Vefasızlığın Diğer Adı: Nankörlük
"Kur'ân'ın anlattığına göre özünü kaybeden¸ imanı içine tam olarak sindiremeyen ve fıtrat kanunlarını ihlal eden insanlar için nankörlük adetâ bir karakter durumundadır. Bu tip insanlar başına bir musibet geldiğinde Allah'a yalvarır¸ kendini emniyette hissedince de O'nu unutur. Rabbi kendisine bir nimet verdiğinde ona sevinir¸ fakat kendi hatası yüzünden başına bir kötülük geldiğinde nankörlük huyu yeniden kendini gösterir."
Gittikçe müzminleşen bir hastalık
Müslümanlar olarak kimi güzel hasletleri devam ettirmekle birlikte bazı konularda geri gittiğimiz bir gerçektir. Mesela¸ dünya işlerinde bizden aşağı durumda olanlara¸ ahiret işlerinde ise üstte olanlara bakmakla yükümlüyüz. Fakat etrafımızda bunu başarabilen kaç kişi tanıyoruz? Yani genel manzara bunun tam tersidir. Mümine hiç yakışmayan şükürsüzlük¸ elinde olana şükretmeyip sürekli başkalarının mal varlığını ölçü alma anlayışı gittikçe yaygın bir hal almaktadır. Bu da ciddi bir tatminsizlik¸ hırs ve var olan nimeti verene karşı nankörlük doğurmaktadır. Allah'a karşı gösterilen nankörlük¸ ardından insanlar arasındaki nankörlüğü getirmektedir. Bu yüzden günümüzde nankörlük hastalığından şikâyet etmeyen pek yok gibidir. Müslüman toplumlarda da nankörlük gittikçe müzminleşen bir hastalık haline gelmiştir.
Yüce kitabımızın müminlere öğrettiği ve onlardan yapmalarını talep ettiği güzel erdemlerden biri de şükür ve teşekkür anlayışıdır. Bunun tersi olan nankörlük ise kötülenmiş ve müminlere asla yakıştırılmamıştır.
Nankörlük nedir?
Dilimize Farsça'dan geçen "nankör" kelimesi¸ kadir kıymet bilmemek¸ yapılan iyiliği ve yardımı görmemek¸ eline geçen nimeti inkâr etmek¸ nimeti verene karşı nankörce davranmak gibi manalara gelir. Buna "küfrân-ı nimet" de denilir. Bu kelime¸ şükür ve teşekkürün karşıtı olarak da kullanılmaktadır. Çünkü şükür¸ nimetin kadrini kıymetini bilmek¸ iyiliği ve yardımı yapana memnuniyetini bildirmek¸ kendisine dua ve teşekkür etmek demektir. Nankörlük aynı zamanda bir vefasızlıktır. Zira nankör kimse kendisine iyilik eden ve nimet veren ile arasındaki vade ve dostluğa aykırı davranmıştır. Onun iyi niyetine kötülükle karşılık vermiş¸ umutlarını örselemiştir. Şükür insanî bir erdem iken¸ nankörlük erdemsizliktir.
Teşekkür¸ nezaketi¸ asaleti¸ zarafeti gösteren insana mahsus bir davranıştır. Aynı zamanda bir gönül borcu ve vefadır. İnsanlara iyilik ve lütuf Allah'tan geleceği gibi¸ insanlardan da gelebilir. Allah'ın verdiği her türlü nimete¸ lütuf¸ ihsan ve inayete şükredilir; insanların yaptığı iyiliğe ve yardıma ise teşekkür edilir. Allah'ın verdiği nimetler karşısında "Allah'ım sana şükürler olsun"¸ insanlardan gördüğümüz iyilikler için ise "sağol"¸ "teşekkür ederim" gibi ifadeler kullanırız.
Yüce kitabımız Kur'ân¸ bize şükrü ve teşekkürü emreder. Esas teşekkürü hak edenin Yüce Allah olduğunu hatırlatır. Çünkü kâinatı sayamayacağımız kadar nimetle donatan¸ inanan-inanmayan bütün insanlara cömertçe veren ancak O'dur. Nimetin esas sahibi Allah'tır. İnsanlar ancak Allah'ın kendilerine verdiğinin bir kısmını vermekle yükümlüdürler. Ancak bu¸ iyilik yapan insanlara teşekkür etmeye engel değildir. Kur'ân Allah'a şükretmemizi emrederken aynı zamanda bizi bu noktada zihnen eğitmektedir. Benliğimize¸ karakterimize ve kişiliğimize nimet verene¸ ihsanda bulunana karşı teşekkür etmeyi ve vefa duygusu taşımayı yerleştirmektedir. Nitekim sevgili Peygamberimiz bu gerçeği dile getirerek: "İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a da şükretmez" buyurmuştur[1].
Şükreden de nankörlük eden de bunu kendisi için yapar
Nankörlüğün biri insanlara¸ diğeri ise Allah'a arşı olmak üzere iki türü vardır. Dilimizde nankörlük daha çok insanların kadir bilmezliklerini ifade etmek için kullanılır. Bu da onların birbirlerinden gördükleri iyiliklere karşı teşekkürü terk eden nankörce davranışlarını ifade eder. Nankörlüğün diğer türü ise insandan Allah'a yöneliktir. Yani insanın Rabbine karşı olan nankörlüğüdür. Kur'ân bu nankörlüğü "küfür" kelimesiyle ifade etmiştir. Çünkü Allah'a şükretmeyenin küfre düşme ihtimali vardır. İnsanlara karşı yapılan nankörlük sahibini doğrudan küfre götürmese de¸ mümince bir davranış olmaması sebebiyle çok tehlikelidir.
Teşekkürü ve nankörlüğü insan aslında kendisi için yapar. Bu davranışın sonuçlarından birinci derecede etkilenecek olan o insanın kendisidir. Bizim şükrümüz nimeti veren Allah'a bir şey kazandırmaz. O¸ hiçbir şeye muhtaç olmayan bir varlıktır. Bize iyilikte bulunan insana yaptığımız teşekkür de ona maddî bir kazanç sağlamaz. Onu memnun eder. Umutlarını yeşertir. Ancak bunun sonucu yine bize döner. Nankörlüğün olumsuz sonuçlarından da yine biz etkileniriz. Bu gerçek Kur'ân'da şöyle ifade edilir: "Yanında kitaptan bir ilim olan kişi; sen yerinden kalkmadan önce onu sana getirebilirim¸ dedi. Süleyman tahtı yanına yerleşivermiş görünce; bu¸ şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır. Şükreden¸ ancak kendisi için şükretmiş olur¸ nankörlük eden de bilsin ki Rabbim Ganî'dir¸ Kerîm'dir"[2].
Bu davranışlar insanın şahsiyeti ve insanlık kalitesi hakkında fikir verir. Teşekkür ve nankörlüğün Allah¸ insan ve insanlar arası ilişkilerin gelişmesi veya gerilemesi noktasında büyük yeri olduğu asla inkâr edilmez. Bize sayısız nimetleri veren Yüce Rabbimizin bunlara karşılık aslında bizden sadece şükür istediğini söylemek yanlış olmaz. Nitekim sırf ve ancak Allah için yapmak zorunda olduğumuz ibadetlerin temel maksadı da Allah'a olan şükür ve vefa borcumuzu ifa etmek değil midir? Nitekim Hz. Âişe¸ geceleri Allah'a ayakları şişinceye kadar ibadet eden Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sormuş: "Allah bütün günahlarını affetmiş iken bunca ibadet niye?" o da şöyle cevap vermiş: "Allah'a çok şükreden bir kul olmayayım mı?"[3].
Şükür ve teşekkür insana bir şey kaybettirmez¸ aksine çok şey kazandırır. "Eğer şükrederseniz size nimetimi artırırım"[4] mealindeki âyet bu gerçeği anlatır.
Nankörlüğün cezası nimetten mahrum kalmaktır
Kur'ân-ı Kerim'de¸ insanların Allah'a karşı nankörlüğünün cezasız kalmadığı birçok âyette ifade edilir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir: "Sebe'lilerin yurtlarında¸ Allah'ın kudretine bir delil olarak sağlı sollu iki bahçe bulunuyordu. Onlara: Rabbinizin verdiği rızıktan yiyin ve O'na şükredin¸ işte hoş bir belde ve bağışlaması bol bir Rab! denmişti. Fakat onlar yüz çevirdiler. Bunun için biz de üzerlerine Arîm selini gönderdik. Onların bahçelerini¸ buruk yemişli¸ ılgınlı ve içinde bir kaç sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. Nankörlük ettikleri için onları işte böyle cezalandırdık. Biz¸ nankör olandan başkasını cezalandırır mıyız?"[5].
"Allah¸ size güven ve huzur içinde olan bir kasabayı misâl verir; her taraftan oraya bolca rızık geliyordu. Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler. Bu yüzden Allah onlara¸ yaptıklarına karşılık açlık ve korku belasını tattırdı"[6].
Tedavi edilmeyen nankörlük karakter haline gelebilir
Kur'ân'ın anlattığına göre özünü kaybeden¸ imanı içine tam olarak sindiremeyen ve fıtrat kanunlarını ihlal eden insanlar için nankörlük adetâ bir karakter durumundadır. Bu tip insanlar başına bir musibet geldiğinde Allah'a yalvarır¸ kendini emniyette hissedince de O'nu unutur. Rabbi kendisine bir nimet verdiğinde ona sevinir¸ fakat kendi hatası yüzünden başına bir kötülük geldiğinde nankörlük huyu yeniden kendini gösterir. Kur'ân insanın bu olumsuz durumunu şöyle anlatır:
"Denizde başınıza bir musibet geldiğinde Allah'dan başka tüm yalvardıklarınız kaybolup gider¸ fakat O¸ sizi karaya çıkararak kurtarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür"[7]¸ "...Doğrusu biz katımızdan insana bir nimet tattırırsak. Ona sevinir; ama kendi yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse işte o zaman insan pek nankördür"[8]¸ "O canı çıkası insan¸ ne nankör şeydir!"[9].
Nankörlük yapan insanlar¸ Allah'ın kendilerine verdiği sayısız nimet karşısında kadir bilmezlik yapıp şükrü terk etmektedir. Hâlbuki Yüce Allah insanın yaptığı en ufak bir davranışını değerlendirmekte ve ona gereken mükâfatı vereceğini haber vermektedir. "Her kim iman etmiş olarak salih amel işlerse¸ onun bu çabasına karşı nankörlük edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız"[10].
Allah katında ve kullar nezdinde sevimsiz¸ ahlak dışı ve vefasız bir davranış olan nankörlükten kurtulmanın çaresi¸ nimeti vereni ve nimetin kadrini bilmek ve şükretmektir.
[1] Tirmizî¸ "Birr"¸ 35; Ebû Dâvûd¸ "Edeb"¸11.
[2] 27/Neml¸ 40.
[3] Buhârî¸ "Teheccüd"¸ 6; Müslim¸ "Münâfikîn"¸ 79.
[4] 14/İbrâhîm¸ 7.
[5] 34/ Sebe'¸ 15-17.
[6] 16/Nahl¸ 112.
[7] 17/İsra¸ 67.
[8] 42/Şur⸠48.
[9] 80/Abese¸ 17.
[10] 21/Enbiya¸ 94.
Abdullah KAHRAMAN
YazarYüce kitabımız Kur’ân camileri müşriklerin değil, ancak mü’minlerin imar edeceğini ifade etmektedir. Camilerin fizikî imarı üzerinde durmayan Kur’ân’ın bahsettiği manevî imardır. İlgili âyetlerden bir...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
İslâm âlimleri sahih, doğru, isrâiliyâttan ve hurâfeden uzak bilgiyi elde etmek için çok büyük gayretler göstermişlerdir. Çoğu kere böyle bilgileri ya kitaplarına hiç almamış veya tenkit etmek ve aslı...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Din duygusunun insanda doğuştan var olduğu bir gerçektir. İnsanların din seçimi, seçtiği dini doğru usullerle öğrenmeleri, dindar olmaları ve dindarlığını diğer toplum alanlarına ve bireylere yansıtma...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Yüce dinimiz İslâm’ın insanlığa getirdiği en temel değer insanı muhâtap alması, onu merkeze koyması ve insan şahsiyetini korumasıdır. Tîn Sûresi’nde insanın en güzel surette yaratıldığını ifade eden Y...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN