Hayatı Zehir Eden Gizli Duygu: Vesvese
İnsan zihninde iradesi olmadan beliren ve kişiyi kötü ya da faydasız bir düşünce ve davranışa sürükleyen kaynağı belirsiz fikir¸ şüphe ve kuruntulardır. Vesvese¸ insanın içine doğar ve onu lüzumsuz bir şekilde meşgul eder. Vesveseye kapılan insanın içinde adeta gizliden gizliye konuşmalar devam eder. Zaten kelime anlamı bakımından da vesvese¸ fısıltı¸ gizli söz demektir. Bu bakımdan¸ zihinde sürüp giden ve tekrarlanan gizli düşünceye vesvese¸ bir kimseye böyle bir düşünceyi telkin etmeye de vesvese vermek denir.
Vesvese¸ sistemli bir zihin faaliyetine dayanmayan¸ zaman zaman kendiliğinden beliriveren psikolojik bir olaydır. Fıkıh âlimleri bu kelimeyi şu anlamlarda kullanmışlardır:
1) İnsanın içine doğup bir şeyi yapıp yapmama noktasında onu tereddüde sevk eden şey.
2) Şeytanın insanın içine attığı korkular.
3) Aşırı ihtiyat ve sakınmadan kaynaklanan ve insanın yaptığı şeyi yapmadığını ilham edip defalarca yapmasına sebep olan duygular.
4) Akla galip gelip akıl dengesini bozan tereddütler.
Vesvese genel olarak insanı kötü¸ din dışı ve ahlâk dışı davranışlara yönelten bir iç itilme olarak hissedilir. Bu anlamdaki vesvesenin kaynağı şeytandır. Vesvesenin ihtiyattan kaynaklandığı zannedilse de aslında öyle değildir. Zira ihtiyat kesin bir şeye dayanırken vesvesenin kaynağı tereddüttür. Vesvesenin takva (verâ') ile de alakası yoktur. Zira takva dinde övülmekte ve teşvik edilmekte¸ vesvese ise yerilmektedir.
İçe doğan konuşmalar şeklindeki vesveseler fiiliyata dökülmedikçe bu duruma maruz kalanlar dinen sorumlu olmazlar. Dolayısıyla hanımını boşama veya Allah adına adakta bulunma konusunda vesveseye kapılanların ne hanımları boş olur ve ne de adaklarını yerine getirmeleri gerekir. Zira ilgili hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Allah¸ vesvese yoluyla zihinlerine gelen şeyleri ümmetimden affetmiştir. Yeter ki konuşmasın ve akıllarına gelen şeyleri amele dönüştürmesinler."[1]
Namaz kılan bir Müslümanın elinden geldiği kadar vesveselerden kendisini arındırması gerekir. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) namazın hedefine ulaşmasını bu tür duygulardan kurtulmaya bağlayarak şöyle buyurmuştur: "Kim¸ abdestini en güzel şekilde alır ve vesveseye kapılmadan (veya gaflet göstermeden) iki rekat namaz kılarsa geçmiş günahları bağışlanır."[2] Ancak kişinin bütün gayretine rağmen hatırına gelen ufak tefek vesveseler affedilmiştir. Namazda huşunun farz olduğunu kabul eden bazı âlimlere göre namazının çoğu vesvese içerisinde geçen kimsenin bu namazı bozulacağı için onu tekrar kılması gerekir.
Şeytan görevi gereği insanı doğrudan saptırmaktadır. Buna göre insanı kötülüğe teşvik eden¸ ona çirkinlikleri tatlı gösteren ve hayır yapmaktan ve hayra yönelmekten korkutan duygular şeytanî vesveselerdir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'den rivâyete göre¸ Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanoğluna şeytan vesvese¸ melek ise ilham verir. Şeytanın vesvesesi kötülüklere götürmek ve gerçekleri yalanlatmaktır. Meleğin ilhamı ise hayırlara götürüp hakkı doğrulatmaktır. Kim vicdanında hayırlara yönelmeyi ve hakkı doğrulamayı hissederse bunun Allah'tan olduğunu bilsin ve Allah'a hamd etsin. Kim de vicdanında şeytanın vesvesesini hissederse kovulmuş şeytandan Allah'a sığınsın". Sonra Rasûlullah (s.a.v.)¸ Bakara sûresi 268. ayetini okudu: "Şeytan sizi fakirlik ihtimaliyle korkutur ve size cimriliği emreder..."[3]
İmam Gazali'nin tespitine göre vesvese veren şeytan bakımından vesvesenin üç çeşidi vardır:
1. Gerçeği gerçek olmayanla karıştırmaya yönelik olan vesvese. Buna göre şeytan insana dünya nimetlerini süslü gösterir¸ bunlardan mahrum kalmamasını öğütler ve hayatın uzun olduğunu¸ hayat boyu bunlardan mahrum kalmanın ona ızdırap vereceğini ilham eder. Kul Allah'ın hakkının¸ sevap ve azabının büyüklüğünü hatırladığı zaman kendisine bu yönde vesvese veren şeytana şöyle der: "Lezzetleri elde etmeme noktasında sabırlı olmak ve onları terk etmek zordur. Ancak cehennem azabına dayanmak daha zordur." Kul bu bilinci kazandığı zaman şeytanı mağlup eder.
2. Şehvetleri günah işleme yönünde tahrik etmeye yönelik vesvese. Bu tür vesveseyi defetmenin yolu¸ bu vesvesenin sevkettiği eylemin Allah'a isyan olduğu bilincine varmaktır. Allah'a karşı isyanın çirkinliğini idrak edebilen bu tür vesveselere mağlup olmaktan kurtulur.
3. Namaz dışında düşünmekle akla gelen vesveseler. Bu da insanın bir taraftan Allah'ı zikre yönelmesi¸ diğer taraftan da bu konuda isteksiz olup dünyaya ait başka şeylere yönelmesiyle olur. Bu tür vesveseye kapılan kimse sanki kalbini iki kısma ayırmış gibi olur.
Şeytan bazı mü'minlere özellikle de ilim ehline iman konusunda vesvese vermek üzere musallat olur. Amacı bu insanları imandan saptırarak küfre düşürmektir. Bu¸ mü'min için bir imtihan halidir. Nitekim aynı durum sahabeden bazılarının da başına gelmiştir. Bunlar Sevgili Peygamber Efendimize müracaat ederek şöyle demişlerdir: Yâ Rasûlallah! Bizler içimizde öyle şeyler hissediyoruz ki¸ bunları söylemektense gökten yere düşmeyi tercih ederiz. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):
"İşte katıksız iman budur"[4]. Çünkü böyle bir vesveseye maruz kalıp ondan bu denli nefret etmek ancak katıksız iman sahibi olan kimselerin yapabileceği bir şeydir. Bu sebeple vesvesenin en büyüğüne imanı en güçlü olanlar ve ilim erbabı yakalanır. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ifadesiyle: "Sizden birine şeytan gelir ve şöyle der: Şunu kim yarattı¸ bunu kim yarattı? Nihayet¸ Rabbi'ni kim yaratı?' der. Bu noktaya ulaştığı zaman o mü'min Allah'a sığınsın ve bu vesveseye son versin.[5]
Bazı vesveseler¸ aşırı ihtiyattan¸ titizlikten ve takvada ölçüyü kaçırmaktan kaynaklanır. Veya vesveseler insanı bu olumsuz durumlara sevk eder. Bu şekilde vesveseye kapılanlar aslında takva sınırını aşarak tam tersi bir duruma düşerler. Onların düştükleri durum dinde aşırı titizlik ve katı davranma halidir. Bunlar dinin kolaylık ve müsamaha kabilinden olan hükümlerini de görmezlikten gelirler. Böylece din onlar ve onlarla beraber yaşayanlar için rahmet olmaktan çıkar tam bir zahmete ve çileye dönüşür.
Bu tutumları¸ taşıdığı aşırılıklar sebebiyle onları dinin gösterdiği sınırların dışına çıkarır. Banyo yaparken iğne ucu kuru yer kalmaması için saatlerce banyoda kalmak¸ istibrası tam olmadı diye tuvaletten çıkamamak¸ süt olma ihtimalini abartarak memleketinde bulunan kadınlarla evlenmekten kaçınmak¸ aklına dünyaya ait bir duygu geldi diye namazı tekrar tekrar kılmak¸ üretiminde dinen haram sayılan usuller olduğunu düşünerek birçok nimeti terk etmek gibi davranışlar bu tür vesveselerin bazı örnekleridir.
Hâlbuki bu tür durumlar için dinimizin koyduğu asgari ve objektif ölçüler vardır. Bunlar uygulandığında guslün¸ abdestin yerine gelmiş olacağını düşünmek ve namazda ufak tefek dünya düşüncesine kapılmanın namazı bozmayacağına inanmak yeterlidir. Gıda üretiminde ise dine aykırı bir durum olduğunu kesin olarak bilmemek onu yemek için yeterli gerekçedir. Bunu düşünmek insanı sorumluluktan kurtarır. Bu¸ onun ne içerdiğini araştırmaya engel değildir. Anlatmak istediğimiz şey¸ gerekli araştırmalar yapıldığı halde hala şüphe içerisinde olmak gereksiz ve terk edilmesi gereken vesvese kabilinden bir duygudur.
Vesvesenin ehliyeti olumsuz yönde etkileyen bir ruh hali olduğunu dikkate alan fakihlerimiz¸ bu hali yaşayanların tedavi edilmeleri gerektiği kanaatine varmışlardır. Bu sebeple de bunların söyledikleri bir takım sözlerden dolayı dinden çıkmalarını ve hanımlarını boşamalarını geçerli saymamışlardır.
İnsan zihnine gelen şeytanî vesveseleri defetmenin en etkili yolu Allah'ı zikretmektir. Allah'ı zikri zihnine kodlayan Müslüman vesvese deliklerini kapatmış olur. Nitekim bir âyette şöyle buyurulmuştur: "Şüphe yok ki Allah'a karşı gelmekten sakınanlar¸ kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhal Allah'ı hatırlarlar da¸ O'nun azabını¸ nimetlerinin bolluğunu¸ vaad ve tehditlerini hatırlarına getiriverirler) sonra hemen gözlerini açarlar."[6]
*Prof.Dr. Abdullah Kahraman
[1] Buharî¸ Itk¸ 6.
[2] Ebû Davud¸ Salât¸ 158.
[3] Tirmizî¸ Tefsiru Suret-i Bakara¸ 3 (Hadis no: 2988).
[4] Müslim¸ İman¸ 211.
[5] Buharî¸ Bedu'l-halk¸ 11; Müslim¸ İman¸ 214.
[6] 7/A'râf¸ 201.
Abdullah KAHRAMAN
Yazarİslâm sağlıklı ve mutlu bir aile hayatı için karı-koca arasında karşılıklı hak ve vazîfe dengesini kurar. Çünkü bir tarafın vazîfesi diğer tarafın hakkıdır. Hak ve vazîfeler aslâ tek taraflı değildir....
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
İslâmî birliğin oluşumunda kardeşliğin merkezî bir rolünün olduğu mâlumdur. İslâm gelmeden önce onun ilk muhâtabı olan Arap toplumunu bir arada tutan birtakım değerler elbette vardı. Ancak İslâm geldi...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Muharrem Efendi, X/XVI. yüzyılda yaşamış saygın Osmanlı âlimlerinden birisidir. Asıl adı, Muharrem b. Ebi’l-Berakât Muhammed b. ‘Ârif b. Hasan’dır. 910/1504 tarihinde Zile’de doğmuştur. Bu sebeple dah...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Hanefî mezhebinin kurucu imamı olarak kabul edilen İmam-ı Azam Ebû Hanîfe pek çok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında bazıları diğerlerine göre daha çok ön plana çıkmış ve meşhur olmuştur. Onun meş...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN