Fetih Ruhunu Diri Tutalım
Milletlerin tarihinde, kendisine ışık tutan şevk ve heyecan kaynağı gibi değerleri vardır. Milletler, bu değerlerin etrafında kenetlendikleri zaman gerçek mânâda millet olma şuuruna erer. Toplumu birbirine kaynaştıran bu değerlerden biri de -hiç şüphesiz- millî birlik duygusudur.
Şanlı tarihimiz, imanımızdan kaynaklanan, millî birlik ruhuyla kazanılmış eşsiz zaferlerle doludur. Bu zaferler, geçmişimizi süsleyen ve geleceğimizi aydınlatan çok önemli dönüm noktalarıdır. Tarih sahnesinde müstesna bir yere ve değere sahip olan İstanbul’un fethi de bu dönüm noktalarından birisidir.
Bilindiği gibi İstanbul, tarihî zenginliği ve doğal güzelliğiyle büyüleyici bir şehir olarak daima insanlığın ilgisini çekmiştir. Asırlar boyu hükümdarlar ordularla üzerine yürümüş, şairler ve edipler onun büyüleyici etkisiyle birçok edebî eser ortaya koymuşlardır. İslâm âleminde, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in işaretiyle farklı bir alâkaya muhatap olan İstanbul’u fethedebilmek amacıyla, Müslümanlar tarafından çok sayıda seferler düzenlenmiştir.
Tarihte meydana gelen olaylar; amaç, sebep, şahıslar ve sonuç itibariyle değerlendirilir. Bu açıdan İstanbul’un fethini ele aldığımızda bunun, insanlık tarihi açısından bir çağı kapayıp yeni bir çağı açan önemli bir olay olduğunu görürüz. Bu fethin millî tarihimiz açısından ayrı bir önemi vardır.
Bu mânâda İstanbul’un fethine özel bir anlam katan, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu hadis-i şerifidir: "İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir." Bu müjde, İstanbul’un fethini diğer fetihlerden ayıran bir özellik olarak göze çarpmaktadır.
Tarih kitaplarımızda; İstanbul’un fethinin nasıl gerçekleştiği, komutanların dirayeti, askerlerin cesareti ve Allah rızası uğruna şehadet şerbetini içmek için nasıl çarpıştıkları kıvançla anlatılmaktadır. Bu fetih, imanın inkâra, ilmin cehalete, birlik ve beraberliğin düzensizliğe olan üstünlüğünün bir göstergesidir. İman ile teknik, askerî bilgi ve güç birleşince -Allah’ın yardımıyla- zafer yolu açılmıştır.
İstanbul’u fethederek Rasûlullah’ın övgüsünü hak eden büyük hükümdar Fatih Sultan Mehmet, çıkardığı bir fermanla, özünü dinimizden alan fetih anlayışını/ruhunu bir insanlık dersi olarak tüm dünyaya yeniden duyurmuştur. Mekke’nin fethinde ilk örneklerini gördüğümüz gibi, İslâm tarihi boyunca fethedilen yerlerde sergilenmiş olan örnek davranışların en güzellerinden birine İstanbul’un fethinde şahit olmaktayız.
Muzaffer komutan Fatih Sultan Mehmet, zaferi müteakip, kendisiyle savaşmış olan herkesi kayıtsız şartsız affetmiş, ayrıca, çıkarmış olduğu fermanla Bizans halkının hasret kaldığı can, mal, ırz ve namus güvenliğini teminat altına alarak, günümüze örnek olacak şekilde, sevgi, saygı ve hoşgörüye dayanan inanç ve ibadet hürriyeti tanımıştır. O, bu hareketiyle, kendisini öven Yüce Peygamber’in izinden yürüdüğünü ve onun övgüsünü gerçekten hak ettiğini gösteriyordu.
Rasûlullah Mekke’yi fethedince, "Bize ne ceza verecek?" diye bekleşen halka, "Bugün kınama günü değildir. Hepiniz hürsünüz ve serbestsiniz!" buyurmuş ve şehrin valiliğini, daha kısa süre önce kendisine diş bilemekte iken, bu eşsiz davranış karşısında Müslüman olan Attâb ibn Esid’e vermişti.
Fatih Sultan Mehmet de Hz. Peygamber gibi davranarak, onun gösterdiği fetih anlayışını takip ettiğini gösteriyordu. Malazgirt Meydan Muharebesi’ni kazanmış olan Sultan Alpaslan da aynı şekilde davranmış, mağlup etmiş olduğu düşman kumandanını misafir gibi karşılamış, onu serbest bırakarak ülkesine kadar emniyet içerisinde gitmesini sağlamıştı. Görüldüğü gibi, İslâm kültüründeki fetih anlayışı, fethedilen yerlere huzur ve hürriyet bahşediyor, halkını gerçek kurtuluşa ulaştırıyordu.
İstanbul’un fethini müteakip, hiçbir ayrım yapılmadan, şehirde yaşayan herkese yardım eli uzatılmış, yoksullar gözetilip sosyal adalet yerleştirilmiş ve örnek yönetim anlayışıyla Bizans halkının öteden beri yaşamakta olduğu zulme son verilmiştir. Bu erdemli davranışla İstanbul’un fethine gönüllerin fethi de eklenmiştir.
İstanbul’u geri almak için harekete geçen kuvvetlere, öncelikle kilise önderleri ve şehrin yerli halkının karşı koymuş olması, bu fethin, Müslümanlara sadece Bizans topraklarını değil, Bizans insanının gönüllerini de açtığını net bir şekilde göstermiştir.
Netice itibariyle, Fatih’in bir armağanı ve İslâm’ın fetih anlayışının bir yansıması olarak, güzel yurdumuzda mevcut olan diğer ırk ve din mensupları, asırlar boyu hiçbir rahatsızlık duymadan yaşayagelmişlerdir. Bütün bunlar, dinimizin ve milletimizin her türlü inanca ve ırka gösterdiği üstün hoşgörüyü aksettiren tarihî belgelerdendir.
Bize düşen, "Fatih ruhu"nu genç nesle taşımak ve uğrunda yaşamaya değer kıymetlerin neler olduğunu onlara gösterebilmektir. Özünü İslâm’ın yüce değerlerinden alan fetih ruhu, bugün artık daha çok, bilgi ve inançla çalışıp üreterek, ülkemize ve insanlığa yararlı olmak şeklinde algılanmalıdır.
Her ferdin sorumluluk bilincine sahip olabilmesi ve vazifesini bu şuurla en güzel biçimde yapmaya gayret etmesi bu anlayışın gereğidir. Gerçek ve kalıcı fethin gönülleri fethetmek olduğu bilinciyle hareket ederek, gelecek nesillerimizi kendi öz değerlerimizle donatıp bu ruh ve anlayışa sahip olmalarını sağlamalıyız. Millî gurur tablolarımız olan zaferlerimizi genç neslimize tanıtmalıyız ki gençlerimiz "inançları uğrunda fedakârlık yapabilme"nin ne olduğunu anlayabilsinler.
İstanbul’un fethi deyince akla evvelâ fetih rûhu gelir. Zira kılıcın fetihlerdeki payı sadece vasıta olmaktan ibarettir. Asıl fetih, gönüllerde gerçekleşen fetihtir ki buna fetih rûhu diyoruz. II. Mehmed, işte bu ruh ile Fatih unvânını almıştır. Yani ona Mehmed ismini unutturacak derecede bir vasıf olan Fatih sıfatını verdiren, onun fetihle dolu gönül âlemidir.
Fatih’in o yüce fetih rûhunda devrini aşmış bir ilim ve medeniyet hamlesi görüyoruz. Öyle bir ilim ve medeniyet hamlesi ki dâimâ yapıcı, îmar edici, inşa edici; asla yıkıcı değil. Bunun için de Bizans medeniyetini dahî tahrip etmiyor, yakıp yıkmıyor; bilâkis kendi içinde eritiyor…
Neticede bambaşka, kendine mahsus, öz ve muhteşem bir medeniyet teşekkül ettiriyor. Ali Kuşçu ve talebeleri gibi nice ilim adamları Orta Asya’dan ve muhtelif beldelerden İstanbul’a getiriliyor. İstanbul bir ilim merkezi oluyor. Kurulan vakıflarla da İstanbul, dünyanın maddeten olduğu kadar mânen de gözbebeği hâline geliyor.
Sümeyye Büşra YILDIZ
YazarGeleceğimiz olan canımız ciğerimiz yavrularımızın -benim ifademle çiçeklerimizin- iyi bir eğitim alması, yararlı bir insan olması için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz ama istediğimiz sonucu bir tür...
Yazar: Sümeyye Büşra YILDIZ
Uyuşukluk olarak da ifade edilen letarji, sürekli uyku hali ve yorgunluğa bağlı olarak kişinin yaşamsal fonksiyonlarının oldukça düşük seviyeye indiği bir durumdur. Letarji durumunda sürekli bir uyku ...
Yazar: Nesibe AYDIN
Atalarımız, "Yarım elma gönül alma." demişler. Amacımız; gönül kırmak, incitmek, üzmek mi yoksa gönül kazanmak, gönül almak, gönüllere girmek mi olmalı? Hayırlı ve güzel işler yapanları asla unutamayı...
Yazar: Sümeyye Büşra YILDIZ
Muallim / Öğretici (s.a.v.)Sevgili Peygamberimizin mübarek isimlerinden biri de “Muallim/Öğretici” dir. İnsanın doğumundan ölümüne kadar sürekli bir öğrenme süreci içindedir. Hayatı boyunca süre...
Yazar: Editör