gündüz göz yaşı döker, yeter ki sevdiği ile beraber olabilsin hatta gülün dikenlerini de sevdiği için umursamaz, dikenlere de razıdır yeter ki sevdiği ile bir olsun bir anını sevdiği ile geçirebilsin.
Yanan şem’e dönen pervâneye cân verme derlerse
Olur mu ona hîç dil bağlayan cânda karâr etmek
(Yanmakta olan mum için etrafında hiç durmadan dönen pervaneye can verme derlerse, sevdiği için gönül verip de canından vaz geçmemek hiç olur mu?)
Şem (mum) ile pervanenin (kelebek) aşk deryasındaki ibretlik hikâyesini çok iyi anlamak ve algılamak gerekir.
Şem sevgiliyi temsil eder, içindeki fitil ateşini her daim canlı tutar. Pervane mumun ateşini görür ve âşık olur. Ateşe, aşkla uçar şem’e doğru kanatlanır, çünkü sevdiği karşısındadır. Pervane önce hayranlıkla uzaktan döner. Şem’in etrafında, hiç ayrılmak istemez ondan, ne kadar güzeldir sevdiği, hep onunla bir olmak ister, sonsuza dek. Etrafında aşkla çırpar kanatlarını. Döner durur etrafında, hayatının merkezine almıştır.
Ondan başka bir şey görmez ve istemez. Her geçen dakika daha fazla yaklaşmak daha fazla birlikte olmak ister, sevdiği ile daha da yakın olmak ister. Artık her dönüşte biraz daha yaklaşır ateşe daha yakın olmak için sevdiğine. Daha şiddetle, aşkla çırparak kanatlarını, döner durur şem’in etrafında, o kadar âşıktır ki, o kadar sevmiştir ki ateşin ayrılamaz yanından.
Yaklaşır, hiç durmadan yaklaşır, sevdiğiyle bir olmak, sevdiğine kavuşmak ümidiyle. İşte bu kavuşmanın bedeli canından geçmektir. Pervane de öyle yapar; canından vaz geçer, sevdiğine kavuşur. Vuslât hâsıl olmuştur. Hiç vazgeçmemek olur mu canından, sevdiği ile bir olmak için razıdır yanmaya, can vermeye…
Eğer derlerse gel yârın yolunda terk-i cân eyle
Sana ey dil düşer mi gayrı meydâna güzâr etmek
(Ey gönül! Sevgilinin yolunda canını ver derlerse başka bir yere gitmek başka bir yere yönelmek hiç sana yakışır mı?)
Yâre teslimiyet çok önemlidir, kayıtsız şartsız bir teslimiyet. Can verip sevgiliye erişen âşık birlik sevincine kavuşur. Çektiği tüm çileler, inlemeler, dertler ortadan kalkmış olur. Sevgiliye kavuşmak varken gayrıya yönelmek, hatta gönlünden geçirmek âşığa hiç yakışmaz.
Âşığın tek emeli ne pahasına olursa olsun sevdiği ile beraber olmak, sevdiğine kavuşmaktır. Vuslâta lâyık olmanın ön şartı ise sevgiliyi canından çok sevmektir. Bunun içinde canını, varını, her şeyini o yâr için saçmaktır.
Hulûsî’ye murâd oldur ki yârın hâk-i pâyına
Düşüp toprak olup bu cism ü cânı hâk-sâr etmek
(Hulûsi’nin muradı, sevdiğinin ayağının tozu olup, eşiğine kapanıp toprak olmaktır. Cismini ve canını toprak etmek, toprakla bütünleşmektir.)
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin muradı sevdiği ile bir olmak, beraber olmak vuslâta ermektir. Piri İhramcızâde Hazretleri’nin soy ismi Toprak olduğu için bu beyitte kinaye sanatı çok güzel bir şekilde kullanılmıştır. Toprak kelimesinin hem gerçek hem de mecaz anlamı ifade edilmiştir. Cisminin gerçek mânâda toprak olması dile getirilirken aynı zamanda Piri İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi ile vuslât hâli anlatılmıştır.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi tarafından anlatılan bir hatırayı şu şekilde nakledelim; İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s.) hac dönüşü Darende’yi teşrif ettiler. Bizim bahçede oturuldu, çok kalabalık vardı. İhramcızâde Efendi Hazretleri buyurdu ki;
“Gardaşlarım Darende’ye ilk geldiğimizde bir çocuk bize yol gösterdi. Biz de o çocuğa para vermek istedik, parayı almadı, ‘Himmet isterim.’ dedi. Biz de ona himmet ettik. İşte o çocuk bu Hulûsi Efendi. Gardaşlarım şimdi biz Hulûsi, Hulûsi biz olduk. Darendeliler, Darende’nizin kıymetini bilin. Darende’nin suyundan, bir avuç su, toprağından bir avuç toprak olsam o şeref bana yeter.’ diye buyurdular.”
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri; tasavvufî terbiyesi altında yetiştiği İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s.)’nin âhirete irtihâlinden sonra yazmış olduğu kitabe, Sivas Ulu Camii haziresinde bulunan kabrinin mermer şâhidesine celi sülüs hattıyla yazılmıştır.
Tarîk-i Nakşbendî pîri ebcel mürşid-i kâmil
Garîbullahî Hakkı gavs-i âzam Şeyh İsmâil
Engin gönlünde yüce muradı hâsıl oldu
Toprak toprağa verildi Hakk’a vâsıl oldu
Resul KESENCELİ
YazarSaat kulelerinin ortak özellikleri şöyle sıralanabilir: Saatler her saat başı saat sayısı kadar veya saat başı tek vuruş yapacak şekilde imal edilmişlerdir. Bazı saatler her saat başı saat sayısına il...
Yazar: Resul KESENCELİ
Ahlat, Doğu Anadolu Bölgesinin, Yukarı Murat -Van Bölümü’nde, Süphan ve Nemrut Dağları arasında bulunan plato üzerinde kurulmuş, Bitlis iline bağlı, 34.000 nüfuslu bir ilçe merkezidir. Doğa ve tarihî ...
Yazar: Resul KESENCELİ
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s.), Anadolu’nun yakın tarihinde ilmî, mânevî ve hizmet endeksli kişiliği ile derin izler bırakan nice büyük isimlerden biridir.[2] Zâhir ve bâtın sahalardaki hizmet...
Yazar: Fatih ÇINAR
Anadolu sahası Türk edebiyatının ilk şairlerinden olan Şeyyâd Hamza’nın hakkındaki bilgiler sınırlı ve tartışmalıdır. Fakat mutrib, kıssahan anlamına gelen şeyyâd kelimesinden de anlaşılacağı üzere on...
Yazar: Hamit DEMİR