Bir İletişim Modeli İnternet
Elektriğin henüz evlerde olmadığı ya da kısıtlı olduğu zamanlarda radyo kullanılırdı, dış dünyayla olan tek bağlantı radyolardı. Radyolardan haberler dinlenir, Türkiye’de ve dünyada neler olup bittiği bu küçük kutu vesilesiyle öğrenilirdi. Dolayısıyla köylerde hayat daha çok bağ bahçeyle uğraşarak geçerdi. Akşamları da gün karanlığa yerini bıraktıktan sonra insanlar evlerine çekilir, istirahat ederdi.
Günümüzde de internet teknolojisinin yaygınlaşmasıyla birlikte ülkemiz ve dünyayla iletişimi artık internet üzerinden sağlıyoruz, daha önceden sadece bir sesle haber alırken şimdi görsel ve işitsel olarak her ikisi de mevcut. Yine gazeteden haberleri okurduk, şimdi yine matbu olarak gazeteler çıkıyor ama artık internet ile telefon, tablet ya da bilgisayardan hemen haberi okuma fırsatımız oluyor.
Dolayısıyla gazetelerin haber sayfaları da güncelliğini yitirmiş oluyor. Eskiden birbirimizle iletişim kurabilmek için mektup yazardık, konuşabilmek için jetonlu ya da kontörlü telefonlarda sıraya girerdik. Jetonun veya kontörün biteceği ana kadar, her an kopma endişesi ile konuşmanın heyecanı da farklıydı tabii.
Zaman dediğimiz kavram biraz daha kıymetli oluyordu. Hayatı aslında yavaş yaşamak gerekiyor. Bir curcunanın içinde hayatın bize ne kattığını muhasebe etmek pek mümkün olmuyor. Ama biraz daha yavaş hareket ettiğimizde belki etrafımızda olan bitene daha fazla hâkim olacağız.
Malumunuz bir araç çok hızlı hareket ettiğinde etrafımızdakiler de hızlı bir şekilde geçip gittiğinden ne var ne yok göremeyeceğiz, ama yavaş gittiğimizde etrafımızdaki yeşillikleri, dağları, tepeleri ve bozkırı da görmüş olacağız. Hayat kavramının çok hor kullanıldığını düşünüyorum, o kadar acımasız bir şekilde elimizden yitip giden zamanın farkında bile değiliz. Zannediyoruz ki bu dünya bize kalacak, bu dünyada sonsuza dek hüküm süreceğiz!
Her şeye çok hızlı bir şekilde ulaşmanın getirdiği bazı olumsuz durumlar da var. İstediğimiz her şeye anında ulaşmak bizi sabırsız ve tahammülsüz birey haline getirebilir. Herhangi bir konu yerine getirilmediği zaman sinirlenebilir ve olmaması durumunda isyan bayraklarını da açabiliriz.
Zaman içinde bu bizi daha çok sıkıntı ve strese sürükleyecektir diye düşünüyorum. Oysa hayatta olan biten her şey bu kadar hızlı değil, her şeyin bir zamanı var. Nasıl ki güneş birden doğmuyor, uzun bir gecenin ardından göz kırpıyorsa hayatımız içindeki olayların da bir sırası, zamanı var.
Nasıl ki çayı atar atmaz hemen demlenmiyorsa, hayatımızda olan bitenin de bir durulması, demlenmesi, dinlenmesi kaçınılmaz. Durulmak aslında bir nevi kendimizi de dinlemektir. Sürekli koşuşturma içinde, sürekli daha fazla kazanalım derken yitip giden zamanı geri getiremeyeceğimizi, ötelediğimiz birçok değeri de geri getiremeyeceğimizi unutmamak lazım.
Mesela iş yoğunluğu içinde ihmal ettiğimiz sevdiklerimizi, çocuklarımızı, eş dostlarımızı daha sonra bulamayabilir ya da onlara ayıracağımız zamanı bir daha bulamayabiliriz.
Yitip giden zamanın önemini elbette onu kaybeden kıymetini bilir, sağlığın değerini yine onu kaybeden bilir. Şayet bilseydi, bu şekilde hor kullanmaz biraz daha dikkatli olabilirdi. Ama hayat dediğimiz kavram zaten bir tecrübeler yumağı değil mi? Her ne kadar bilsek de bazı şeyleri, bir musibet bin nasihatten yeğdir misali illaki başımıza bir şeylerin gelmesiyle kendimize geliyoruz. Hayatın, kaderin cilvesi, tılsımı belki de böyle işliyor.
Günümüzde iletişimin daha çok mobil haline geldiği bir zamandan geçiyoruz. Eskiden mesela telefonlarımıza kontör yükleyemiyor, dolayısıyla iletişim kurduğumuz anlar çok kıymetli hale geliyordu. Şimdi telefonlarımızda dakikalarca süre hakkı var ama bunu kullanmıyoruz.
Çünkü az önce bahsettiğimiz hayatı hızlı bir şekilde yaşamanın verdiği bir yorgunluk bizi bıkkınlığa sürüklemiş durumda. Tabii işin bir de dedikodu kısmı var ki ona girdik mi çıkamayız sanırım. Telefonda saatler süren dedikoduların haddi hesabı da yok tabii.
Dedikodunun bir iletişim modeli olmadığını da burada hatırlatmak isterim. Her ne kadar bazı değerlerimizin isimlerini değiştirerek hayatımıza almaya çalışıyor olsak da doğru değil. Dedikodu kültürü her iki tarafa ve olaya dâhil ettiğiniz herkese zarar verir. İnsanın sevmediği konuların ortaya atılıp konuşulması bir iletişim modeli olamaz, insanı üzebilir.
Tabii gelişen teknolojiyi doğru bir biçimde kullanmamız durumunda ise getirilerini de göz ardı edemeyiz. Arkadaşlarımıza, dostlarımıza anında ulaşabiliyor haberleşebiliyoruz. İşte dengeyi kurabildiğimiz sürece bunlar çok güzel. Ancak dengeyi kuramayıp arada birbirimizi üzecek hareketlere girdiğimiz an bir kolaylık abidesi olan teknoloji aramıza soğuk rüzgârların girmesine sebep olabilir.
Rüzgârın bizi sürüklediği diyarlara değil aklımızın ve kalbimizin sürüklediği güzel diyarlara yolculuk yapmak lazım.
Erol AFŞİN
Yazarİnsanlar çeşitli duygulara haiz varlıklardır. Sevinir, üzülür, sinirlenir, mutlu olur, üzülür, hayal kırıklığına uğrar, kalbi kırılır, kırar vb. birçok insani özellikleri barındırır. Elbette insanlığı...
Yazar: Erol AFŞİN
Yaşamımız boyunca türlü merhalelerden geçiyoruz. Dünya durdukça da bu düzen böyle gidecek. Yani çeşitli imtihanlara tâbî olacağız. İnanan insanlar olarak dünya hayatının bir imtihan dünyası olduğunu b...
Yazar: Erol AFŞİN
Ak dergâhta eridiler,Pulat olup yürüdüler;Hakk’a seferber idiler,Azim, engeli tanır mı?Yiğide zor dayanır mı?Ya gazi ya şehittiler,Bizim için ümittiler.Neden bizi terk ettiler?Hâlimizi bilmezler mi?Bi...
Şair: Bestami YAZGAN
İstanbul'un fethi, Türk tarihinin en önemli olaylarından biri olarak kabul edilir. Bu zafer, Malazgirt Meydan Muharebesi'ni dahi geride bırakarak Türk milletinin en şerefli hâdiselerinden biri olarak ...
Yazar: Kemal DEMİR