Batı Trakya’da Kur’ân Hizmetleri
Müslümanlar, Allah’ın kelimesini yüceltmek (i’lâ-yı kelimetu’llah), İlâhî mesajı tüm insanlığa ulaştırmak için tarih boyunca hiçbir engeli/sınırı bahane etmeden dünyanın dört bir yanına koşturmuşlardır. Onlar, inandıkları bu dâvâ uğruna, öncelikle Yüce Allah’ın rızâsını kazanmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır.
Çoğu zaman da geri dönmek için değil, daha ilerilere gitmek için yollara düşmüşlerdir. Onları bu inanç-azim ve kararlılığa sevk eden Kur’ân’ın kendisi ve Ufuk Peygamber yönlendirmeleriydi.
Kur’ân, Allah’ın dini İslâm’ı ve onun kitabı Kur’ân’ı tüm insanlığın dini-kitabı olarak belirliyor ve insanlığa ulaştırma görevini de Müslümanlara veriyordu. Bu konudaki âyetlerin bir kısmı şöyledir:
“Biz, seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez.”[1]
“Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübârek Kitaptır.”[2]
“Böylece şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen toplanma günü ile uyarman için sana Arapça okunan bir Kitap vahyettik.”[3]
İşte bu âyetlerle beslenen, bu mesajlarla dolan Müslümanlar, yerlerinde duramıyor, Allah yolunda cihad için yollara düşüyorlardı. Bu, kimi zaman İslâm ordusunun mücâhid bir neferi olarak olduğu gibi, bazen de helâl rızık kazanma bahanesiyle de oluyordu.
Nitekim pek çok bölgeye İslâm, Müslüman tâcirler vasıtasıyla ulaşmıştı. Bu kutlu yolculuğa çıkanlar Kur’ân âyetlerini okuya okuya yola devam ediyorlar, gittikleri ve kaldıkları yerlerde de Kur’ân mesajını gündemde tutmaya çalışıyorlardı.
Fethedilen ve yerleşilen yerlerde Kur’ân okulları hemen kuruluyor ve insanlar Kur’ân’la tanıştırılmaya başlanıyordu. Cihad yâhut ticaret yolunda Kur’ân okunuyor, cihad esnasında âyetlerle ordu coşuyor, fetih sonrası âyetlerle şükür secdeleri yapılıyor ve yol haritası çiziliyor, daha sonra da Kur’ân okunmaya ve okutulmaya devam ediyordu.
Kesintisiz devam eden bu sürecin sonunda her yerde Kur’ân okulları kurulmuş ve Kur’ân bilginleri yetişmeye başlamış oluyordu. Zira Kur’ân, İslâm insanını inşâ ve ihyâ eden hayat membaı oluyor; imâmenin etrafında dizilmiş tesbih taneleri gibi kurulan İslâm toplumunu bir arada tutan sapasağlam ip oluyor (hablullâh) ve onları ayrılıktan koruyordu.
Artık onlar Kur’ân âyetleriyle tefrikaya düşmekten, fitne ve fesat uçurumlarına yuvarlanmaktan kurtuluyorlardı. Rabb’imizin buyurduğu gibi:
“Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar.”[4]
Yıllar önce bir Balkan ülkesi ziyaretimizde Cuma namazı kıldığımız camide cami imamına kendimi tanıtıp “Nasılsınız?” diye sorduğumda bana, kısa ve öz olarak şu muhteşem cevabı vermişti: “Kemâ terektümûnâ/Bizi bırakıp gittiğiniz gibiyiz!” Bu cevapta pek çok mesaj vardı: Siz Osmanlılar olarak bizi nasıl Müslüman olarak bıraktıysanız biz öyle durmaktayız! Yâhut siz uzun yıllar bize hâmîlik ettikten sonra nasıl terkedip gittiyseniz, biz o hâlde sahipsiz olmaya devam ediyoruz!
Gerçekten de bugün dünyada sahip çıkamadığımız Endülüs/İspanya gibi kimi yerlerde İslâm’ın izleri, büyük ölçüde silinmişse de çoğu yerlerde hâlâ Müslümanlar yaşamakta ve oralarda İslâm’ın izleri devam etmektedir. 14. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar 550 yıl Osmanlı yönetiminde kalmış, bugün yüz binden fazla Müslümanın yaşadığı Batı Trakya da Müslümanların kimliklerine sahip çıkarak yaşamaya çalıştıkları bölgelerimizden sadece biridir.
Bölge Yunan yönetimine girdikten sonra da Osmanlı Dönemi’nde çocuklara temel dinî eğitimin verildiği Sıbyân mektepleri bu etkisini yıllarca sürdürmeye devam etmiştir. Seksenli yıllara kadar bu bölgede azınlık okullarında eğitim Osmanlıca olarak devam etmiştir. Osmanlı’da sıbyan mekteplerinde okutulan dersler ise elifbadan başlayarak Kur’ân, tecvid, ilmihâl, yazı ve biraz hesaptan ibarettir. Sonradan tarih ve coğrafya gibi dersler de eklenmiştir.
Batı Trakya’nın Osmanlı Devleti hâkimiyeti altına girmesi, 1360 yılında Dedeağaç ve Dimetoka’nın fethi ile başlamış; 1363 yılında Gazi Evrenos Bey tarafından Gümülcine ve çevresinin de Osmanlı topraklarına katılmasıyla tamamlanmıştır. 549 yıl Türk hâkimiyetinde kalan Batı Trakya Osmanlı’nın Balkan Savaşlarından mağlup olarak ayrılması sonucunda Osmanlı idaresinden çıkmıştır.
Bölgedeki Müslümanlara ait okullar yetmişli yıllara kadar Osmanlı, Türk, Müslüman Okulları diye isimlendirilirken, bu tarihten sonra Azınlık Okulları ismini almıştır… Sıbyan mekteplerinde Fergab ve Hatim merasimleri geleneği bugün de devam etmektedir…
Ezberini tamamlayarak İnşirâh Sûresi’nin sonunda bulunan “fergab” kelimesine gelen öğrenci, “fergab”ı söylediğinde arkadaşlarından biri erkekse başındaki takkesini kızsa tülbentini kapıp saklar ve öğrencinin ailesi kendisine bahşiş verene kadar iâde etmez.
Böylece çocuklar ve aileleri için hem teşvik hem şenlik vesilesi olan bu çok eski âdet yerine getirilmiş olur… Bölgede bu okulların yanında varlığını sürdüren Gümülcine’de Medrese-i Hayriye ve İskeçe’de Şahin Medresesi günümüzde eğitimlerine ortaokul ve lise statüsünde devam ederek bölgedeki varlıklarını sürdürmektedirler.[5]
Batı Trakya’da doğmuş ve orada yaşamış Kur’ân-Tefsir âlimleri olduğu gibi, o bölgede doğmuş İstanbul gibi merkezlerde yaşamış olanları da vardır. Hâcerzâde Receb Efendi (ö. 1311/1893), onlardan sadece biridir. Kendisi Ferecik’lidir (Ferai/Batı Trakya). Tahsil ve talim hayatı İstanbul'da geçti.
1311/1893'te icâzet verme muvaffakiyetinin ardından vefât etmiş ve Üsküdar Karaca Ahmed mezarlığına defnedilmiştir. Tefsire dâir eserleri şunlardır: Tefsîru Sûreti't-Tatfîf, Tefsîru Cüz'i'n-Nebe', Vesîletü's-Seâdeh alâ Sûreti'n-Nebe'.[6]
Bölge sınırlı olduğu için, çeşitli sosyal ve siyasî sebeplerle bölgede yetişen bir kısım âlim, kendi doğdukları ve yetiştikleri bölgeyi terkedip İstanbul ve benzeri merkezlere hicret etmişler ve oralarda hizmetlerini sürdürmüşlerdir.
1902’te Bosna’nın Tuzla sancağı Graçanitsa kasabasında doğup 1945’de Türkiye’ye hicret eden Tayyip Okiç Hoca bunlardan biridir. Ankara İlâhiyat Fakültesi, Erzurum ve Konya Yüksek İslâm Enstitülerinde yıllarca hizmet ettikten sonra 1977’de Erzurum’da vefât ederek Saraybosna’ya defnedilen hoca geride Kur’ân-ı Kerîm’in Üslûb ve Kırâatı ve Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri adlı eserlerini bırakmıştır.[7]
Bulgaristan Deliorman bölgesi Şumnu vilâyeti Kalaycıköy’de 1912’de doğup siyâsî sebeplerden dolayı 1949’da İstanbul’a hicret etmek zorunda kalan ve orada yaşayan İslâm enstitüsü ilk müdürü Ahmet Davutoğlu Hoca da bunlardan sadece biri. Hadis ve Fıkha dair eserleri yanında Kur’ân Meâlî ve Tibyân Tefsirinin neşri gibi çalışmalara hizmet eden Davutoğlu Hoca 1983’te İstanbul’da vefat etmiştir. Yaşadığı zorluklarla dopdolu hayat hocaya Ölüm Daha Güzeldi eserini yazdırmıştır.[8]
Özetle söyleyecek olursak Müslümanların yaşadığı her yerde Kur’ân ilimlerine hizmet eden ilim adamları hep olmuştur. Yaşadıkları bölgenin özelliklerine göre bu âlimlerimizin kimi hak ettikleri şöhreti elde edemeseler de Allah’ın dinine ve O’nun Kutsal Kitabı’na kesintisiz hizmet görevlerini yerine getirmişlerdir.
Onlar zor şartlarda ve kıt imkânlar içerisinde Allah Kelâmı’nın her seviye ve yaştaki insanımız tarafından okunması, ezberlenmesi, anlaşılması ve yaşanması için yapılması gerekenleri güçleri yettiğince yerine getirmişlerdir. İsimleri kaynaklarımıza geçmiş ve geçmemiş olan hepsine Yüce Rabb’imizden ganî ganî rahmet dileriz.
Rabb’imizin va’di her zaman haktır, O’nun Kutlu Elçisi’nin söyledikleri de aynen gerçekleşmeye devam edecektir:
“Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.”[9]
“Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. İnkârcılar ne kadar istemeseler, Allah nurunu, dinini tamamlayacaktır.”[10]
“Ümmetimden bir topluluk, hak üzerinde gâlip gelmeye devam edecektir. Onlar hak üzerinde hep böyle sebat edip durdukları müddetçe ta Allah'ın emri onlara gelinceye kadar muhâlif olanlar onlara zarar veremeyecektir.”[11]
[1] 34/Sebe’, 28.
[2] 6/En’âm, 92.
[3] 42/Şûrâ, 7.
[4] 3/Âl-i İmrân, 103.
[5] Nempıe Rasıt, Osmanlı Sıbyan Mektebi Geleneğinin 20. Yüzyıl Batı Trakya’sına Yansımaları, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, s. 9, 16, 17, 167-169.
[6] Bursalı M. Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, I, 430.
[7] İbrahim Hatiboğlu, ‘OKİÇ, Muhammed Tayyib’, DİA, XXXIII, 336-338.
[8] Nihat Engin, ‘Davudoğlu Ahmet’, DİA, IX, 52-53.
[9] 9/Tevbe, 32.
[10] 61/Saf, 8.
[11] Ebu Dâvud, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 51; İbn Mâce, Mukaddime 1, 10, Fiten 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 278, 279.
Ali AKPINAR
Yazarİslâm, madde ile mânâyı birlikte ele alır. İnsan beden ve ruhtan oluşmuştur. Yüce Yaratıcı, ilk insanı çamurdan önce bedenini yaratmış, ardından ona ruh vermiştir. Yani insanın maddesi önce şekillenmi...
Yazar: Ali AKPINAR
Ülkemizde depremin üzerinden ikinci Ramazan ayına girdik, Allah nasip eyledi ve buna erişebildik. Ramazan ayının sonrasında da yine insanların sevinçle kutladığı Ramazan Bayramına erişmiş olacağız. Öz...
Yazar: Erol AFŞİN
Babası kerâmetleri ve menkıbeleri ile anılan Hz. Ali soyundan Şeyh İbrâhim, annesi Mûsa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeden Ahmed-i Yesevî, sahâbeden olduğu söylenen ...
Yazar: Ali AKPINAR
Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlığa hayat düsturu olarak gelmiş, Yüce Allah’ın son evrensel mesajıdır. O’nun Peygamberi de bütün insanlığa gelmiş son evrensel elçidir. Bu konu, âyetlerde şöyle ifade edili...
Yazar: Ali AKPINAR