Bir’den Geldik Bir Olmak İçin!
Bir’den Geldik Bir Olmak İçin!
Hay’dan Geldik Diri Olmak İçin!
Yüce Yaratıcı biz insanları yaratıp dünyaya gönderdi. Biz, dünyaya sınav için geldik. Dünya, bizim geçici kalım yerimizdir. Orada, O’nun dilediği kadar kalıp sonra yine O’na döneceğiz. Yapıp ettiklerimizden hesaba çekilmek üzere diriltilip O’nun huzûruna çıkacağız.
Yani biz, O’ndan geldik yine O’na döneceğiz. Biz O’na âidiz. O’nun olmak, O’na bağlı olmak zorundayız. Aslında O’nun olmak ve O’na bağlı olmak hepimizin hayrınadır. Zira insan ya Allah’a bağlı olur, O’na âit olduğunun bilincinde hareket eder kurtulur, gerçek özgürlüğüne kavuşur; ya da O’ndan başkalarının kulu kölesi olur ve kaybeder.
Yüce Allah, biz insanları sevmektedir. Bunun için bizi yaratıp başı boş bırakmamış, dünya hayatını nasıl yaşayacağımızı, dünyada nasıl hareket edeceğimizi, kimler ve nelerle karşılaştığımızda nasıl davranacağımızı belirleyen ölçüler göndermiş, bize yol göstermiştir. Bunun için Rabb’imiz, ilk insanı peygamber olarak görevlendirmiş, ona ilk kitabını vermiştir. Ondan sonra da hep peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir.
Yüce Yaratıcı, tarihin hiçbir döneminde insandan vaz geçmemiştir. Bunun için insanı kendi hâline terk etmemiş, onu başıboş bırakmamıştır. O, hep hayata müdâhil olmuştur. Nemrut, Fir’avun gibi kibir ve tuğyanda azgınlaşan insanları bile bırakmamış, onların kurtuluşu için onlara peygamberler göndermiştir. Burada insana düşen ise, sevildiğini bilmesi, yaratılış gayesine uygun olarak O’nunla irtibatlı yaşaması, O’ndan kopmaması ve O’nun yolundan sapmamasıdır.
Hayat Düstûrumuz Kur’ân, insanlığın Yüce Allah’a, O’na inanıp bağlanmaya muhtaç olduğunu özellikle vurgular: “Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız, Allah ise müstağnîdir, övülmeye lâyık olandır.”[1]
İnsanlık, Yüce Allah’a muhtaçtır, ama O hiç kimseye muhtaç ve mecbur değildir. O, dilerse bu insanlığı tümden yok eder ve onun yerine başkalarını getirmeye kâdirdir. Nitekim bu konu âyetlerde açıkça belirtilmiştir: “Ey İnsanlar! Allah dilerse sizi yok eder, başkalarını getirir, O, buna kâdir’dir.”[2] “Dilerse O sizi yok eder, yeniden başkalarını yaratır.
Bu, Allah’a göre zor değildir.”[3] “Gökleri ve yeri gerçekten Allah’ın yarattığını bilmiyor musun? Dilerse sizi yok edip yeni bir topluluk var eder. Bu, Allah için güç değildir.”[4] “Rabb’in hiç kimseye ihtiyacı olmayan ve engin rahmet sahibi olandır. Dilerse, sizi başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, sizi yok eder, dilediğini yerinize getirir. Size va’dedilen, mutlaka yerine gelecektir; siz O’nu âciz bırakamazsınız.”[5]
İnsanlık yaratılış gayesini bilse ve o gayeye uygun hareket etse, aynı çizgide aynı hedefe doğru yürüse hep bir olacak, kardeş olacak, huzur içerisinde bir hayatla sınavı kazanacaktır. Ama insanlığın bu yürüyüşünde şeytanlar, boş durmamakta ve insanı ayartıp baştan çıkarmaya gayret etmektedir.
İnsanlık tarihi boyunca Hak bâtıl mücâdelesi hep devam etmiştir. Elbette bütün bu olanlar, sınavın gereği ve sonucu olarak Yüce Yaratıcı’nın kontrolünde gerçekleşmektedir. Zira sınav, iyilerle kötülerin, Allah yolunda olanlarla olmayanların, Allah’a bağlı kalanlarla şeytana râm olanların ayrışması içindir.
“And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, ‘İnandık!’ deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır.”[6]
“Böylece biz, Allah’ın gerçek mü’minleri ortaya çıkarması ve içinizden şâhitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez.”[7] “Yoksa içinizden Allah cihât edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete gireceğinizi mı sanıyordunuz?”[8]
Şu dünyada yaşanan her şey bu sınavın gereğidir. Sınavın sonucunda cennetliklerle cehennemlikler ortaya çıkacak, artık hiç kimsenin ileri süreceği bir mazereti kalmayacaktır. Sonuçta yaşayan da belge üzere yaşayacak, zillet içerisinde kahrolup giden de belge üzere ölüp gidecektir.
Bedir savaşının müşriklerle mü’minleri, cehennemliklerle cennetlikleri turnusol kâğıdı gibi nasıl ayırt ettiğini açıklayan âyette şöyle buyurulur: “Allah, mahvolan, apaçık delili gördükten sonra mahvolsun, yaşayan da apaçık delili görerek yaşasın diye böyle yaptı. Doğrusu Allah işitir ve bilir.”[9]
Yüce Allah isteseydi insan ve cinlere irâde vermez, onlar da tıpkı melekler yahut diğer varlıklar gibi aynı çizgide tekdüze olurlar, doğru yoldan çıkmadan istikâmet üzere kalırlardı. O zaman onlara peygamber göndermesine, Kitap indirmesine, uyarıcı davetçiler göndermesine gerek kalmazdı.
Bu durumda herkes mü’min ve Müslüman doğar, ne bir kâfir, ne bir âsi kalırdı. Ama Yüce irâde öyle olmasını dilemedi. Onlara nefis ve irâde vererek onları serbest bıraktı. Onlar bu şekilde sınanacaktı. Sonuçta fıtrat üzere kalıp kendilerine gösterilen doğru yolu izleyenler sınavı kazananlar oldu.
Ötekiler ise fıtrattan koptular, yabancılaşıp sapanlardan oldular. Yüce Allah, herkesin istikâmet üzere kalmasını ister ve ancak ondan râzı olur. O, insanların doğru yoldan sapmasını istemez ve sapmalarından da râzı olmaz. O’nun izin vermesi, sınavın gereğidir. Buna göre insan ne melektir, ne de şeytan. İnsanın önünde iki yol vardır: Melekler gibi ulviyâta yükselmek ve hatta melekleri geçmek. Yahut da şeytanlar gibi süfliyâta düşmek ve hatta onlardan da beter olmak!
“Eğer Rabb’in dileseydi insanları tek bir ümmet kılardı. Fakat Rabb’inin merhamet ettikleri bir yana, onlar hâlâ ayrılıktadırlar, esasen onları bunun için yaratmıştır. Rabb’inin, ‘And olsun ki cehennemi hep insan ve cin ile dolduracağım.’ sözü yerine gelmiştir.”[10]
Âyetten de anlaşılacağı üzere Rabb’inin iman ve hidâyet ile rahmetine mazhar kıldığı kimseler anlaşmazlığa düşmezler. Allah insanların bir kesimini cennet, bir kesimi de cehennem için yaratmıştır. Yani O, ihtilâf ve ayrılık ehlini ayrılık için, rahmet ehlini de rahmet için yaratmıştır. Kim neyi hak etmişse, kim neye müstahak ise Yüce Allah onun için hak ettiğini halk eder.
“Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Ama O, istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden, and olsun ki, sorumlu tutulacaksınız.”[11] “Allah dileseydi onları doğru yolda toplardı.”[12]
Aslında başlangıçta insanlar tek bir ümmetti. Tek atadan gelmiş ve tek din üzere idi. “İnsanlar bir tek ümmettiler, sonra ayrılığa düştüler.”[13] Ancak hak yoldan kopma ve sapma sonradan oldu. Onlar Yüce Allah’ın kendilerine gönderdiği peygamberlerin çağrısına kulaklarını tıkamaya başladıkça, uyarılara aldırış etmemeye başladıkça, Allah ve elçilerinin çağrısı yerine, şeytan ve nefislerin çağrısına kulak verdikçe ayrılıklar başladı.
Sonuçta tek bir atadan gelen, tek bir din üzere olan insanlar paramparça oldular, içerisine düştükleri tefrika belâsı ile birlikte huzurlarını da kaybettiler. Bu sefer birbirleriyle savaşlar başladı. Oysa Yüce Allah’ın arzı herkese yetecek genişlikte idi, O’nun bahşettiği rızıklar herkesi doyuracak bolluktaydı. O’nun helâlleri herkesi tatmin edecek ölçüde idi. Ama onlar nefis ve şeytanların fitlemesiyle asıldan koptular, yanlış yollara saptılar.
Yüce Allah’ın değişmeyen ilâhî yasası doğru yolu bulmak ve o yolda kalmak isteyene o yolu kolaylaştırması; bu yolu istemeyen ve yanlış yola sapanlara da onu kolaylaştırıp yaratmasıdır. Yüce Allah, hiç kimseye zorla bir yolda tutmaz, zorla hidâyet vermez. İnsan kendisi seçer, kendisi ister, kendisi hak eder, Yüce Allah da kulun hak ettiğini halk eder.
Yüce Allah, imtihanın gereği irâde verdiği insanı serbest bırakmıştır, dileyen inansın, dileyen inkâr etsin buyurmuştur. Ancak herkes izlediği yolun sonucuna katlanacaktır. Cennet yoluna girip o yolda karar kılan cennete vasıl olacak; cehennem yoluna sapıp o yolda karar kılan da kendini cehennemde bulacaktır. İnkâr ve isyan ile cennete girmek mümkün değildir. İman ve sâlih amelin sonucu de elbette cennet yurdudur.
Evet, Rabb’imiz Yüce Allah, tekdir. O, insanı da tek bir nefisten yaratmıştır. Bütün insanlar ilk insan Hz. Âdem’in evlâtlarıdır. Onun için pek çok âyette Yüce Allah, insanlığa, “Ey Âdemoğulları!” diye seslenir. O’nun dini de tektir, insanlığın uyarıcısı bütün peygamberlerin insanlığa getirdiği din tektir ve İslâm’dır.
Yüce Allah’ın insanlıktan istediği de o tek din üzere olmaları ve o tek din üzere kalmalarıdır. Nitekim O şöyle buyurur: “Allah katında geçerli din, şüphesiz İslâmiyet’tir.”[14] “Kim İslâmiyet’ten başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir.”[15] “Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâmiyet’i beğendim.”[16]
O hâlde kurtuluşun yolu da tektir, çare de. Yol O’nun yoludur, çare yeniden O’na dönmek, fıtratta karar kılmaktır. Yüce Allah’ın bütün insanlık için yarattığı ve uygun gördüğü sırât-ı müstekîmde karar kılmaktır. Rabbe iman eden ve hidâyet yolunda karar kılan kimseler ayrılıktan uzak olacaklardır.
O hâlde bizi mahvedecek ayrılık ve gayrılıktan kurtaracak olan şey gerçek anlamda imanımız ve dosdoğru yol üzere olmamızdır. Sadece dilde kalan iman iddiası ile İslâmsız bir yaşayış ile kalıcı birlik ve beraberliğin gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır. Tevhid olmadan vahdet, iman olmadan birlik ve beraberlik olmayacaktır.
Yüce Rabb’in çağrısı bütün insanlığadır, son derece açık ve nettir; “O hâlde yüzünü, Allah’ı bir tanıyarak dine, Allah’ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah’ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[17]
Yol O’nun, varlık O’nun gerisi hep angarya/Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya!
[1] 35/Fâtır, 15.
[2] 4/Nisâ, 133.
[3]35/ Fâtır, 16-17.
[4] 14/İbrâhîm, 19-20.
[5] 6/En’âm, 133-134.
[6] 29/Ankebût, 2-3.
[7] 3/Âl-i İmrân, 140.
[8] 3/Âl-i İmrân, 142.
[9] 8/Enfâl, 42.
[10] 11/Hûd, 118-119.
[11] 16/Nahl, 93.
[12] 6/En’âm, 35.
[13] 10/Yunus, 19.
[14] 3/Âl-i İmrân, 19.
[15] 3/Âl-i İmrân, 85.
[16] 5/Mâide, 3.
[17] 30/Rûm, 30.
Ali AKPINAR
YazarKur’ân-ı Kerim’de onlarca âyet Peygamberimiz’den, onun peygamberliğine inanmaktan, onu izlemekten ve ona itâatten bahseder. Bu âyetleri şu başlıklarda toplamamız mümkündür:Peygamber (s.a.v.)’e inanmay...
Yazar: Ali AKPINAR
İslâm, sorumlulukları önceleyen dindir. Sınav dünyasında önce sorumluluklarımızı bilmeli ve onları yerine getirmeliyiz ki, haklarımızı konuşabilelim. Başka kültürlerde haklar öncelenir, sorumluluklar ...
Yazar: Ali AKPINAR
Yüce Allah’ın son mesajı Kur’ân ve son peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) ile bir kez daha yenilediği İslâm dini, bütün zamanları ve bütün coğrafyaları kuşatan evrensel bir dindir. Onun kitabı ve Peygam...
Yazar: Ali AKPINAR
Güzel insanlar başağa benzer. Siz onlardan biri ile tanışırsınız, sonra onlar sizi diğer güzel insanlarla tanıştırır. Güzel insanlarla tanışıp bilişmenin sayısız faydaları vardır. Sizi gül bahçelerind...
Yazar: Aydın BAŞAR