Nefis Tezkiyesi ve Kalp Tasfiyesi
Bu makalemizde tezkiye kavramı ve bu kavramın mâhiyeti üzerinde duracağız. Sözlükte tezkiye; “, temizlemek, geliştirmek, feyizlendirip büyütmek, arıtmak, temize çıkarmak” gibi anlamlara gelir.[1] Dinî bir terim olarak ise, insanın ilâhî bakışa mahal olan kalbini; küfür, şirk, riya, nifak, süm’a (duyurma) gibi Allah’ı anmaktan alıkoyacak şeylerden arındırmaktır.
Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: "Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyân etmiştir."[2] Tezkiye eğitiminin ana konusu, kişisel benliğin mânevî kirlerden arındırılması ve tevhid ölçeğine göre yeniden biçimlendirilmesidir. İslâm’a göre insana kötülüğü emreden nefistir.[3]
Tezkiye, kötülüğü emreden nefsi, ıslah etme çabası içerisine girmektir. Nefsi ıslah ise, evvela, günahlardan uzaklaşmayı, pişmanlık duymayı, iman ve amel bütünlüğüne dayalı bir dindarlık anlayışını sürdürmeyi gerektirir. Kur’ân’a göre böyle bir dindarlık tipi yaşayanların âhiretteki ödülü, doğrudan cennet olacaktır: “İçinde ebedî kalacakları, altından nehirler akan adn cennetleri vardır. Ve işte bu, tezkiye olanların (nefis tezkiyesi ve tasfiyesi yapanların) mükâfatıdır.”[4]
Nefis, kötü huylardan arındırılarak; utanma, ilim, irfan, iyilikseverlik, samîmîyet ve takvâ gibi güzel fiillerle bezenirse, insan bedenle yaptığı davranışlarını da güzelleştirir. Dünyada övgüye âhirette de mükâfata nâil olur.
İnsanın fiilleri, ef’âlü’l-ebdân/beden ve ef’âlü’l-kulûb/kalbin fiilleri şeklinde ikiye ayrılır. Bedenin fiillerine zâhirî, kalbin fiillerine de bâtınî ameller denilir. Kur’ânî bir kavram olan ve doğrudan kalbin arındırılmasıyla ilgili tezkiye kavramı da kalbin fiilleriyle doğrudan irtibatlıdır.
Kur’ân-ı Kerim’de temiz kalbin vurgulanması bunu anlatır: “O gün Allah’a temiz bir kalple gelenler dışında mal da çocuklar da fayda vermeyecektir.”[5] Âyette geçen “selim kalb”ten maksat; şirkten, kalbin âfet ve günahlarından uzak olmasıdır. Dolayısıyla tezkiye fiilinin; Allah’a ve insana dönük veçheleri vardır. İslâm inancında Allah’tan başka yaratıcı yoktur ve insanın bütün fiilleri O’nun tarafından yaratılır ve takdir edilir.[6]
Nitekim Kur’ân’da; “Sizi ve yaptıklarınızı O yaratmıştır.”[7] buyrulur. Bu yönüyle fiil yaratmak açısından Yüce Allah’a, seçme yönüyle de insana aittir.[8] “O (Allah) her şeyin yaratıcısı”[9] ve “her şeye gücü yetendir”[10] âyetleri, fiillerin yaratma yönüyle Allah’a ait olduğuna delâlet eder.
İtikadımızda, insanın seçimine göre iyi ve kötü bütün fiilleri yaratan Allah’tır. O bizden dünyada övgüye âhirette de sevaba ulaştıracak iyi eylemlerde bulunmamızı ister. Mecâzî anlamda saptırıcı bir âmil olan şeytan ise, dünyada zemmedilmeye ve âhirette de cezalandırılmaya neden olacak olan eylemleri yapmamızı ister ve yeterince irâdesi gelişmemiş kimseleri bu yönde teşvik eder. Şeytanın ve ortaklarının hile ve tuzaklarından ancak Yüce Allah’ın lütfu ve inâyetiyle kurtulabiliriz.
Bilindiği gibi dünya hayatı hangimizin daha güzel bir davranışta bulunacağımızın sınandığı bir yerdir.[11] Bu imtihan dünyasında başarının önünde nefis ve şeytan gibi iki engel vardır. Dinde bilgiye dayalı irşat faaliyetinin amacı; nefsi/benliği eğitmek ve şeytanın telkinlerine geçit vermemektir.
Peygamberler, arınmış kimselerdir, onların görevlerinden birisi de insanları arındırmaktır.[12] Bu sebeple Yüce Allah’ın yardımı arınma konusunda rahmet peygamberine ittibâ edenleredir: “Ey Peygamber! Allah’ın yardımı sana ve sana uyan mü’minlere yeter!.”[13]
Bu yardımdan mahrum olanlar, akıllarını gerektiği gibi kullanmayan ve imanla İlâhî çağrıya karşılık vermeyenlerdir. Böyle kimselerin temiz bir defterle (iyi bir imtihan kâğıdı) dünya hayatını noktalamaları imkânsız gibidir. Allah’ın, kullarını mânen temizleyen bir büyük lutfu da hayat boyunca tevbe kapısını açık tutması, tevbe edenleri bağışlaması, tevbekârlara temiz ve beyaz bir defter açmasıdır.
Çünkü tevbe bir tezkiye aracıdır. İnsan, kendi özgür iradesiyle tevbe ve tezkiye eyleminde bulunursa, Yüce Allah’ın bağışlayacağı ümit edilir.
Yüce Allah insanı sorumlu bir varlık olarak yaratmış ve ona irâde özgürlüğü vermiştir. Sözlükte; “istemek ve dilemek” manalarına gelen irâde, bireyin bir zorunluluk olmaksızın yapılması veya yapılmaması mümkün olan iki şeyden birisini tercih etmesi demektir.[14]
Kişinin dilediğini yapıp yapmaması kendi bireysel tercihine bağlıdır. Bu yönüyle insanın kötülüğü emreden nefsini arındırma ve kirletme irâdesi tamamen kendisine aittir. Nitekim bir âyette bu konuda insanın özgür olduğuna, seçimine göre her iki durumun sonuçlarına katlanması gerektiğine işaret edilir: “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyâna uğramıştır.”[15]
Bir başka âyette ise; “Kim günahlardan arınırsa kendisi için arınmış olur.”[16] buyrulur. Bu âyetlerde arınma fiilini yaratanın Allah olduğu, bu fiili yapanın ise insan olduğu anlatılmaktadır.[17] Elbette insan irâdesini arınma yönünde tercih ederse, Allah ona yardım eder.
Eğer irâdesini helâl-haram tanımama gibi günah işleme yönünde tercih ederse[18] onu onda yaratır, fakat yardımsız bırakır. Çünkü Yüce Allah’ın kulunun küfür ve mâsiyet işlemesine rızâsı yoktur.[19] İnsan hayatında işlenen günahların her biri, kulun kendisine yaptığı bir zulümdür.
Yüce Allah ise kullarına karşı zulmedici değildir. Çünkü O, kullarına arınmanın yollarını göstermek için kitaplar indirmiş, sayısız peygamberler göndermiş, akıl vermiş, önüne âfâk ve enfüs delillerini sermiştir. Kur’ân'a göre peygamberlerin aslî görevleri, topluma Allah'ın âyetlerini okumak, gönülleri ve kafaları kötülüklerden arındırmak, Kitab'ı ve hikmeti öğretmektir.[20] Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefâtından sonra insanları arındırmada görevi, âlimlere bırakılmıştır.[21]
Netice olarak tezkiye; “temizlemek, çoğalmak, artmak, bereketlenmek ve büyümek” gibi anlamlara gelir. Zekât da aynı kökten türemiştir. Geniş manada tezkiye, toplumu yanlış itikat, bid’at ve hurafe gibi davranışlardan sağlam ilim, bilgi ve hikmet yoluyla arındırmaktır.
Bu görev, geniş anlamda peygamberlere ve birey olarak tek tek Müslümanlara ve onların âlimlerine düşmektedir. Günah kirlerinden mânevî bir arınma biçimi olan tezkiye eyleminin hedefine ulaşması için bazı süreçlerden geçmesi gerekir. Bu süreçlerin başında; zikir, ibâdet, muhâsebe, tevbe, sabır ve duâ gibi ameller gelir. Her birisi bir tezkiye aracı olan bu süreçler, kişiliği güven altına alan unsurlar olup kişilikte yıkıcı eğilimlere karşı kuvvetli bir direnç oluşturmaya yardım eder.
[1] İsfehânî, Râgıb, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul, 1986, s. 312-313.
[2] 91/Şems, 9-10.
[3] 91/Şems, 9-10.
[4] 20/Taha, 76.
[5] Bkz. 29/Şuarâ, 86; 50/Kaf, 33.
[6] Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Te’vîlâtü’l-Kur’an, tahk. Mustafa Yavuz, İstanbul: Dâru’l-Mîzân, 2008, XII167-68.
[7] Bkz. 37/Saffât, 96.
[8] Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Kitâbü’t-Tevhîd Tercümesi, Terc. Bekir Topaloğlu, İstanbul: İsam Yayınları, 2002, s. 292.
[9] 6/En’âm, 102.
[10] 6/En’âm, 17.
[11] Bkz. 67/Mülk, 2.
[12] Bkz. 2/Bakara, 151.
[13] 8/Enfal, 64.
[14] Cürcânî, Seyyid Şerif, et-Ta’rîfât, Kahire, 1987, s. 141
[15] 91/Şems, 9-10; ayrıca bkz. 24/Nur, 21.
[16] 35/Fatır, 18.
[17] Matürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’an, XVII, 224.
[18] Matürîdî, , Te’vîlâtü’l-Kur’an, I, 314.
[19] 2/Bakara, 174; 3/Âl-i İmran, 77.
[20] Bkz. 2/Bakara, 129; 3/Âl-i İmrân, 164; 62/Cuma, 2.
[21] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Mısır, ts., V, 196.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarArapçada “eş-şerîke” ve “eş-şirk” şeklinde kullanılan şirk sözcüğü, “ortaklık” mânâsına gelir. İtikâdî anlamda şirk, Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olduğunu kabul etmek, O’ndan b...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
İslâm’ın Medine dönemi…Allah Elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hicretinden sonra İslâm’ın Medine’sinde sadece Müslümanlar yaşamıyordu. Müslümanlarla birlikte; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslüman görünü...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
İslâm’ın ilk yılları... Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın alenî olarak İslâm’ı açığa vurduğu günlerdi. Hz. Ömer’in İslâm’la şereflendiğini gören Mekke müşrikleri infiâle ve telâşa kapıldılar. Derhal Mekke müş...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Allah, bir gizli hazine olan varlığını tanıyacak göz, sevecek gönül; sanat eserlerini takdir edecek bir akıl bulunmasını dilemiş, evreni ve içindeki bütün güzellikleri idrak edebilme melekesiyle don...
Yazar: Mahmut KAPLAN