Yüreğiyle Konuşan Adam: Nusret Özcan
Bazı şahsiyetler vardır ki, yüzlerce isim arasından öne çıkar, size gülümser, kendilerini hatırlatırlar. O şahsın çehresi gözünüzün önünde beliriverir, sîmâsı ayan beyân olur. Yüreğinizde yer etmiştir bir kere, zihninizde şekillenmiştir. Sesi çok uzaklardan bile size ulaşır, hatırası gözünüzün önünden bir film şeridi gibi gelir geçer. Nusret Özcan işte öyle biridir ve hiçbir zaman nisyâna terkedilemeyecek bir aziz dosttur.
Edebiyatçı yazar Nusret Özcan’ı 22 Haziran 2007 Cuma sabahı kaybetmiştik. Kayıp mıydı bu yoksa bir kazanç mı? Niçin ‘kayıp’ deriz sevdiklerimizin ölümlerine. Bir mü’min kısa dünya hayatından sonsuzluğa açılan kapıyı aralıyorsa kaybolmuyor, sevdiklerine kavuşuyor aslında. Ah bu mutlak hakîkati bir idrak edebilsek…
Gazeteci, yazar ve gönül insanı Nusret Özcan’ın vefâtının üzerinden 17. yıl geçmiş. Doğup büyüdüğü İstanbul’da Eyüpsultan’da ebedî sabahı bekliyor şimdi. 25 Kasım 1958 tarihinde Eyüpsultan’da doğmuştu. Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdikten sonra İzlenim, Kayıtlar, Dergibi ve Kafdağı gibi dergilerde edebî çalışmalarını yayımladı.
Vefâtının ardından İstanbul’da en çok sevdiği semt olan Eyüpsultan kabristanına defnedildi. Ebedî yurduna göç ettikten sonra hazin yazılar yazıldı ardından. Mustafa Kutlu, Yeni Şafak gazetesinde “Gümüş Sakal Öldü mü?” başlığıyla hüzünlü bir yazı kaleme almıştı.
Vefâlı dostları, onu hiç unutturmadı ve hakkında Ekrem Ayyıldız’ın editörlüğünde Hayy’dan Hû’ya Nusret Özcan kitabı hazırlandı, muhtelif anma programları düzenlendi. Yazarımızın yayımlanmış eserleri: Birkaç Güzel Gün, Mustafa Kutlu Kitabı, Sokak Sesleri, Beşir Ayvazoğlu Kitabı, Leyla ile Mecnun, Kar Kelebekleri, Bir Hüzün Yolcusu.
2007 yılına, bizi kedere sevk eden maziye dönelim. Cuma günü saat 11.00 sularıydı. Kubbealtı’ndaki mesai ve oda arkadaşım Ersoy Kutluk, internet sitelerini dolaşırken haber7.com’da kederli satırları gördü ve bana iletti: “Gazeteci yazar Nusret Özcan vefât etmiş!” Bütün ölümlere şaşırırız yeni ve garip bir şey duymuş gibi. Hâlbuki en tabii, en normal, en olağan hâllerdendir ölüm gerçeği. Öyledir de, bir türlü kabullenmek istemeyiz bunu. Ölüm, ayrılıkları haber verir zira.
Bu acı haberi Sanatalemi sitemize, ‘Duyurular’a eklemiştim. Ne yazık ki her zaman, gönlünüzden geçen güzellikleri, iyilikleri duyuramıyorsunuz sevdiklerinize, okuyucularınıza. Ama bu bir görevdi artık. Rûhuna Fâtiha’lar, Yâsin’ler yetişmeliydi bundan böyle. Güzel sözler söylenmeliydi ardından. İyiliklerle donanmış yüreğinden, ak-pak yüzünden, nurlu sakalından söz edilmeliydi dost meclislerinde.
Şair yazar ağabeyimiz Abdurrahim Balcıoğlu gelmişti yanıma o gün, diğer tanıdıklar, dostlar, talebeler… Ölümden söz etmiştik uzun uzun, iyi insanların güzel atlara binip gidişinden dem vurmuştuk. Rahmetlerle anmıştık aksakallı Nusret Bey’i. Mustafa Kutlu’nun o muhteşem benzetmesiyle “Gümüş Sakal”ı yâdetmiştik.
Çok fazla görüşemiyorduk aslında. İş güç gailesi, evlâdüiyâl telâşı İstanbul’da dostların sıkça buluşmasına en büyük engel. Üstelik o son yıllarda rahatsızlanmıştı. Bâbıâli’ye eskisi gibi sıkça inemiyordu. Çalıştığı gazete ise Bayrampaşa’daydı.
Ama gönüllerimiz arasında bir muhabbet köprüsü kurulmuştu, buna inanıyorum. Sever sayardım kendisini. Adı hürmetle, muhabbetle anılırdı bulunduğum toplantılarda. Zaman zaman Yazarlar Birliği’nin Kızlarağası Medresesi’nde karşılaşırdık, bazen de Divanyolu’nda, Cağaloğlu veya Çemberlitaş yollarında…
Eyüp Sultan’da Hazin Merasim
Cumartesi günü Eyüpsultan Camii’nde öğle namazından sonra kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verilecekti. Kubbealtı’ndan Dursun Gürlek Hoca ile birlikte yola çıkmıştık. Önce Aksaray, oradan Eyüp. Cumartesi olmasına rağmen cami hınca hınçtı ve avlu ağzına kadar doluydu. Namaza durduk.
Öğleden sonra caminin ön avlusuna bir akın başladı. Büyük avluda büyük bir izdiham yaşanıyordu. Kalabalığın en önüne geldiğimiz hâlde tabutu ve imamı görememiştik. Ama saflar dizilmiş ve sıklaşmıştı. Dursun Hoca ile ancak türbenin önündeki çeşmenin bitişiğinde bir yer bulabilmiştik.
Bütün Dostları Oradaydı
Cenaze namazından önce cami avlusunda namaz kılan Mahmut Çetin’i görmüştüm. Dursun Gürlek, Ali Uğur, Harun Yöndem ve İrfan Çalışan ile aynı saflardaydık. Abdurrahman Şen ve Mustafa Doğan’la selamlaşmıştım daha sona. Şamil Kucur avluda gözüme çarpan âşina çehrelerdendi.
Sonra İlyas Dirin kardeşimiz... Cenaze defni sırasında Osman Kısakürek ve Hasan Kaçan’a rastladım. Daha görmediğim, göremediğim, görüp de tanıyamadığım birçok kişi vardı mutlaka… Hepsi de bir gönül adamını uğurlamak için koşup gelmişti.
Namazdan sonra tabut âdeta parmak üzerinde taşındı ve Ebâ Eyyüb El-Ensârî Türbesi’nin önüne getirildi. İmamlar, cemaate hitap ettiler. Candan ve hazin bir konuşma ve duâ… Artık ebedî istirahatgâhına doğru yürünüyordu. Vakur, hüzünlü ve asil bir kalabalık sessizce ilerliyordu.
Yediden yetmişe her yaştan, her cinsten inançlı insanlar... Tam da Nusret Bey’in istediği, sevdiği mü’min topluluk… Piyerloti Yokuşu bir çırpıda çıkıldı. Sonra yolun solundaki, Mareşal Fevzi Çakmak ve Necip Fazıl mezarlarının yanı başındaki hazırlanmış kabir yerine ulaşıldı.
Duâlar, Fâtihalar, Yâsinler peşi sıraydı. Burada okunan Kur’ân-ı Kerim, huşû içinde dinlenmişti. Merhûm dostumuz, bu manzarayı görebilseydi kim bilir ne kadar duygulanırdı? Sağ ve soldaki kabir taşlarına baka baka, tefekkür ede ede geri döndük. Eyüpsultan Camii’nin arkasındaki sübyan mektebinde bir nebze soluklandık. Bu tarihî, ecdat yadigârı mekânda Dr. Mehmet Emin Bey’in kıymetli oğlu Şamil bizi karşılamıştı.
Sokağın İç Sesini de Duyan Adam
Sokak Sesleri isimli nefis eseri yayımlandığında bu kitap hakkında bir yazı yazmıştım. Çocukluğunun İstanbul’unu, daha doğrusu Eyüpsultan’ını anlatıyordu. Sonra Fâtih’te bir grup arkadaşla “Fâtih Kültür Sanat Platformu”nu kurduğumuzda Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’ne konuşmacı olarak davet ettiğimiz ilk konuşmacılardandı Nusret Bey.
Gelmiş ve çok güzel bir konuşma yapmıştı. Eyüp Sultan’da geçen çocukluğunu, ilk gençlik yıllarının ölümsüz hatıralarını, hüzünlü bir ses tonuyla anlatmıştı. O gün, eski İstanbul’un unutulmayan, eskimeyen, pörsümeyen hayat sahnelerini âdeta bize de yaşatmıştı.
Sokak Sesleri, doğma büyüme İstanbullu bir gazetecinin bütün bir hayatını ihtiva eden gözlemlerinden oluşan bir sesler bütünüydü. Gözlerini Eyüpsultan’nda açan Nusret Özcan, dağarcığında biriktirdiği sesleri yıllar sonra hatıralar, intibâlar eşliğinde bizlere de aktarıyordu.
Çocuk sesleri, yazlık sinemadan yükselen buğulu hıçkırıkları, Malkoçoğlu’nun atının nal seslerini hatırlatıyordu okuyucularına. Anlattıklarının hepsi de gerçekti ama masal tadındaydı. Büyük bir kısmını bizler de çocukluğumuzda yaşamıştık zira.
Yaşanmışlıklar aynıydı, semtler, şehirler farklı olsa da. Bugüne kadar bu kitabı okumamış olanlara tavsiyem. Bir an önce Sokak Sesleri’ni edinip okusunlar. İçlerindeki çocuksu şöleni hissedecekler, çok seveceklerdir. Bir de Bizim Mahalle isimli çocuk romanı nefistir.
Bir ara düzenli program yaptığı Radyo15 için beni aramış ve unutulmuş yazarlarla ilgili çalışmalarım hakkında radyoda koyu bir sohbette bulunmuştuk. Evdeydim ve telefonla radyo bağlantısı kurulmuştu. Bilmiyorum, radyo yetkililerinden rica etsem o programı bulabilirler mi, bir hatıra olarak bir cd’sini verirler mi?
Son olarak Divanyolu’nda, o sıralarda çalıştığım Kubbealtı Vakfı’nın hizmet verdiği Köprülü Medresesi’nin tam önünde karşılaşmış ve selamlaşmıştık. Ayaküstü bir nebze sohbet etmiştik. “Çalışmalarına katılamıyorum, ama programlarından haberim var, güzel işler yapıyorsun, Allah razı olsun.” demişti. Bu teşvik edici sözler, onun gönül dünyasının güzelliğini, zarafetini bütün incelikleriyle yansıtıyordu aslında. Zira o, moral bozan değil, teşvik eden insandı.
Asıl İş Bundan Sonra
Biz çok hisli, aşırı heyecanlı bir milletiz. Vefâtlar bizi çok üzer, gurbetler içimizi acıtır, ayrılıklar kahreder. Ölümlerin ardından dokunaklı, duygu yüklü, hüzünlü ve keder dolu lâflar ederiz. Yazılar bile yazarız pek alışkın olmadığımız hâlde. Bazı gazetelerde, dergilerde sarsıcı yazılar okudum Nusret Özcan hakkında.
Elbette bu melâl yüklü satırlar, bir vefâ borcudur ve gereklidir, yazılmalıdır. Ya sonra? Sonrası koca bir sessizlik… Bir hamûşân hâli… Ölüm sessizliği kaplar dört bir yanı. Hâlbuki bu toprağın çocukları sadece beş on günlüğüne veya bir iki aylığına hatırlanmamalı.
İsterseniz Nusret Özcan için dostlarının neler yapabileceğini bir düşünelim. Ben kolaylık olsun, pratik fayda sağlasın diye maddeler hâlinde sıralayacağım bunları. Belki bugün hayal kabul edilen tasavvurların bir kısmı, gün gerçekleşir, hakikate dönüşür. Önce “inşallah” diyelim, sonra da kolları sıvayarak “Bismillah” çekelim. Gün ola, harman ola!
Nusret Özcan iyi bir gazeteci olduğu kadar mükemmel bir edebiyatçıydı da. Öncelikle bütün kitapları iyi bir yayınevinde düzenli olarak neşredilmelidir. Onun eserleri üzerinde bugüne kadar tam anlamıyla özenle durulduğunu sanmıyorum. Bundan sonra hikâye, roman, biyografi ve diğer eserlerini yeniden okumalı ve bu kitaplar hakkında ciddi yazılar yazmalıyız.
Üniversitelerimizin Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde Nusret Özcan hakkında tezler hazırlatılmalı. Onun edebiyatçı kimliği ilmî olarak tespit edilmeli, eserlerine dair araştırmalar yapılmalıdır.
Yayınlanmış eserlerinin dışında yarım kalmış eserleri de bence derlenip neşredilmelidir. Bu arada muhtelif gazete ve dergilerde kalan makaleleri de, iyi bir araştırmacı tarafından araştırılıp toparlanmalı ve bu yazılar bir an önce kitaplaştırılmalıdır.
Nusret Özcan çok sevilen ve sayılan bir yazar, bir edebiyatçıydı. Mutlaka dostlarıyla mektuplaşmıştır. İnternet mektupları da dâhil olmak üzere bunlar da bir araya getirilmeli ve karşılıklı yazışmalar “Nusret Özcan Mektupları” adıyla kültür hayatımıza bir kitap hâlinde kazandırılmalıdır. Böylece mektup edebiyatımıza katkı sağlanır.
O vefalı bir insandı. Mustafa Kutlu ve Beşir Ayvazoğlu hakkında birer biyografi kitabı hazırlamıştı. Yakın dostları onun için 2012 yılında kıymetli bir eser hazırladı: Hayy’dan Hû’ya Nusret Özcan. Yayın dünyasında pek bulunmayan bu kitap yeniden ele alınmalı kültür hayatımıza yeniden kazandırılmalıdır. Yakın dostları onun için küçük de olsa müstakil hatıra kitapları kaleme almalıdır.
Bütün müesseseler gibi gazeteler de hizmet etmiş, kültüre, sanata, edebiyata katkıda bulunmuş mensuplarıyla iftihar eder, etmelidir. Çok emek verdiği Yeni Şafak gazetesi de bence tez elden bir heyet oluşturmalı ve Nusret Özcan adına ciddî bir edebiyat yarışması düzenlenmelidir. Yarışma her yıl ayrı bir türde tertip edilmelidir. Böylece her yıl yeni Nusret Özcan’lar edebiyatımıza kazandırılabilir. Bu kadirşinaslık, umulur ve beklenir ki bir an önce tahakkuk eder.
Rahmetli Mehmed Niyazi Bey hayatta iken her yıl merhûm Hilmi Oflaz için bir anma toplantısı düzenlerdi. Bazılarına katılmıştım, unutulmaz meclislerdi onlar. Nusret Özcan için de her yıl 22 Haziran günü Eyüpsultan’da veya Bâbıâli’de bir anma programı tertip edilmelidir.
O gün Eyüp Sultan’daki mezarı ziyâret edilmeli. Öğleden sonra da dostları buluşmalıdır. Bu geleneği yaşatmak dostları için bir vicdan borcu olmalıdır. Bu sene Yeni Dünya Vakfı bu hizmeti üstlendi. “Eyüpsultan’ın Ebedî Sakinleri” seri toplantılarından biri Nusret Özcan’a ayrıldı. Haziran ayında “Gümüş Sakal” unutulmadı.
Sağlam dostları var, onu unutturmuyor. Hem zaten istesek de unutabilir miyiz o modern zamanların ‘gümüş sakal’lı dervişini. Nitekim kadirbilir dostları, 25 Kasım 2012 de Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde onu rahmetle, hürmet ve muhabbetle yâd ettiler.
Bu soylu buluşmaya koşa koşa gitmiş, arkadaşları davet etmiştim. Büyük salon dolup taşmıştı. Konuşmalar içten, samimi ve güzeldi. Hele o unutulmaz hatıralar… Bazen hüzünlenmiş, bazen de tebessüm etmiştik. Ama hep hayırla, güzellikle ve iyilikle andık bu özge insanı, bu çağdaş dervişi…
Yahya Kemal’in güzel tabiriyle “Biz ölülerimizle varız.” Evet, Eyüpsultan sırtlarında üstadı Necip Fazıl ve Hilmi Oflaz’ın komşusu olarak yatan Nusret Özcan, aramızda yaşıyor. Aziz yazarımıza Cenâb-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Rûhu şad, kabri nur, mekânı cennet, makamı yüksek, menzili mübârek olsun inşallah.
Mehmet Nuri YARDIM
Yazarİnsan ol Adem oğlu önce insânı okuİyice bak nefsine, emanet cân’ı okuÂlemde her gördüğün aslında bir kitaptırGözlerini çevir de tüm âsumânı okuHer yıldız bir noktadır, birleştir çizgi çizgiGör ne yazm...
Şair: Ekrem KAFTAN
Rabb’im ne güzel karmış ezelden mayamızı,Nakşetmiş rûhumuza ebedî sevdâmızı.Ekeriz gönüllere gül açan tohumları,Süsleriz boydan boya sevgiyle dünyamızı.Süzülür bayrağımız nizâm-ı âlem için,Küfürle iş ...
Şair: Yusuf DURSUN
Milletlerin kültür hayatında büyük yazarlar, romancılar ve şairler kolay yetişmiyor. Peyami Safa, edebiyat tarihçilerimizin büyük çoğunluğuna göre Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının en büyük romancıs...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Balkanlar’da bizim sesimiz bizim nefesimiz vardır. Hâlâ o dağlarda Osmanlı akıncılarının sesi yankılanır, Tuna’da ve diğer nehirlerde Türk denizcilerinin “Vira Bismillah”ını duyarsınız biraz kulak kab...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM