İşitmek ve Anlamak
Kavramların neler olduğunu daha iyi anlamak için bazen irdelemek gerekiyor sanırım. Bu hem karşımızdaki insanı anlamamıza olanak verecek hem de sıkıntıların neler olduğuna dair bilgi sahibi olmamıza yarayacaktır. Kişinin sıkıntısı ne ise derdi de odur demişler. Zaten dünyada dertsiz insan da olmadığına göre dertsiz bir hayat arama çabası da beyhûdedir diye düşünebiliriz. Yine inanan insanlar olarak dünya hayatının bir imtihan kapısı olduğunu bilir ve sabır gösteririz.
Tıbbiyeli değilim ama hemen hemen yaşım kadar benimle beraber olan kulak rahatsızlığım vesilesi ile kulağa dair birçok konuya vâkıf oldum diyebilirim. Özetle alaylıyım diyebiliriz. Biraz anı, biraz da bazı kelimeleri irdelemek üzere bu yazıyı yazmak istedim.
Anılar hem bulunduğumuz hayata not düşmek değil midir? Sıkıntılar ve sevinçler de bizim için olduğuna göre bunlardan bahsetmek abes olmasa gerek. Malûmunuz insanlar kulakları ile işitir, duyar. İşitmek ve duymak aynı kapıya çıkıyor. Hepimiz bir şeyleri işitiriz, kapı sesi, su sesi, araba sesi, uçak sesi, kuş sesi, rüzgâr sesi vb. dünyadaki birçok ses…
Bunların hepsi bir gürültü aslında. Modern dünyamızda modern insan topluluğu da bu gürültü kirliliğine maruz kalmaktadır. Sanayi bu kadar hayatımıza girmemişken, bu gürültü kirliliğine daha çok neden olan makineler hayatımızda yokken belki işitme ile alakalı hastalıklar çok fazla yoktu. Tüm bunlar yokken insanlar gayet rahat işitiyor muydu? Kulak hastalıkları yok muydu, mutlaka vardır.
Nitekim Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde “Sağırın Hasta Ziyareti” isimli bir hikâye mevcut. Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin 1200’lü yıllarda yaşadığını göz önüne alırsak neredeyse bin yıl öncesinde de insanların kulakla ilgili sıkıntılar çektiği bu vesîle ile öğrenmiş oluruz.
Tabii tıp anıları ya da araştırmaları varsa bu konuda daha geniş bilgiler verebilir ama konumuz çok da teknik verilere gidip kesin rakamlar çıkarmak değil bir düşünceyi harekete geçirmektir. Günümüzde bu gürültü kirliliğine çok fazla maruz kaldığımızdan maalesef işitme ile alâkalı şikâyetler ayyuka çıkmaktadır.
Sanırım biraz daha sakin bir hayata doğru gidebilirsek bununla ilgili sıkıntılar bir nebze azalabilir. Ama hayatı olanca hızıyla yaşadığımız için ve daha fazlasına ulaşma iştahı olduğundan sanırım bu biraz mümkün durmuyor gibi. Biraz anlamak bakımından Mesnevî’de geçen hikâyenin bir kısmını buraya alıntılamak istiyorum. Ötüken Yayınlarından Hüseyin Top tarafından hazırlanan Gülzâr-ı Hakîkat isimli Mesnevîden Hikâyeler alt başlıklı kitaptan (125,126. sayfa) Sağırın Hasta Ziyareti:
“Sermayesi çok olan zengin bir adam, tanıdığı bir sağıra hitaben; ‘Genç komşun hastalanmış gidip görmek yok mu?’ dedi.
Sağır:
‘Evet komşumdur. Gidip görmek gerekir. Fakat hastalar, tabiî olarak yavaş (sesle) konuşurlar. Acaba ben bu genç hastanın konuştuklarını anlayabilecek miyim? Anlarım ya. Hastaya varılıp hâl hatır sorulduğunda doğal olarak hastanın dudağı hareket edecek.
Ben o hareketi kıyas ederek hastanın ne söylediğini ferâsetle anlarım. Meselâ ben hastaya; ‘Ey dert ve zahmet çeken komşum nasılsın?’ diyeceğim. O da bana tabiî olarak ya ‘İyiyim.’ ya da ‘Değilim.’ diyecek. Ben de ‘Şükür elhamdülillah.’ diyeceğim. ‘Ne türlü çorba içersin?’ diyeceğim; o da bana ya şerbet ya da mercimek çorbası içiyorum, diyecek.
Ben hastaya; ‘Yiyip içtiğin sana afiyet olsun.’ diyeceğim. Hastaya tekrar; ‘Sana hangi doktor bakıyor?’ diye soracağım. Hasta; ‘Filan doktor.’ diyecek. Ben de hastaya; ‘O doktor çok maharetlidir; onun ayağı uğurludur. O doktor gelip bakarsa sen iyi olursun. Çünkü o doktorun ayağını (gelip tedavi etmesini) tecrübe etmişizdir. Herhangi bir hastaya gider de hastayı muayene ve tedavi ederse mutlaka o hasta iyi olur. Dert ve bela ondan defolur diyeceğim.’ diye kurgular.
Bu sağır, bu soruları ve cevapları kendi kendine uygun bulup ve kendi kendine karar verdikten sonra hastanın ziyaretine, hâl hatır sormaya gider. Bu sağır, hastanın yatağına, başucuna yaklaşarak ‘Nasılsın?’ der. Hasta, ‘Hastalığın şiddetinden helâk olacak hâle geldim.’ deyince sağır; ‘Elhamdülillah.’ der.
Hasta, sağırın bu yersiz şekilde ‘Elhamdülillah.’ demesinden nefret eder, tedirgin olur, canı sıkılır, üzülme noktasına gelir. ‘Bu herif bize düşman mı? Bizi teselli edecek yerde hastalığımın şiddetli oluşuna şükrediyor.’ diyerek yüzünü öte tarafa çevirir.
Sağır oralarda değildir. Hastaya; ‘Yiyeceklerden ne yiyorsun?’ sualine hasta öfkeyle; ‘Zehir yiyorum.’ der. Sağır, ‘Afiyet olsun.’ deyince hastanın iyice canı sıkılmaya başlar.
Sağır sorusuna, araştırmasına devam ederek, ‘Doktorlardan kim geliyor, kim seni muayene ediyor?’ der. Hasta bütün öfkesiyle; ‘Azrail geliyor. Haydi, şimdi buradan defol git!’ der. Sağır; ‘Oh oh! Onun ayağı mübarektir, uğurludur.’ diyerek, hastanın yanından çıkıp giderken kendi kendine; ‘Şükür hastanın hatırını hoş ettim.’ der.
Sağır, hastanın yanından kalkıp gittikten sonra hastanın öfkesi gittikçe artarak; ‘Bu adam bizim canımızın düşmanı imiş, neden geldi bu cefâ eden eziyetçi?’ der. Sağırın bu münasebetsiz, soğuk sözlerinden dolayı hastanın hiddeti artar ve hastalığı şiddetlenir.”
Bu hikâyeyi durumu anlatması açısından çok severim. Zaman zaman da anlatırım. Kulağımızla birçok şeyi duyarız ama bunları anlamayız. İşte anlamak dediğimiz kavram da duyduğumuz sesin ne olduğunu anlamlandırdığımız zaman ortaya çıkar.
Duymuş olduğumuz sesin bir şeye ait olduğuna dair bir fikir oluşuyorsa anlamışızdır. Ama sesin neye ait olduğuna karar veremiyorsak sadece işitmekle kalmışızdır, bir ses geliyor ama ne olduğu belirsizdir. Günümüzde işitme engellilerin büyük çoğunluğu işitme cihazları sayesinde duyma yetilerini kazanıyor, yine daha ileri olarak ameliyatla takılan biyonik kulak dedikleri bir işitme cihazı türü de yine işitme sıkıntısı çeken insanların imdadına yetişiyor. Ama hep bir cihaza bağlı kalıyor bu defa.
Dolasıyla tıp bazı konularda gerçekten çaresiz kalıyor. Yine bazen seslerin farklı farklı gelmesiyle birlikte bunun neden olduğuna dair net bir teşhis ortaya koyamıyor. İşte böyle zamanlarda insan başkalarıyla konuşamıyor, muhabbet edemiyor ve kendi kabuğuna çekilmiş oluyor. İnşallah bu tür durumda olan insanlar bir an evvel şifâ bulur da bu rûhî çıkmazın içinde bocalamaz. Çünkü işitmek, bünyede denge sağlar. Bir iletişim aracıdır. Beynin dış dünya ile iletişimini sağlar.
İşte sahip olduğumuz bazı değerlerin ne büyük özellikler barındığını bilsek hayata bakışımız daha değişebilirdi. İşte buna idrak etmek diyoruz. İşitmek, anlamak ve idrak edebilmek… Doktorlarımız ve odyologlarımız da işitmek ve anlamak arasındaki konuya biraz daha önem verseler sanırım hastaları da rahatlamış olacak.
Kulakla ilgili sorunları araştırırken bir doktorun sözü çok hoşuma gitmişti, kalın seslerle duyarız, ince seslerle anlarız demişti. Evet, kalın seslerde bir ses gelir, “bö bö” gibi sanki borudan gelircesine ama ince seslerle birlikte gelen sesleri daha da anlamlandırır ve ne olduğunu çözeriz. Sesi tarif etmek zordur aslında, karşımızdaki insana bunu ifade etmek başlı başına bir sıkıntıdır. Bir şekilde seslerin bozuk olduğunu karşımızdakine ifade ederiz. Bazen elden bir şey gelmez maalesef, biraz daha anlayışla bu dünya biraz daha anlamlı hâle gelir diye umuyoruz.
Erol AFŞİN
YazarAhmed-i Yesevî, hikmetlerinde bizlere Kur’ân’ın öngördüğü zikir ibâdetini gündemde tutmakta, inananların zikirle uyanışa ermelerini öngörmektedir. Ahmed-i Yesevî, konuyu özellikle şu beş ana noktada e...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Yaşadığımız dünya üzerinde bir ahengin olduğuna inanırız. Bu ahengin bir yaratıcı tarafından meydana getirildiğine inanırız. Müslümanlar olarak Allah'a inanır ve inandığımız dinin en önemli özelliğind...
Yazar: Erol AFŞİN
İnsan hayata karşı bütün zorluklardan arınmış bir varlık değil, dünyaya kafa tutacak güçte de değil. Tabii Allah’ın verdiği aklı kullanarak insanlığın ilk zamanından bu yana çok önemli merhaleler kate...
Yazar: Erol AFŞİN
Teknolojinin hayatımıza girmesi ve ivme kazanması iki binli yılların başına dayanır. Ben de aynı şekilde meslek lisesinde bilgisayar bölümüne gitmem vesilesi ile bilgisayar teknolojisi ile tanıştım. B...
Yazar: Erol AFŞİN