Osman Hulûsi Efendi’nin Tasavvufî Tecrübesinde Vuslatın Yeri
Osman Hulûsi Efendi’nin tasavvuf anlayışının merkezini vuslat arzusu oluşturmaktadır. Onun seyr u sülûk eğitiminde merasim, şekil, sûret ve gösterişe yer yoktur. Yaraları sarmak, sıkıntıları gidermek, gönüllere ferahlık vermek, problemleri çözmek ve müntesiplerini kemâle erdirmek onun en temel gayesidir.
Zor zamanda gerçekleştirdiği tasavvufî faaliyetlerinde gerek bireysel gerekse toplumsal boyutta müntesiplerinin Hak Teâlâ ile ünsiyet kurmalarını hedeflemektedir. Kendisinin yaşadığı o içsel gelişimi sevdikleriyle birlikte yaşamayı, elde ettiği vuslat tadını sevdiklerinin de yaşamasını arzulamaktadır.
Dermânı olmayan umutsuz hastalıklara yegâne dermânın vuslat merhemi olduğunu düşünmektedir.[1] Dünyanın âlâyişine, eşyanın görüntüsüne, gelip geçici heveslerin albenisine aldanmadan sonsuzluk yolculuğuna hazırlanmaya, âhireti mâmûr kılmanın çabasına, Allah’a yakınlaşmanın şevkine kendini kaptırmaktadır.
Hakk’ın sevgisini kazanacak bir liyâkate ermenin, Hakk’a gereğince kul olmanın şevkine ermenin ve Müslümanlık kalitesini ortaya koymanın kişiye hayat bahşedeceğini, kişiyi mânevî hastalıklarından kurtaracağını, ölü gönlünü dirilteceğini, kişiyi huzura erdireceğini ayrılık ateşini söndürüp vuslatın esenliğine erdireceğini belirtmektedir.
Osman Hulûsi Efendi peygamberlerin, âlimlerin, mürşid-i kâmillerin yegâne hasletinin muhataplarının Allah ile vuslata erdirmek olduğunu belirtmektedir. Şeyhi İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi ile olan yakınlığı onda huzur sağlamakta, onunla birliktelik kendisinde kulluk kalitesini artırmakta, ondan aldığı neşve kendisini mânevî huzura erdirmektedir.
Kendisine Allah’ı hatırlatan, kendisinde Allah aşkını peydâ kılan, kendisini ahlâk-ı hamîdeye sevk eden ve Allah yolunun yolcusu kılan İhramcızâde’ye hayranlığını, sohbetlerine iştiyâkını ve ona kavuşma iştiyâkını şu şekilde beyân kılmaktadır:
Câna cân katdın efendim lutf u ihsân eyledin
Mürde olmuş gönlümü lutfunla şâdân eyledin
Hayli demdir iştiyâkınla harâb olmuşdu dil
Sâye saldın servi kaddinle hırâmân eyledin
Kûşe-i hicrânda ser-gerdân u bî-kes gönlümü
Afitâb-ı hüsn-i tâbânınla rahşân eyledin
Ey mürüvvet menbaı tutdun elin üftâdenin
Hâtır-ı nâ-şâdımı lutfunla handân eyledin
Hasta-i nevmîd-i bî-dermâna kıldın iltifât
Ey tabîbim merhem-i vaslınla dermân eyledin
Ey güzeller serveri açdın nikâb-ı hüsnünü
Bu Hulûsî kemteri lutfuna şâyân eyledin.[2]
Gerek Allah ile gerekse Hak dostlarıyla vuslat bedel gerektirmektedir. Vuslat ne kolay lokma ne de rahatlıkla erişilebilecek bir meydandır. Vuslat tadını tatmak için lâyık olmak, kabul edilebilmek, davet alabilmek ve kavuşmayı sağlayacak bir yaşam kalitesine ermek gerekmektedir. Sahip olduğumuz en değerli sermayemiz olarak candan bile geçmek gerekmektedir.
Suvar bu teşne cânı sevdiğim la'lin şarâbından
Harâb oldum bu hûn-âb-ı ciğer bağrın kebâbından
Yeter bir “lemhatü’l-ebsâr” olan çeşmin nigâhı tek
Bana ilm-i edeb erkân okut aşkın kitâbından
Hicâb-ı nefs ile cehl ü cüdâlıkda esîr oldum
Bu zulmet-tâba al bir lem’a vechin âfitâbından
Senin aşkın enîs-i cânım olsun gayrıdan kurtar
Usandım dehr-i dûnun gûne gûne inkılâbından
Senin pervâne-i şem’-i cemâlin olmak ister cân
Ümîdin kesme vakt-i ilticâda feth-i bâbından
Hulûsî hastanın cânına vaslın etmese dermân
Ana hicrin eşeddir belki tamunun azâbından.[3]
Şiirinde beyân ettiği üzere Hulûsi Efendi ilâhî güzelliklere o kadar sevdalıdır ki, gerek Hakk’ın güzelliğine gerekse Hak dostlarının kıymetine pervâne kesildiğini belirtmektedir. İlâhî güzellik mumunun etrafında pervâne gibi dönüp orada kendini yakıp mahvetmek istemektedir.
İlâhî güzelliğin uğrunda kendi canını fedâ edecek bir pervâneye dönüşmektedir. Duâ vakti belirdiğinde mânevî fetih kapılarını ve kavuşmayı kendisine açacağından ümidini aslâ kesmemektedir. Ebedî huzura ermek için sevgililer sevgilisi Hak Teâlâ’nın uğrunda canı fedâ kılmamız gerekmektedir.
Sonsuzluk iksirini elde edebilmek için dünyadan da dünyalık heveslerden de geçmemiz, canımızı Hakk’a içtenlikle teslim etmemiz gerekmektedir. Tasavvuf ikliminde hakîkî değer Hakk'a yakınlık ile ölçülür. Kemâl sıfatlarla ziynetlenen canlar Hakk'a yakın konuma gelmiştir.
Kurbiyet kesbedebilmek için bir mürşid-i kâmilin terbiyesinden geçmek gerekmektedir. Bu yolda çekilen sıkıntılar ve sabredilen dertler âşığı kemâle erdirmekte ve ona mânevî hazinelerin kapılarını açmaktadır.
Hakk’a âşık kulların yolculuklarında hedef “semt-i yâr”dir. Hak dostları zikir meclislerinde “dost yüzünü” seyrân etmenin derdindedirler. Zâkirlerin zikirlerindeki devrânı her dâim tecellînin zuhûruna adres hâline gelmeyi hedeflemektedir. Hak katına yükselebilmek kulun gayretinden çok Allah’ın kuluna olan sevgisiyle gerçekleşir.
Biz Allah’ı sevdiğimiz için değil, Allah bizi sevdiği için bizde birtakım mânevî değişim ve gelişimler gerçekleşecektir.[4] Allah bizleri dost edinince bizler işte ancak o zaman o ilâhî tecellîleri temâşâ etmiş olacağız. Hakîkat yolunun yolcusu olan dervişler kervanının hedefledikleri menzile ulaşmakta nasıl karar kıldıklarını Hulûsi Efendi şu şekilde beyân kılmaktadır:
Sûfî bizim bu râhımız
Semt-i yâra doğru gider
Arşa çıkan bu âhımız
Semt-i yâra doğru gider
Tevfîk-i Hak’dır pîrimiz
Oldur yâr-ı sâdıkımız
El-hak bizim tarîkımız
Semt-i yâra doğru gider
Yolundadır yolluğumuz
Hâliyledir hâlliğimiz
Herkes bilir kulluğumuz
Semt-i yâra doğru gider
Aşk-ı Hak’dan kıldık ......
Gayırmayız yakın ırak
Alnımız açık yüzümüz ak
Semt-i yâra doğru gider
Hakk’a itâat kılmışız
Derdini ni’met bilmişiz
Râh-ı savâbı bulmuşuz
Semt-i yâra doğru gider
Demiyledir devrânımız
Dost yüzüdür seyrânımız
Çekilüben kervânımız
Semt-i yâra doğru gider
Mürşid-i Hak’dır pîrimiz
O oldu dest-gîrimiz
Hep ganî vü fakîrimiz
Semt-i yâra doğru gider
Hulûsî pâkdir özümüz
Yolunda hâkdir yüzümüz
Duyar ise her sözümüz
Semt-i yâra doğru gider. [5]
Gönlünü vuslata erdirmenin derdinde olan âşık canını cananına kavuşturunca, vuslat beklentisine kavuşunca dikenlerden şikâyeti bırakıp güllerin sevdasına bürünür, Mevlâ’nın kahrını da lütfunu da bir görmeye başlar.[6] Sonunda şöyle seslenir:
Ey dil yürü zâr eyle kim zârın nice bir zâr ola
Aç gözünü dîdârı gör bu uykudan bîdâr ola
Ölmeden öndin bul memât hayy ol içip âb-ı hayât
Hem ol ki mahv-ı mahz-ı zât cân vâkıf-ı esrâr ola
Dil vuslata nâil olup cânâna cân vâsıl olup
Her matlabın hâsıl olup hârın gül-i gül-zâr ola
At varlığı varı n’iden ko ârını ârı n’iden
Bul yârı ağyârı n’iden her dem enîsin yâr ola
Âşıksan özle yârını terk edip âr u varını
Sa’y eyle bul dil-dârını kim manzarın dîdâr ola
Ey cân u dil dîdâra bak hem hâl ü hem ruhsâra bak
Ko gayrıyı bu kâra bak kârın meğer bir kâr ola
Er sâfiyâne bul safâ senden kamu olsun nümâ
Âyîne-i dildeki tâ görünen ol dîdâr ola
Sa’y et de ol ehl-i ferâğ arada kalmaya nizâ’
Bu sözleri et istima’ hep gizliler ihbâr ola
Bul Hakk’a varmağa delîl görmez gözün olmuş alîl
Zikr et ki Hakk’ı cân ü dil gencîne-i esrâr ola
Geldin bu ile sen garîb ol bâğ-ı dosta andelîb
Bu derdine bul bir tabîb zahm-ı dilin tîmâr ola
Nâdânla olma yek-nefes bul ehl-i Hakk’ı işte bes
Bî-keslere ol dâd-res dâd-resin Gaffâr ola
Bil “alleme’l-esmâ” nedir esmâ vü müsemmâ nedir
Hem tâc-ı “kerremnâ” nedir anı giyen muhtâr ola
Hasretle eyledim melâl gör hâlim ey sâhip-kemâl
Hulûsî’ye göster cemâl şevk ile bî-karâr ola.[7]
Hulûsi Efendiye göre vuslatın lezzeti ancak firkat acısı ile bilinebilir. Firkatin sıkıntısını yaşayanlar vuslata ermenin hayali ile yanıp kavruldukları, vuslat gerçeğinin hâsıl olacağını bildikleri için kararlı bir duruş sergiler, hedeflerine ulaşmanın azmi ile donanıma ermeye çalışırlar.[8] “Sâki” diye hitâp ettiği mürşidinin kendisine inâyet edip müjde verdiğini ve güzelliğinin yansıması olan aşk şarabından bahsettiğini şu şekilde dile getirmektedir:
Göz göz olan bu sîne mir’ât-ı hüsnün olmuş
Yüz gösteren boyuna âyât-ı hüsnün olmuş
Her yan açılmış ey yâr ezhâr u gül ne kim var
Bu ay u gün-i seyyâr mişkât-ı hüsnün olmuş
Zülfün ayağa salmış uşşâkın aklın almış
Cân görmüş ana dalmış hâlât-ı hüsnün olmuş
Her yanı çesm-i hâlin koymuş gama hayâlin
Gâh hicr ü gâh visâlin lezzât-ı hüsnün olmuş
Bir gün inâyet etdi sâkî beşâret etdi
Meyden hikâyet etdi hâcât-ı hüsnün olmuş
Uşşâkın cân u mâlı îmânı dîni hâli
Hem akl u hem hayâli gârât-ı hüsnün olmuş
Uşşâkı derde salmak hayretle hâlî kalmak
Cevr eyleyip cân almak âdât-ı hüsnün olmuş
Yârın Hulûsî yâdı gönlün müdâm murâdı
Her müşkilin küşâdı tâât-ı hüsnün olmuş.[9]
Sana vuslat yolunun rehberi aşkın yârın
Ana yâr ol da ko ağyârını yârdan seçegel
“Ağyarı/başkalarını bırak¸ sana vuslat yolunda rehberlik edecek yâri seç ona yâr ol.”
Varlıktan geçip nefsini terk eden sûfî artık gerçek sevgilinin makamına fenâ yurduna ermelidir. Vuslat sözlüklerde “kavuşma¸ ulaşma¸ erişme” demektir. Tasavvufta gâib olan Hakk'a kavuşma anlamında kullanılır. Mânevî bir hâl olan vuslat¸ rûhen Hak’la bir olmayı ve kendinden geçmeyi de ifade eder.
Vuslat artık hakîkî sevgiliye kavuşma anıdır. Bu ise ancak Allah'tan gayrı her şey anlamına gelen mâsivâdan geçmekle olur. Beyitte ‘ağyar' ifadesi mâsivâyı temsil etmektedir. Yani gerçek sevgilinin gayrısında olan her şeydir. Dünyaya ait bütün güzellikler ve nefsin bütün istekleri ağyârdan sayılır. Âşıklar¸ ağyârı aradan çıkarıp gönüllerini Hakk'ın aşkıyla doldurdukları zaman vuslata erebilirler.[10]
Fenâ fillah makamına erişen âşık, artık her şeyinden vazgeçmiştir. Tecrîd-i hitâbî sanatına başvuran Hulûsi Efendi kendine seslenip dünyada elde ettiği her şeyi güneş yüzlü sevgilinin ayağına saçmasını istemektedir. Ağyârdan kaçıp mâsivâdan sıyrıldıkça gerçek varlığa erişebileceğini belirtmektedir.
Sevgiliyi “Güneş” ile sembolize eden Hulûsi Efendi, vuslata erişme vaktini her şeyimizi sevgilinin yoluna fedâ etme ânı olarak nitelemektedir.[11] Vuslata ermenin şevkini sonunda şu şekilde beyan kılmaktadır:
Dest-i sâkîden alıp sâfî şarâbı içegel
Sûret-i hâle nazar eyleme sûfî içegel
Seni bu hâl-i harâbdan götürürler bir gün
Ölmeden öndin ölüp göçmeden öndin göçegel
Hâl-i encâmını fikr eyle bu fânî evinin
Geçmeden fırsat o bâkî eve bir yol açagel
Sana vuslat yolunun rehberi aşkın yârın
Ana yâr ol da ko ağyârını yârdan seçegel
Ey Hulûsî ne ki var nakd-i hayâtın varın
O güneş yüzlü nigârın ayağına saçagel.[12]
[1] Mehmet Akkuş, “Vuslat, Derde Dermandır”, Kültür - Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncubaba, Yıl: 13, Sayı: 75, Ocak 2007, s. 18-19.
[2] Es-Seyyid Osman Hulûsi Darendevî, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, haz. Mehmet Akkuş & Ali Yılmaz, Nasihat Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2013, s. 162.
[3] Darendevî, Dîvân, s. 228-229.
[4] Mustafa Özçelik, “’Uzun İnce Bir Yol’da Yürümek II”, Kültür - Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncubaba, Yıl: 17, Sayı: 105, Temmuz 2009, s. 41-42.
[5] Darendevî, Dîvân, s. 90-91.
[6] Abdülmecit İslamoğlu, “Dost Bahçesinin Bülbülü Olmak”, Kültür - Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncubaba, Yıl: 18, Sayı: 138, Nisan 2012, s. 13.
[7] Darendevî, Dîvân, s. 6.
[8] Hüseyin Alpsoy, “Gönül Ayinesi”, Kültür - Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncubaba, Yıl: 19, Sayı: 149, Mart 2013, s. 12.
[9] Darendevî, Dîvân, s. 118-119.
[10] Hüseyin Alpsoy, “Göçmeden Önce Göçegel”, Kültür - Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncubaba, Yıl: 19, Sayı: 151, Mayıs 2013, s. 13.
[11] Alpsoy, “Göçmeden Önce Göçegel”, Somuncubaba, Sayı: 151, s. 13.
[12] Darendevî, Dîvân, s. 170.
Kadir ÖZKÖSE
YazarBalkanların fethi sürecini başlatan Osmanlı Devleti, Balkanlarda kalıcı olabilmek için sadece siyasî ve askerî kuvvetlerin yeterli olmayacağını yakından anlamıştır. Fetihlerin kalıcılığını sağlamak, B...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Türk devletleri arasında İslâmiyet’i devlet dini olarak kabul eden ilk Türk devleti, kuzey Kafkasya’da İtil (Volga) nehrinin orta havzasında kurulan İdil Bulgar Devleti’dir. Bulgar topraklarından Abbâ...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Küfrün taşkınlığı, şer odaklarının pervâsızlığı, ahlâksızlığın yaygınlaşması, hak ve hukukun çiğnenmesi karşısında Müslümanın sessiz ve tepkisiz kalması kadar yersizlik olamaz. Kötülüklerle mücâdele e...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Yalan dünyânın cennetiSever ve sayar devletiÖvünç kaynağı milletiSomuncu Baba himmetiOsman Hulûsi hikmetiPırıl pırıldır niyyetiGözetir farzı, sünnetiİhmal etmez ibâdetiYerli yerinde izzetiYaptığı vata...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN