İslâm’la Tanışıp Yoğrulan Anadolu
“Cennet vatan” diye nitelediğimiz Anadolu toprakları, bin yıl kadar önce İslâm ile tanışmıştır. Bu topraklarda önce Selçuklu, ardından Osmanlı unutulmaz izler bırakmışlardır. Bu bölgelerde yaşayan insanlar, Selçuklu ve Osmanlı idaresi sayesinde adâletli, izzetli ve huzurlu günler yaşamışlardır. İnsanı yaşatmayı merkeze alan Selçuklu ve Osmanlı siyâseti, her alanda olduğu gibi ilmî alanda da pek büyük hizmetler etmişlerdir. Şöyle ki:
Hemen her mahallede ve her köyde açılan Sıbyân Mektepleriyle 4-6 yaş grubu öğrencilere temel dinî bilgiler ve Kur’ân eğitimi veriliyordu. Evliya Çelebi, 17. yüzyılda sadece İstanbul’da iki bine yakın Sıbyan Mektebi bulunduğunu kaydeder. Yine o, bu dönemde İstanbul’da Kur’ân-ı Kerim’i ezbere bilen hâfızların sayısının dokuz bin olduğunu, bunların üç bininin de hanımlardan olduğunu söyler.[1]
Ülkenin her bir yanına kurulan medreseler, Kur’ân hâfızı yetiştiren Dâru’l-Huffâzlar, üst düzey Kur’ân ve hadis eğitiminin verildiği Dâru’l-Kurrâlar, Dâru’l-Hadîsler pek çok ilim adamının yetişmesine zemin hazırlamıştır. Bu eğitim kurumları, barış zamanında talebelerini eğitip hayata hazırlıyor, savaş-isyan gibi olağanüstü durumlarda da bizzat sahaya inerek ve cephelerde görev alarak halkı yatıştırıyor, iç ve dış düşmanlara karşı güvenliğe katkı sağlıyordu.
Üç aylar gelince medreselerde eğitim öğretime ara veriliyor, medreseliler durum ve konumlarına göre memleketin her yerine dağılıyorlar ve üç ay boyunca köy-kazâ-sancak-eyâlet her yerde halkı irşâd ediyorlardı. Böylece medrese eğitiminin, tatbîkâtını/stajını yapmış oluyorlardı.
Sanıldığının aksine Osmanlı toplumu büyük ölçüde Kur’ân okumasını biliyor, dolayısıyla o dönemin alfabesini de okuyabiliyordu. Yani okuma yazma oranı son derece düşük falan değildi. Bu kabil bilgiler, Cumhuriyet Döneminde gerçekleştirilen Harf Devrimi ile yeni yazıyı okuyup yazmayı bilenlerin sayısı ile ilgilidir. Zira toplum, bir gecede okuma yazma bilmez hâle getirilmiştir.
Nitekim Vali, Paşa, Kâdi, Kadîasker, Şeyhü’l-İslâm gibi üst düzey devlet görevlerine gelenlerin pek çoğu, seçkin ulemâ sınıfından insanlardı. Sözgelimi Molla Fenârî (v:1430), Molla Hüsrev (v: 1480), Molla Gürânî (v:1488), İbn Kemâl Paşa (v:1533), Ebu’s-Suûd Efendi (v:1574), Yahyâ Efendi (v:1677), Zekeriyâ Efendi (v:1592), Şerif Muhammed Efendi (v:1790), Tâhir Efendi (v:1838), Mûsâ Kâzım Efendi (v:1911), tefsîr sahasında önemli eserler veren şeyhülislâmların başında gelir. Onların en üst düzey resmî görevlerde bulunması eser yazmalarına engel olmamıştır.
Tefsir literatüründe başat kaynaklardan olan Zemahşerî’nin el-Keşşâf ve Beyzâvî’nin Envârü’t-Tenzîl adlı tefsirleri üzerine yüzlerce hâşiye, tâlik yazılmış olup bunların büyük bir kısmının müellifi Osmanlı ilim adamlarıdır. Bu ilim adamlarının çoğu da ya bu topraklarda doğmuş ve yetişmiş, ya da başka merkezlerden Anadolu topraklarına hicret etmiş ve burada eser telif etmiş kimselerdir. Yani her bakımdan mümbit bu topraklar, tarih boyunca pek çok alanda pek çok ilim adamının yetişmesine ve unutulmaz eserler vermesine zemin olmuştur.
Bir çeşit ilimler ansiklopedisi olan Taşköprüzâde’nin Miftahü’s-Saâde adlı eserinde Kur’ân okuma ilmi 6, tefsir ilmi ise 80 dala ayrılmıştır.[2] Bu da Osmanlı ulemâsının Kur’ân ve tefsir ilmine ne kadar önem verdiğini gösterir.
Şeyhülislâmlar başta olmak üzere çok sayıda medrese hocası bir taraftan talebe yetiştirirken, diğer taraftan arkalarında unutulmaz kalıcı eserler bırakmışlardır. Tefsir sahasında eser veren asker kökenli şu isim listesi, toplumun her kesiminin İslâmî ilimlere ne kadar önem verdiğinin açık bir göstergesidir:
Hâcî Paşa Celâlüddîn Hızır (v:1417), Mecmau'l-Envâr fî cemîı'l-Esrâr.
İbn Kemal Paşa (Kemalpaşazâde) (v: 1533), Tefsîru'l-Kur'ân (Sâd Sûresi’ne kadar), Tefsîru Sûreti'l-Fâtiha, Tefsîru Sûreti'l-Mülk, Tefsîru Sûreti'n-Nebe', Tefsîru Sûreti't-Târık, Keşşâf Evâiline Hâşiye, Envâru't-Tenzîl Evâiline Hâşiye.
Midhat Paşa, (1884), Besmele ve Fâtiha Tefsîri.
Vecihî Paşazâde Kemâl İsmail Sadık (v: 1893), Tefsîru Sûreti'l-İhlâs.
Ahmed Cevdet Paşa (v: 1895 ), Hulâsâtü'l-Beyân fî Te'lîfi'l-Kur'ân (Türkçesi: Muhtasar Kur'ân Tarihi, Çev: Ali Osman Yüksel).
Sırrı Paşa (v: 1895), Sırr-ı Kur'ân, Ahsenü'l-Kasas, Sırrı Furkân, Sırrı Meryem, Sırrı İnsân, Sırrı Tenzîl, Sırrı İstivâ, Tabakât ve Adâbü'l-Müfessirîn.
Ahmed Rüşdü Paşa (v: 1897), Hakâikı Kur'âniyye'den Bir Nebze, Tercüme i Hikmeti'l-Beyân fî Sureti'r-Rahmân.
Şükrü Paşa (v:1914), Tefsîru Sûreti'l-Fatiha.
Gazi Ahmed Muhtar Paşa (v: 1919), Serâiru'l-Kur'ân fî Tekvîni ve İfnâî ve İadeti'l-Ekvân (Yaratılış ve Ötesi, sadeleştiren: Ali Turgut)
General Abdurrahman Aygün (v: 1943), el-Musâhabâtü’l-Felekiyye fi’l-İşârâti’l-Kur’âniyye, Alemdâr, Yusuf, Kur’an–Astronomi İlişkisi (el-Musâhabâtü’l-Felekiyye fi’l-İşârâti’l-Kur’âniyye Adlı Eser Bağlamında), İstanbul 2012.
Asker kökenlilerin bile tefsire dair eserler vermesi oldukça anlamlıdır. Bu bir taraftan hayat düstûru Kur’ân ile her konumdaki Müslümanın ilgilendiğini ve bu kitaba hizmet etme gayreti içerisinde olduğunu; diğer taraftan da Osmanlı toplumunda her kesimden yetkin insanın Kur’ân ilimlerinde behre sahibi olduğunu gösterir.
Nitekim kaynaklarımızda tefsir ilmine dair eser veren üç yüzden fazla (336) Osmanlı âlimi yer almıştır.[3] Bunların büyük bir kısmı, farklı yerlerde doğmuş olsalar da İstanbul’da yaşayıp orada eser vermişlerdir. Esefle söyleyelim ki, bu ilim adamlarımızın pek çoğu tefsir biyografi kitaplarında yer almamıştır. Bunda bizim kendi değerlerimizden uzak ve İslâm dünyasından kopuk oluşumuzun tesiri fazladır.
Bu ilim adamlarının bıraktığı eserlerin büyük bir kısmı şu veya bu sebepten dolayı hâlâ kütüphanelerin yazma raflarında beklemektedir. Bir örnek verecek olursak Osmanlı Şeyhülislâmı ve Fâtih’in hocası Molla Gürânî’nin tefsiri, ancak son yıllarda bir grup Suudlu ilim adamı tarafından tahkîk ve neşredilerek okuyucuların hizmetine sunulmuştur.
Yazma nüshalarının çoğu bizim kütüphanelerimizde bulunan böyle bir eserin, Suudlu ilim adamlarınca neşredilmesi onlar için övünç, bizim için de bir hüzün sebebi değil midir?
“Ne harâbîyim ne harâbâtîyim, kökü mâzîde olan âtîyim” diyen Yahya Kemal’in şu dizeleri bu gerçeği ne güzel dile getirir:
Bu geniş ülkede, binlerce latîf illerde,
Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde,
Mânevî varlığının resmini çizmiş havâya.
Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü’yâya.
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı sâatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda![4]
Yazma eserlerimizin bulunduğu kütüphaneler ve bu konudaki özel koleksiyonlarda bulunan pek çok eser, yeniden okuyucuları ile buluşabilmek için gayretli araştırmacıları beklemektedir. Unutmayalım ki aydınlık yarınlar için köklerimizle irtibatlı olmak kaçınılmazdır.
[1] İshak Doğan, Osmanlı Müfessirleri, s, 12-13.
[2] Taşköprüzâde, Miftahü’s-Saâde, II, 344.
[3] İshak Doğan, Osmanlı Müfessirleri, s, 27. Ziya Demir’in Osmanlı Müfessirleri adlı kıymetli çalışmasında da yüz elliden fazla isim üzerinde durulmuştur.
[4] Yahya Kemal, “Koca Mustafapaşa”, Kendi Gök Kubbemiz, s, 45-46.
Ali AKPINAR
YazarKırım, Kırım, oy Kırım! Kırım, Kırım, oy Kırım!Tarihte görüldü mü, bu sendeki soykırım?İnsanlığın düşmanı çağdaş Firavun bunlarKırım emri verenin gözlerini oy, Kırım!Kırım, Kırım, oy Kırım! Kırım, Kır...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Boğazda raks eder yeşille maviRuhu dinlendirir, eder tedaviCennete varsa burada müsaviBen İstanbul derim İstanbul elbetHaliç’te sallanan sandallarınlaBeyazıt, Galata meydanlarınlaSurlarda asılı aşiyan...
Şair: Hulusi TATAR
İnsanı yaratıcısına lâyık bir kul olarak muhâtap eden aşk hususunda Ali Nihat Tarlan mecazla hakîkatin farkını şu veciz sözleriyle ifade eder: “Şeriatte asıl olan akıldır. Tarikatta aşktır. Akıl, mâsi...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Vakıf denince çoğu kere pek çoğumuzun aklına bir türbe, bir dergâh yahut tarihi bir yapı gelir. Evet, doğrudur bunlar hep vakıf eserleridir. Ama vakıf hepimizin hayatının pek çok alanını kuşatan bir k...
Yazar: Ali AKPINAR