Her Dem Sevdiğin İle Beraber Olmak
İstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarında sohbet ediyorduk. Bir ara yağmur yağmaya başladı. Orada bulunan bir çadırın altına girdik. O anda aliâm-i sema (gök kuşağı) çadırın üzerine doğdu. Orada şu şiirimizi yazdık:
Dil-berle dem berâber derd ü elem berâber
Cân ten o dil-ber oldu bilmem ki nem berâber
(Sevgili/sevdiğimiz ile her ânımız beraberdir, Ondan gayri hiçbir anımız yoktur. Sevdiğimizle tüm dertlerimiz ve sıkıntılarımızda beraberdir. Her daim canım ve tenim O sevgiliyle yek-vücût olmuş durumdadır. Bilmiyorum daha neyimiz sevgiliyle birlikte olsun.)
Sevmek, âşık olmak ve her an sevdiğinle bir olabilmek O’nun hayaliyle yaşamak her söylediği sözü tatbik etmek, her davranışını kendi hâline yansıtmak, sevdiğinden başkasını görmemek duymamak algılamamak o kadar önemli hasletlerdir ki, neşeler, dertler sıkıntılar hep birlikte olur. Hakîkatte âşık mâşuk ile hemhâl olur. Kendisi sevdiği ile bütünleşir, yek-vücût olur. Aklı, fikri, hâli, ahvâli, yaşantısı hep sevdiği olur.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bir sohbetlerinde “Bizim dergâhımız gök kubbenin altıdır ve herkese açıktır.” dedikten sonra şu hatırayı nakletmişlerdir: “Birkaç kişi bir veliyi ziyaret etmek için izin istemişler. O da haber göndermiş ve; “Allah (c.c.)’ı ziyârete gelir gibi gelirlerse buyursunlar.” demiş.
Düşünmüşler bunun âdâbı nasıl olur acaba diye, anlayamamışlar. Fahreddin-i Râzî o zâtın talebesiymiş. Bu gence soralım, bu bilir demişler. Ona sormuşlar. O da buyurmuş ki; “Ellerinizi tazim ile bağlarsınız, boynunuzu büker, elbiselerinizi de bir kefen misâli düşünür huzuruna girersiniz.”
Tarif ettiği gibi huzuruna varmışlar. O anda üzerlerindeki elbiseleri lime lime parçalanmış. Arştan ileri seyranları olmuş. İçlerinden birinin kitap okuma merakı varmış, ona da buyurmuş ki; “Oğul sen de artık kitap okumazsın.” O da baş üstüne efendim, demiş.
Fakat eve gelince okuduğu akıcı bir kitabı varmış. Bunu bitireyim de başka okumam, demiş. Bir gün sonra o veliyle karşılaşmış. Veli şöyle buyurmuş: “Oğul dün arştan ileri seyrangâhın vardı şimdi görüyorum ki, yine kitap okumakla meşgulsün.”
Mevlâ da yâr-ı Mecnûn Leylâ da yâr-ı Mecnûn
Sahrâ da yâr-ı Mecnûn gezdikçe gam berâber
Cenâb-ı Allah (Mevlâ) Mecnûn’un yâri, Leylâ da Mecnûn’un yâri, Sahra da Mecnûn’un yâridir. Mecnûn sahralarda gezip durdukça gamda elemde onunla birlikte gezer.
Aşk davasında Mecnûn’u çok iyi anlamak gerekir. Sevmek kelimesini hakîkî boyutuyla yaşamak ve idrak etmek zarûrîdir, aksi takdirde bu durum kuru bir sözden öteye geçmez.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bir sohbetlerinde şu hatırayı anlatmıştır: Bir gün Leylâ çorba pişirmiş fakirlere dağıtıyormuş, Mecnûn’a haber etmişler; Leylâ çorba dağıtıyor diye. Mecnûn da Leylâ’yı görmek bahanesiyle eline bir tabak almış, o da sıraya girmiş.
Leylâ çorbanın başında sırası gelene kepçeyle çorba veriyor. Sıra Mecnûn’a gelmiş, Leylâ Mecnûn’un tabağına vurunca tabağını kırmış. Olayı görenler hemen Mecnûn’un başına toplanmışlar. Bak senin Leylâ Leylâ diye yanıp tutuştuğun Leylâ sana bir kepçe çorbayı çok gördü, bir de senin tabağını kırdı demişler.
Bunun üzerine Mecnûn; “Evet bana da sizin gibi çorba verseydi, benim sizden farkım ne olurdu?” diye cevap vermiş. Yine başka bir menkıbe ne kadar anlamlıdır, çok iyi anlamak gerekir. Şu şekilde kaleme alalım: Mecnûn’un kolunda çıban çıkmış. Babası bir doktor çağırmış.
Doktor muayene ettikten sonra, çıbanın ameliyatla alınmasına karar vermiş. Doktor neşterini çıkarınca Mecnûn titremeğe başlamış. Orada bulunanlar Mecnûn’un hâlini görünce; “Mecnûn sen ki bizim bildiğimiz Mecnûn’sun. Sen ıssız çöllerde gezer yırtıcı, vahşî hayvanlarla arkadaşlık edersin.
Onlardan korkmazsın da şimdi şu küçücük neşterden mi korkuyorsun?” demişler. Mecnûn da; “Arkadaşlar benim korkum o neşterden değildir. Benim derimin altında Leylâ var, siz onu incitirsiniz, benim korkum ondan.” diye cevap vermiş.
Gül derdli gonca derdli yâr benden önce derdli
Şol derdli nice derdli derd ile em berâber
(Gül ile gonca hep dertliler ancak sevgili benden (gül ile goncadan ) önce dertlidir. Sevgilinin derdi ile dertlenen bu dertli âşık çok dertlidir, ancak dert ile çare de beraberdir.)
Âşık olan sevdiği için dertlenir, sevdiğinin dertleri, sıkıntıları için üzülür figan eder. Asıl üzüntüsü sevdiğinin üzülmesindendir. O mutlu olur tebessüm ederse kendisinin hiçbir derdi elemi kalmaz. Tüm derdi sevdiğinin dertlerinden kurtulmasıdır, tüm yakarışı ve arzusu da budur başka bir isteği de yoktur.
Buradaki en önemli husus ise âşıkın her an sevdiğiyle bir olması sevdiğinden bir lahza ayrılmamasıdır, hakîkî çare yâri ile birlikteliği sağlamasıdır. Sevdiğiyle bir olmak tüm dertlerinin çaresidir, yani dert ile em hep birliktelik durumundadır.
Men zâr edince dil-ber bakıp da hande eyler
Yârsızca Ab-ı Kevser olsa n’idem berâber
(Ben ağladıkça, dert ile inledikçe yârim bu duruma bakıp güler (tebessüm eder). Benim sevdiğim benimle bir olmadıktan sonra ab-ı kevser ile beraber olmayı ne yapayım.)
Abdullah b. Mes’ûd tarafından nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Bu beyit bize bu hadis-i şerifi hatırlatır. Beyitte sevgili/sevdiği kişi ile bir olmanın önemi ifade edilirken, kişin sevdiğiyle bir olması mutlulukların zirvesidir.
Sevgilinin bir tebessümü her şeyin fevkindedir. Bu sebeple seven insanlar daima sevdikleri ile bir olmalıdır. Şartlar ne olursa olsun sevdiklerinden ayrılmamalı bir olmanın lezzetini daima yaşamlıdır.
Asr-ı saadetten şu hatırayı nakledelim: Araplar arasında cömertliği ile tanınmış Hatem'in kabilesi savaşta esir düştü. Esirler arasında Hatem’in kızı da vardı. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanına gelerek dert yandı ve şöyle dedi:
"Yâ Rasûlallah¸ cömertliği ile ün salmış babam Hatem öldü¸ kardeşim kaçtı¸ ben pek çaresiz kaldım. Hürriyetim için sana sığınıyorum."
Peygamberimiz (s.a.v). onun dileğini kabul etti ve onu serbest bıraktı. Fakat o bununla yetinmedi¸ yalvarmasına devam etti¸ bütün kabilenin affını istedi ve "Yalnız beni kayırma, arkadaşları benden ayırma." dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onu kırmadı¸ bütün kabileyi serbest bıraktı…
Bahtın Hulûsî yâver yâr oldu ol dilâver
Elde sabûh u sâgar ol gonca-fem berâber
(Ey Hulûsi, bahtın/kaderin sana yardım etti. O çok sevdiğin, gönül sahibi güzeller güzeli sevdiğin sana yar oldu. Sabahın erken vaktinde elinde aşk meyi ile (o güzel) gonca dudaklı sevgili ile birliktesin.)
Çekilen tüm dertler, sıkıntılardan sonra güzeller güzeli sevgili ile beraber olmayı Cenâb-ı Allah nasip etti. Onun dilemesiyle vuslât gerçekleşti. Aslında tüm sevenler sevdikleri ile bir oldu. Bu beyitte sevdiklerinden anladığımız; Cenâb-ı Allah (c.c.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve piri İhramcızâde İsmail Hakkı (k.s.) Hazretleri’dir. Bir seher vakti aşk meyini yudumlarken tüm sevdikleri ile bir olmanın birlikte olmanın neşesi, mutluluğudur hakîkî aşk ve muhabbet…
Resul KESENCELİ
YazarTasavvuf velilerin yolu olduğu için kar gibi temiz bir yoldur ki asla leke kabul etmez. Onda leke olduğunu zannedenler elmas ile cam parçasını ayırt edemeyen kimselerdir. Günümüzde dine düşmanlık etme...
Yazar: Aydın BAŞAR
Beyit:Seni sevmek imiş âlemde her zevk u safâ ancak Senin derdine dûş olmak imiş derde devâ ancak(Dünyadaki her zevk ve sefâ ancak seni sevmekle olurmuş. Dertlere devâ bulmak da ancak senin derdine o...
Yazar: Resul KESENCELİ
Saat kulelerinin ortak özellikleri şöyle sıralanabilir: Saatler her saat başı saat sayısı kadar veya saat başı tek vuruş yapacak şekilde imal edilmişlerdir. Bazı saatler her saat başı saat sayısına il...
Yazar: Resul KESENCELİ
Bilindiği üzere peygamberlerin mucizeleri, kendi devirlerinde revaçta bulunan ve gelişmiş olan bilim ve sanata göre farklılık arz etmektedir. Bu durum, onların gönderildikleri kavimde kabul edilmeleri...
Yazar: Hamit DEMİR