Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin Edebî Yönü
Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin Gönül Coğrafyası
1914 yılında, Malatya’nın Darende ilçesi Hacılar Şeyhli Mahallesinde dünyaya gelen Seyyid Osman Hulûsi Efendi âlim, mutasavvıf ve şairdir. Babası Şeyh Hâmid-i Veli Somuncu Baba'nın ahfâdından Hasan Feyzi Efendi, annesi ise Seyyid Tâceddîn Velî neslinden Fâtıma Hanım'dır.
Hak ve hakîkat nihan kalmasın diye bir ömür çırpınan bu mübârek zat, baba ve anne tarafından "Seyyid" olup 36. kuşaktan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in soyundandır. I. Dünya Savaşı'nın sıkıntılı yıllarında, ilk eğitimini babası Hatip Hasan Feyzi Efendi’den almış, daha sonra Darende Dutluk Sıbyan Mektebi ve Cumhuriyet İlkokulunda resmî eğitimlerini tamamlamıştır.
Gençlik yıllarında kendisini geliştirerek Arapça, Farsça ve edebiyat bilgisini ilerletmiştir. Aynı zamanda marangozluk, mühür kazımak, matbaacılık, dizgi, oymacılık ve ticaretle uğraşmıştır. Kırk gün içerisinde babası Hatip Hasan Feyzi Efendi ve ağabeyi Ahmet Nûri Efendi’nin vefâtları üzerine, cami mütevellîsince, Şeyh Hâmid-i Velî Camii imam hatipliği görevine getirilmiştir.
1953’e kadar fahrî olarak yaptığı bu görevi, emekli olduğu 1987 yılına kadar tam 42 yıl devam ettirmiştir. Osman Hulûsi Efendi, 14 Haziran 1990 tarihinde vefât etmiştir. Naaşı Şeyh Hamid-i Veli Somuncu Baba Külliyesi hazîre bölümüne defnedilmiştir. "Dîvân", "Mektûbât" ve "Hutbeler" adlarını taşıyan üç eseri bulunmaktadır. Yaşarken kendi adına Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı'nı kur(dur)muştur. Bu güzel vakıf bugüne kadar on binlerce insana hizmet etmiştir.
"El kadar bir taş geçse elime onu memleketimin istifadesine kullanırım." diyen Osman Hulûsi Efendi; ömrünü tebliğ, irşat, hayır ve hasenât uğrunda harcamıştır. Nakşî geleneğini özümseyen Hulûsi Efendi, İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak'ın tasavvufî düşüncesini benimsemiş, onun ölümünden sonra da ona bağlı ihvanlarına sahip çıkarak önlerinde yürümüştür.
O; Şiranlı Mustafa Efendi, Mustafa Hâkî Efendi, Mustafa Tâkî Efendi ve İsmail Hakkı Toprak Efendi'den sonra bu kutlu silsileyi devam ettirmiş seyyid bir zâttır. Nakşbendîliğin Darende'de inkişâf etmesinde çok büyük hizmetleri olmuştur.
Başta Malatya'nın uzak ilçesi olan Darende olmak üzere, İslâmî hizmetlerin yaygın olduğu her mecra onun gönül coğrafyası olmuştur. Yine Darende merkezi esas olmak üzere nerde bir hayır hizmeti yapılıyorsa ihvanlarıyla birlikte oraya hayır elini uzatmıştır.
Tasavvuf Şiirinin Derûnî Mânâsına Gönül Gözüyle Vakıf Olunur.
Tasavvuf şiirini anlamak şüphesiz ki belli bir birikim ve derinlik gerektirir. Zira bu tarz şiirlerin hem şekil hem de muhtevâ bakımından çok katmanlı bir yapısı vardır. Tasavvuf şiirlerini akıl diliyle değil, gönül diliyle okumak ve gönül imbiğinden geçirmek gerekir.
Yüzyılları zaman teknesinde eriten tasavvuf şiiri kadîm bir geleneğin ürünüdür. O geleneği bilmeden bu sahada yazılan şiirleri hakkıyla ve lâyıkıyla anlamak çok da mümkün değildir. Belli bir tasavvuf terbiyesinden geçmeyenler, kabuğu (görüneni) öz (iç) sanırlar. Kabuktan özel varılsa da bazıları kabukta kalakalırlar. Onun içindir ki gerçek (s)öze vâkıf olamazlar. Bu da, yüzeysel bir bakış açısıyla, kast edilenin anlaşılmasına engel olur.
Dîvân Şairliğinden Tekke Edebiyatı Şairliğine Hulûsi Efendi'nin Edebî Yönü
Osman Hulûsi Efendi, Dîvân şiirinin bitti denildiği bir zamanda onu tabir câizse ayağa kaldırmıştır. Buna dinî-tasavvufî halk şiirini (Tekke edebiyatını) de ekleyebiliriz. Fakat onun bu misyonu çok tanınırlığına katkıda bulunmamıştır. Zira yaşadığı dönemde edebiyat vitrininde yer almayı tercih etmemiştir.
Şayet yaşadığı dönem içerisinde şiirleriyle edebiyat dergilerinde boy gösterseydi bugün çok daha farklı noktalarda (konumlarda) anılırdı. Ama o, bir fikrin mümessiliydi. O fikri besleyip büyütmekle ve ilgili mecralara yaymakla mesuldü. Tanınır olmak onun haddizâtında kaçındığı bir şeydi.
O, vaktiyle sadece bağlı olduğu camiada adını duyurmuş, ihvanlarına, başta din olmak üzere, her konuda yol arkadaşı olmuştur. Buna rağmen son dönemlerde hakkında birçok akademik çalışma ve sempozyum yapılarak ismi öne çıkmıştır. Bundan sonra yapılacak akademik çalışmalarla daha çok tanınacağı söylenebilir.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin edebî yönü onu seven ve onu yakından tanıyan herkesin malûmudur. Bir kere onun Arapça ve Farsçaya vâkıf olmasından dolayı çok zengin bir kelime dağarcığı vardır. Kendisi Osmanlı Türkçesinin bütün inceliklerini çok iyi bilirdi. Dilde köken milliyetçiliği yoluna sapmadan, kaynağı ne olursa olsun, halkın kullandığı ve benimsediği Türkçenin ve onun söz dağarcığının bütün imkânlarını lâyıkıyla kullanırdı.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin yazmaktan keyif aldığı tasavvuf şiiri; dün kadar etkin, geniş ve zengin olmasa da, bugün de varlığını sürdürmektedir. Çağları içine alan bu şiir geleneğinin Cumhuriyet Dönemi’ndeki en büyük temsilcilerinin başında Seyyid Osman Hulûsi Efendi gelmektedir. O, bu kadim şiir kervânının son büyük temsilcisi sayılmaktadır. Onun yaktığı meşalenin güçlü ışığı, bugünün yanında, yarınlarımızı da bihakkın ışıtacaktır.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin bu dünya hayatından kastı Hak ve hakîkat üzere yaşamaktır. O, bunu hem hâliyle hem de kâl ile yaşamış ve yaşatmıştır. Onun şiirlerine baktığımız zaman derdinin sanat yapmak, gözleri ve gönülleri büyülemek olmadığını görürüz.
Onun derdi, şiirin herkesçe bilinen ve kabul edilen gücünü kullanarak irşat ve tebliğ vazifesini daha etkin gerçekleştirmektir. Fakat bu, onun şiirinin estetik unsurlar taşımadığı anlamına gelmez. Aksine o, bütün şiirlerinde sözün sihirli gücünü edebî sanatları da devreye sokarak kullanmıştır. Zira hitap ettiği bir kısım aydın kesimleri bu büyülü sözlerle ikna edebilmiştir.
"Dîvân edebiyatı atık misyonunu tamamladı." düşüncesinde olanların aksine, Seyyid Osman Hulûsi Efendi son dönem dîvân şairlerimizdendir. O, bu kadîm şiiri bütün özellikleriyle ve güzellikleriyle bu çağa taşımıştır. Bu yüzyılda Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin "Dîvân"ı kadar geniş ve zengin bir dîvân örneğine rastlamak mümkün değildir.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi'yi her yönüyle son dönem dîvân şairi olarak nitelendirmek de onu sınırlandırmak anlamına geleceği için çok kapsayıcı bir değerlendirme değildir. O, Dîvân edebiyatı tarzı şiirlerinin yanında Tekke ve Halk edebiyatı tarzlarında da birbirinden kıymetli şiirler kaleme almıştır. Yani her iki sahada da son derece mahirdir.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin Şiire Olan İlgi ve Merakının Hikmeti Nedir?
Daha önce de belirttiğimiz üzere Osman Hulûsi Efendi'nin şöhretli bir şair olma gibi dünyevî bir endişesi yoktu. Mahviyet (alçakgönüllülük) ve ehl-i irfân sahibi bir mutasavvıf olan Hulûsi Efendi, şöhreti bir çeşit âfet olarak görmüş, bu yüzden de şöhretten taundan kaçar gibi kaçmıştır.
Bu yüzdendir ki şair olarak ön plânda görülmemiş, başta akademi dünyası olmak üzere, geniş çevrelerce tanınmamıştır. Bu durum, onun vermek istediği mesajın daha geniş kitlelere ulaşmasını kısmen de olsa engellemiştir. Zira daha tanınır olsaydı vermek istediği mesaj (ilâhî öğretiler) çok daha yaygın bir sahada duyulur ve bilinir olacaktı. Bu da onu büyük şairler sınıfına dâhil edecekti. Fakat o, ön plânda olmayı tercih etmemiştir.
Peki, şöhretli bir şair olmak gibi dünyevî bir isteği (derdi) olmayan Osman Hulûsi Efendi niçin şiir sahasında bir "Dîvân" teşkil edecek kadar çok sayıda şiir yazmıştır? Şiire olan ilgi ve merakının hikmeti nedir? Bu alana niçin yönelmiştir? Bu soruların cevabı onun şiir yazmaktan kastının ne olduğunu ortaya koyması bakımından da önemlidir.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin meşâyıhtan Şeyh Hamîdüddîn-i Velî/Somuncu Baba’nın 12. kuşaktan torunu olduğunu kendisini tanıyan herkes bilir. Böyle bir akrabalık bağı, onun Somuncu Baba'nın manevî ikliminde yetişmesini beraberinde getirmiştir. Hamîdüddîn-i Velî’nin torunu olmak bir kısım sorumlulukları da beraberinde getirir.
Her insan gibi başınıza buyruk olamazsınız. Hem Somuncu Baba iklimi demek maneviyat iklimi demektir. Bu iklimde, başta ilâhîler olmak üzere, şiir de önemli bir tebliğ ve irşât unsurudur. Bu geleneksel durum ve eğilim Osman Hulûsi Efendi'nin de şiire alâka duymasına sebep olmuştur.
Buna bir de fıtratının şiire eğilimli oluğu, yani şair-i mâderzâd (anadan doğma şair) gerçeğini eklenince şiir onun hayatının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Yani belli bir zaman sonra şiir onun bir çeşit yaşama biçimine (hayatı algılayış tarzına) dönüşmüştür.
"Seyyid Osman Hulûsi Efendi Dîvânı" Benzerlerine Kıyasla Hacimli Bir Eserdir.
Şiir, sözün darasının alınmış saf hâlidir. Yani şiir sözün özüdür. Dinî meseleleri anlatmada sözün ikna gücünün çok önemli bir yeri ve önemi vardır. Bu hususta şiir diğer edebî türlere göre çok daha avantajlı bir konumdadır. Bunun içindir ki Osman Hulûsi Efendi bu avantajı dinî meselelerin aktarımında yaygın olarak kullanmıştır.
Osman Hulûsi Efendi daha çok dîvân tarzı şiirler kaleme aldığı için, şiirlerini topladığı kitaba da, geleneğe uyarak "Dîvân" adını vermiştir. Onun "Dîvân"ı benzerlerine kıyasla hacimli bir eserdir. Söz konusu "Dîvân" da 468 gazel (17’si musammat, 37’si ilâhî), 471 müfred, 195 rubâî, 90 mısra, 40 kıta, 18 mesnevî ve 10 kadar müstezât olmak üzere toplam 1300 civarında şiir vardır. Bu rakamlar, fazla söze gerek duyulmadan, söz konusu "Dîvân"ın ne kadar geniş kapsamlı bir eser olduğunu açık seçik ortaya koyuyor.
"Seyyid Osman Hulûsi Efendi Dîvânı" hak ettiği değeri çok geç bulmuştur. Belki henüz tam anlamıyla bulamamıştır da diyebiliriz. Günümüz akademisyenlerinden Prof. Dr. Nihat Öztoprak "Yirminci Yüzyıl Mutasavvıf Dîvân Şairi Seyyid Osman Hulûsi Efendi Dîvânı" adıyla dört ciltlik kıymetli bir eser vücuda getirmiştir.
Söz konusu eser beş bölümden oluşmaktadır. Prof. Dr. Nihat Öztoprak tarafından eserin birinci bölümde Hulûsi Efendi’nin hayatı ve eserleri tanıtılmıştır. İkinci bölümde Osman Hulûsi Efendi'nin edebî kişiliği Dîvân’dan ve diğer eserlerinden hareketle çok geniş bir şekilde incelenmiştir.
Üçüncü bölümde Dîvân’ın şekil ve muhteva incelemeleri yapılmıştır. Dördüncü bölümde Dîvân’ın metni verilmiş ve nesre çevirisi gerçekleştirilmiştir. Beşinci bölümde ise Dîvân’da geçen tasavvufî kavramlar değerlendirilmiş; âyet, hadis ve Arapça ibareler bir araya getirilmiş, anlamlarını verilmiş; alfabetik fihrist ve sözlükle eser tamamlanmıştır.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin Edebî Yönü İnkişâf Etmişti.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin edebî yönü inkişâf etmişti. Onun edebî yönünün inkişâf ettiğinin en belirgin tezâhürü, ömrü boyunca kaleme aldığı "Dîvân"ı, "Mektûbât"ı ve "Hutbeler"idir. Bu kıymetli eserler derin anlamlar içerir. Edebiyat alanında özel bir eğitimi olmayan bir insanın bu kadar işlenmiş bir dil kullanması takdire şayandır.
Onun özel bir edebiyat tahsili almamasına rağmen estetik bir dil kullanması, ancak kendisini yetiştirmiş olmasıyla açıklanabilir. Onun aruz vezni ile dîvân şiirinin gazel, kaside, ilâhî, müstezât ve rubâî gibi çeşitli şekil ve vezinlerinde olgun eserler kaleme alması ustalığının delilidir. Eserlerinde Farsça, Arapça, Osmanlıca ve Türkçeye hâkimiyeti de bunun bir başka göstergesidir. Onun "Dîvân'ı, aşk, vecd ve insan sevgisi temalarını ihtivâ etmektedir.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi'nin şiirlerinde geçen "şarap, mey, sâki, meyhane, kadeh, aşk, âşık, ma'şuk, saç, kâkül, dudak vs." kelimeleri sözlük anlamları ile değil Dîvân edebiyatında ve tasavvufta kullanılan mânâları ile düşünmek gerekir. Zira bu kelimelerde ilâhî aşk, kevser şarabı, mürşit, cami, tekke, vahdet, kesret gibi tasavvuf kavramları kastedilmiştir. Hulûsi Efendi'nin manzûmelerinde bunun gibi dinî ve tasavvufî ıstılâhlar sıkça kullanılmıştır.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi, diğer mutasavvıf şairler gibi şiiri bir gaye olarak değil bir vasıta olarak kullanmıştır. Duygu ve düşüncelerini bu vasıtayla muhataplarına iletmiştir.
Seyyid Osman Hulûsi Efendi bir gönül insanıydı. O, bir mürşid-i kâmil, hak ve hakîkat dostuydu. Kur'ân ve sünnet merkezli fikirlerini beyitlerine yansıtmıştı.
Osman Hulûsi Efendi, ilhamını ayet ve hadislerle beslemişti. O ki hüsn-i ahlâkı her kemâlin fevkinde görmüştü. O da tıpkı Yunus Emre gibi bu imtihan dünyasına gönüller yapmaya gelmişti. Bunda da fevkalâde başarılı olmuştu. Kısa zamanda yüz binlerce insanın sevgi ve muhabbetini kazanmıştı.
M.Nihat MALKOÇ
YazarÜlkemizde insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri adına tarım ve hayvancılık geçmişten bu yana önemli bir iş kolu olarak karşımızda idi. Şehirleşmenin hızlı bir şekilde ilerlemesiyle birlikte köylerde...
Yazar: Erol AFŞİN
Fetih Hakkı ve Sembolü Olarak Ayasofya29 Mayıs 1453 tarihi, bizim açımızdan karanlık bir devrin batışını, yepyeni ve aydınlık bir devrin müjdesini fısıldar kulaklarımıza. Bu tarih, Osmanlı’nın muhteşe...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Yarım asrı geride bırakan bir insan olarak, kendimi bildim bileli Ortadoğu (İran, Irak, Lübnan, Yemen, Suriye, Kuveyt, Mısır, körfez ülkeleri ve Filistin) hep bir savaş hâlindedir. Bu güzel coğrafyada...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Yalan dünyânın cennetiSever ve sayar devletiÖvünç kaynağı milletiSomuncu Baba himmetiOsman Hulûsi hikmetiPırıl pırıldır niyyetiGözetir farzı, sünnetiİhmal etmez ibâdetiYerli yerinde izzetiYaptığı vata...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN