Seni Allah Övmüş Ben Nice Diyem
Niyâzî-i Mısrî (1618-1694)
Yine dil na’tini söyler Muhammed
Dil ü cân mülkünü söyler Muhammed
Ne kâdirim seni medhetmeye ben
Kemâl-i medhi Hak söyler Muhammed
Sen ol sultân-ı kevneynsin ki mahlûk
Senin medhinde âcizler Muhammed
Boyuna hil’at olanı giyipsin
Düşüptür sâye serviler Muhammed
Alır şems ü kamer nûru yüzünden
Saçın “Velleyli yeldâ”lar Muhammed
Kaşındır “Kâbe kavseyni ev-ednâ”
Derinden açılır güller Muhammed
Boyun eğmişdürür çeşmine hayrân
Çemen sahnında sümbüller Muhammed
Lebin la’lî dehânın ma’denîdir
Lisânın vahy-i Hak söyler Muhammed
Şu vaktin kim çıkıp gezdin semâyı
Bulup hazrette rif’atler Muhammed
Kamu ervâh-ı Peygamber hem eflâk
Seni iclâle geldiler Muhammed
Seni şâh-ı âlem kılıp ol anda
Kamusu ümmet oldular Muhammed
Niçin olmayalar ümmet ki Hakk’ın
Rızâsın sende buldular Muhammed
Ne noksan ire câhına kılursun
Niyâzî’ye şefâatler Muhammed
İnsandaki büyük kıymeti, cevheri,
Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş
Bürhân arardım aslıma aslım bana bürhân imiş
diyerek keşfeden büyük bir mutasavvıftır Niyâzî. Niyâzî-i Mısrî ömrünü ilim, din ve tasavvuf yolunda harcamış, birçok talebe yetiştirmiş bir büyük mutasavvıftır. İlim tahsili için Mısır’a gittiği için “Mısrî” lakabını almıştır. Aslında Malatyalıdır. Sultan 4. Mehmed, onun şöhretini duyunca Lehistan seferine çıkmadan önce ordunun mânevî gücünü yükseltmek için onu İstanbul’a çağırıyor; hatta sefere de onunla birlikte çıkıyordu.
Türkçe ve Arapça mensûr ve manzûm on ciltten fazla eseri bulunmaktadır. Aruzla yazdığı şiirlerde, Nesîmî ve Fuzûlî; hece ile yazdıklarında da Yûnus etkisi görülüyor. Özellikle hece ile yazdıklarında Yûnus Emre ile neredeyse aynı ifâdeler, aynı kafiyeler, hatta aynı mısralara da rastlamak mümkündür.
Hz. Muhammed (s.a.v.) gönül ve can mülkünün sultânıdır. Şair de na’tine, dilinde sürekli Peygamber Efendimiz’in övgüsüne dâir sözler bulunduğunu ifâde ederek başlıyor.
Allahu Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de: “Vemâ erselnâke illâ rahmete’n-li’l-âlemîn” âyetiyle Peygamber Efendimiz’i medhetmiştir. Bunun için O’nu beşeriyette medhedecek sözlerin hepsi eksik ve kısır kalacaktır.
Bunları söyleyen şair yine de Peygamber Efendimiz’in vasıflarını saymaya devam ediyor:
Alır şems ü kamer nûru yüzünden
Saçın “velleyli yeldâ”lar Muhammed
beytinde güneş ve ayın ışığını Hz. Muhammed (s.a.v.)’in yüzünden aldıkları söylenir ki bu anlatım artık dillerde pelesenk olmuştur. Aynı kalıplaşmış ifâde Peygamber Efendimiz’in saçının siyahlığını ifâde etmek için “Velleyl/Leyl” Sûresi’nin zikredilmesi ile devam ediyor.
Eğer yüzü tasvîr edilecek olsaydı; parlaklığını ifâde etmek için mutlaka “Sûre-i Nûr” ve/veya “Eş-Şems” de geçecekti. Klâsik edebiyata mensûp şairlerin birçoğu, sanat ve söyleyiş özelliği bakımından incelenirken insanı bıktıracak derecede tekrarlara düştükleri görülüyor. Niyâzî Mısrî de bunlardan biridir.
Kaşındır “Kâbe kavseyni ev-ednâ”
Derinden açılır güller Muhammed
Klâsik edebiyatımızda sadece Peygamber Efendimiz’in kaşı değil, sıradan bir sevgilinin kaşı anıldığı zaman da çoğunda “Kâbe Kavseyni ev-ednâ ” âyeti iktibas edilir. Hz. Muhammed (s.a.v.) Mirac’a yükselmesinde yedi kat göğü geçerek arş-ı âlâya ayak basıyor.
Burada Rabbi ile buluşan Hz. Muhammed, Rabbi ile arasındaki mesafe iki yay aralığı (Kâbe kavseyn) belki daha yakın (ev ednâ) idi. Burada Necm Sûresi’ne telmihte bulunulmuştur. Kaşın kavisli oluşu şair(ler)de böyle bir çağrışım uyandırıyor.
Boyun eğmişdürür çeşmine hayrân
Çemen sahnında sümbüller Muhammed
Yukarıdaki anlatımda hüsn-i talil sanatı vardır. Sümbüllerin boyu kendi tabiati itibâriyle eğri olurken şair bunu güzel bir sebebe bağlıyor: Sümbüller Peygamber Efendimiz’in boyunu gördükten sonra aşağılık duygusuna kapılıp -belki kibirleri kırıldığından- boyunlarını yere eğmişlerdir.
Peygamberimiz’in dudakları lâ’l gibi değerli, ağzı maden kaynağıdır. Çünkü O’nun dili sadece Allah’tan gelen vahiyleri söylemekle meşguldür. Onun şânı yücedir. Çünkü O gökleri seyrân eylemiştir. Orada bütün peygamberlerin ruhları ve felekler Peygamber Efendimiz’e saygı ve hürmette bulunmuşlardır.
Burada gerek peygamberler gerekse felektekiler Peygamber Efendimiz’i cihanın padişahı kabul ederek, O’na ümmet oldular. Niçin olmasınlar ki Hz. Muhammed (s.a.v.)’de Allahu Teâlâ’nın rızâsını bulmuşlardır.
Şiir, diğer klâsik na’tlar gibi, Peygamber Efendimiz’den şefâat dileği ile son buluyor.
Vedat Ali TOK
Yazar"İnsan ara bul irfan ara bulDerman ara bul bîmâre gönlüm"Osman Hulûsi Efendi bu beytinde diyor ki; insan, yaratılışı itibarıyla çeşitli şeylere muhtaç dünyaya gelir ve bu ihtiyaçları bir ömür boyu dev...
Yazar: Vedat Ali TOK
Bursalı İsmail Hakkı (1653-1724)Yüzünden okunur “Seb’al-mesânî” yâ RasûlallahGözünden hall olur akd-i maânî yâ RasûlallahSadef-vâr oldu âlem anda sen dürr-i yetîm oldunBulunmaz âlem içre sana sânî yâ ...
Yazar: Vedat Ali TOK
Yûnus Emre (?-1320)Canım kurbân olsun senin yolunaAdı güzel kendü güzel MuhammedŞefâat eyle bu kemter kuluna Adı güzel kendü güzel Muhammed Mü’min olanların çokdur cefâsıÂhiretde olur zevk ü sefâ...
Yazar: Vedat Ali TOK
"Kılık kıyafet ile âdem âdem olmazBir ulu kimseden el almayınca"Hacı Bektaş Velî’nin meşhur mısraında dervişliğin, daha geniş anlamıyla insanlığın kılık kıyafetle değerlendirilemeyeceğine işaret edili...
Yazar: Vedat Ali TOK