Vefâsız Dünyadan Ümidi Kesmek
Dünya, “ev ednâ” sırrına erenler için Allah’a yakın olma yeri, yücelerin yücesi; “denî/alçak”, değersizliği seçenler için ise aşağıların aşağısıdır. Burada mahâret kulun dünyayı nasıl algılayıp, imkânları ne şekilde değerlendirdiğiyle orantılıdır. Dünya dostu bulmak için arayış alanı olduğu kadar, Allah’tan başka dost edinenlerin düşmanıdır.
Dünya akıl sahipleri için nimet yurdu, câhiller için ise gafletten bir örtüdür. Dünya Allah’a ve Allah dostlarına gönül bağlayanlar için vuslat, dünyevî basitliklere alâka gösterenler için âfettir. Dünya âriflerin âhiret tarlası, bîgânelerin boynundaki ağırlık tasmasıdır.
Hz. Hasan (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Dünyayı isteyen kimseyi dünya yere vurur! Dünyaya kalbini bağlamayan kimseyse dünyadan kim yerse yesin umursamaz. Dünyayı seven kimse zenginlerin kölesi olur. Dünü ile bugünü eşit olan ziyândadır, dünü bugününden iyi olan kimse de zarardadır. Kendini mükemmel gören kimsenin noksanı çoktur. Yumuşak huyluluk insan için ziynettir. Vefâkârlık servettir. Acelecilik hafifliktir. Kalbini dünyaya bağlayan kimselerle oturup kalkmak lekedir. Kötü insanlarla beraber olmak ise şüphe doğurur.”
Dünya Hayatı
Kur’ân-ı Kerîm’de “dünya” kelimesi, insanın yaşadığı mekânı ifâde eden “ard” kelimesinin genel karakterinden farklı olarak, insanın ecel ile sınırlanan arzdaki var edilişini, fiillerini ve onun sorumluluğunu, kısaca onun hayatını ifâde etmektedir. Dünya, insanın varlık sahnesine çıkmasına zemin hazırladığı, şahsiyetini kazandığı ve ebedî olan âhiret yurdu için yapıp etmelerini biriktirdiği bir yaşam alanı olması dolayısıyla elbette değerlidir ve önem arz etmektedir.
Nitekim Kur’ân’da, Müslümanların, “Rabb’imiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi (cehennem) ateş(inin) azabından koru...”[1] şeklinde duâ etmeleri tavsiye edilmiş ve bu kişilerin mükâfatlandırılacakları ifâde edilmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, İslâm dininin zemmettiği ya da hafife aldığı dünyanın, yer kürenin bizâtihî kozmik varlığı olmadığıdır. Dünya ve âhiret mutluluğunu birlikte vurgulayan İslâm, insanoğlunun geçici ve süreksiz olanı, kalıcı ve dâimî olana tercih etmesine karşıdır.
Bu anlamda, hevâ ve heveslerin peşinde koşulan, nefsin arzu ve isteklerine boyun eğilen bir dünya hayatının Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde değersiz görüldüğü ve kötülendiği görülür: “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlât sahibi olma yarışından ibârettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Âhirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızâsı vardır. Dünya hayatı, aldanış metâından başka bir şey değildir.”[2]
Peygamberimiz de çeşitli hadislerinde dünyanın geçici olduğunu vurgulamış ve bu konuda dikkatli olmamızı istemiştir. Bu hadislerden bazıları şu şekildedir: “Âhiretin yanında dünyanın değeri, ancak sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. Parmağı ile denizden alabildiği suya bir baksın.”[3] “Benim dünya ile ne işim var. Ben dünyada, bir ağaç altında gölgelenip de sonra onu bırakıp giden bir yolcu gibiyim.”[4]
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in dünyanın geçiciliğine dâir zikrettiği hadislerden anlaşıldığı üzere; fânî olanı değil, bâkî olanı tercih etmek; geçici dünya zevklerinden dâimî âhiret konağına geçerken gereği kader dünyadan istifâde etmek gerekmektedir.[5]
Tasavvufta dünya, “insanı Allah’tan alıkoyan her şey”, “imtihan yeri”, “âhiretin tarlası” ve “geçici/fânî âlem” gibi çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Yine insanı Allah’tan uzaklaştıran ve gaflete düşüren her şey, mal ve menfaat, itibar, mevki, hırs, şan ve şöhret olarak da tarif edilir.
Mutasavvıflar dünyayı, yılana, zehre, cadıya ve fâhişeye benzetirler. Dünya hakkında dervişler, “yalan dünya/yalancı dünya” tâbirini kullanmışlar ve yaşlı bir kadına benzettikleri dünyayı üç talakla boşamışlardır. İmam Gazzâlî dünyayı, insanlara süslü ve güzel görünerek, onları kendine çeken ve Allah’a kavuşmaktan men eden çirkin bir şey olarak tarif eder.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) dünyayı yalancılar pazarı olarak nitelerken, saçı, beni, malı mülkü ile insanı aldatan, zâhirde bir güzel gibi görünen, ancak hîleleri olan kadına benzeyen dünyadan sakınılması gerektiğini işaret eder:
Hulûsî mekr ü âline aldanma zülf ü hâline
Meyl etme mülk ü mâline yalancılar pâzârının[6]
(Hilesine, saçına, benine aldanma; malına ve mülküne meyl etme.)[7]
El-Mekkî ise dünyayı, her kula hevâ olarak verilen bir nasip ve kalbinde yer eden arzular olarak tanımlar. Mevlânâ’ya göre dünya, insanları süsüyle aldatan ve onları tuzağına çeken bir büyücüdür. O bu düşüncesini şöyle dile getirir: “Azizim! Sakın, şu geçici dünyanın kara işli sevdası, karalığı, şu buğday gösterip arpa satan, şu kara yüzüne ak boya çalmış olan, kendisini genç gösteren şu yalancı, şu düzenci kart dünyanın sevgisi, onun kötü, kara rengi huy olmasın sana; sakın ha!” Dünyanın tuzağından kurtulanların dünya ve âhiret murâdına ereceklerini Hulûsi Efendi şöyle dillendirir:
Hulûsî her murâd-ı cân hâsıl olur
Kurtulsan dehrin her tuzağından[8]
Dünyanın süsü, insanın hoşuna giden her şeydir. Dünyada var olan her şey insan için yaratılmıştır. Dünyanın süsü de insan içindir. Doğal olarak insan, bu dünyadan ve içindekilerden faydalanacaktır. Burada eleştirilen husus, insanın bu dünyanın süsüne ve alâyişine aldanarak kendini tamamen bu dünyaya kaptırması ve dünyada var oluş sebebini unutmasıdır.[9]
Dünyanın Vefâsızlığı
Dünyanın vefâsızlığı düşüncesi mutasavvıflar arasında genel kabul görmüş bir anlayıştır. Dünya hiç kimseye yâr olmamıştır ki, kendine aşırı itibâr edenlere de yâr olmaz. Dünyanın fânîliği, onun vefâsızlığının işaretidir. Tasavvuf büyükleri gönül ehline öğüt verirken dünyadan vefâ ummanın muhabbete mâni olduğuna işaret etmişlerdir. Hulûsi Efendi Hazretleri şöyle buyurur:
Ümmîd-i vefâ eyleme bu dehr-i fenâdan
Beyhûde yere eyleme ifnâ-yı muhabbet[10]
(Bu fânî, geçici dünyadan vefâ ümit edip boş yere muhabbeti yok etme; ümidini, sevgini, Allah’a olan muhabbetini dünya uğruna boşa verip hayatını berbat etme.)
Hulûsi Efendi Hazretleri 1980 yılında Bolu kaplıcalarında iken, Pazar günü ormanlık mesire alanında sahra düzenlenir. Çok kalabalık vardır, her taraftan ihvanlar gelmişlerdir. İstanbul’dan gelenler de vardır. İstanbul’dan filan esnaf arkadaşın da geleceğini söylerler. Hulûsi Efendi Hazretleri de sofrada bir hayli bekler. Fakat gecikince yemeği yerler. Bir müddet sonra Hulûsi Efendi Hazretleri bir şeyler yazmaya başlar, sonra okurlar:
O kadar var ki bu dünyânın işi
Bir arap saçına dönmüş dolaşık
Ne kadar sa’y ederek çeksen de etek
Yine ter-dâmen olursun bulaşık
(Bu dünyanın o kadar işi vardır ki, sanki karışık bir arap saçına dönmüştür. Ne kadar ona bulaşmamak için eteğini çeksen yine eteğin ona bulaşır.)
Bir müddet sonra da o esnaf arkadaş gelmiştir ama dünya ile imtihânı beyitlere düşmüştür.
Hz. Mevlânâ; “Şaşarım o kula ki, dünyanın vefâsızlığını görür, azizlerini toprağa verir; Kur’ân okuyanlardan “Herkes ölümü tadacaktır.”[11] âyetini işitir, duyar; öyle olduğu hâlde, bu kadar sevgiyle, bu kadar düşkünlükle, bu kadar hırsla dünya malını toplar? Ölülerin mezarlarını ve kefenlerini gördüğü, dostların ayrılığı tattığını anladığı hâlde, gönlünü mala, mülke ve dünyaya nasıl verir?” diyerek dünyanın vefâsızlığına işaret ederken, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ise, dünyanın vefâsızlığını,
Kim umar senden vefâyı,
Yalan dünya değil misin?
Muhammed-i Mustafa'yı
Alan dünya değil misin?,
ilâhisiyle dile getirir.
Dünya hüner sahibi için daha çok vefâsızdır. Hünersize burada cefâ daha azdır. Hüner ile tâlihin bir araya gelmesi ise pek rastlanmayan, bulunmaz nâdir hadiselerdendir. Hüner sahibi, dünyaya karşı ne gibi bir kusur işlemiştir? Niçin bu dünya ona durmadan eziyet çektirir? Hasisleri yükselterek, kıymetlileri yere vuruyor. Yoksa bu kutsuz dünya ihtiyarlayıp bunadı mı?
Aslında dünya, hünerli insana vefâ icâbı daha rahat ve güzel bir hayat sunmalıdır. Fakat durum bunun tam tersine vukû bulmaktadır. Peygamberler insanların en hünerlisi oldukları hâlde bu dünyada en büyük sıkıntılara onlar katlanmışlar, türlü belâ ve dertler onların başına gelmiştir. Eğer bu dünyada vefâ olsaydı öncelikle varlıklar içinde en hayırlılar olan peygamberlere ikrâm ve ihsânla davranırdı. Tabiî ki, peygamberler, evliyâlar ve ârifler dünyanın vefâsız olduğunu bilenlerdir:
Bilmişiz ki biz bu dehrin bî-vefâ
Bî-vefâdır kimseye kalmaz vefâ
(Biz bu vefâsız dehrin (dünyanın), vefâsız olduğunu bilmişiz. Gerçekten o vefâsızdır, kimseye kalmaz.)[12]
Dünyaya itibâr edip, burada kalmak için uzun emel peşinde olanları Hulûsi Efendi (k.s.) uyarır:
Vefâsı olmayan dünyâ-yı dûna i‘tibâr etdin
Niçin bu âşiyân-ı bî-vefâda cân karâr etdin
(Ey can! Niçin bu vefâsız yuvada kalmaya karar verdin. Vefâsı olmayan alçak dünyaya itibar ettin.)[13]
Dünyanın Fânîliği
İnsan, bu dünyaya imtihan için geçici bir süre ile gönderilmiştir. Yaratılışın anlamı budur. Bir insan dâimî ikametgâhı zannederek bu dünyaya kapılırsa, ölüm günü acı bir gerçekle, yani bu dünyanın fânîliği ile karşılaştığında hüsrâna uğrayacaktır.
Dünyanın fânîliği düşüncesi Kur’ân-ı Kerim’e dayanır. Kur’ân’da, “Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir. Ancak, yüce ve cömert olan Rabb’inin varlığı bâkîdir.”69 buyrularak bu düşünce açıklanır. Tasavvufî düşüncede dünyanın fânîliğine sıkça vurgu yapılır.
Mevlânâ dünyanın fâniliğini, “uyuyan adamın gördüğü rüya” metaforuyla izah eder: “Bu âlem bir rüyadır. Zanna kapılma sen. Rüyada bir el kesilse bile zararı yok. Sen, gündüzün de uykudasın. Ey yiğit bil ki uykun da uyanıklığın da uyuyan adamın rüya içinde rüya görmesine benzer.
Bu adam kendisini uyumuyorum sanır. Ama bilmez ki ikinci uykudadır. İki kat uyku içindedir.” Mevlânâ, âhirete nisbetle dünyanın durumunu anlatmak için bu benzetmeyi yapmıştır. Bu dünyanın bir rüya kadar kısa ve geçici olduğunu düşünen Mevlânâ, rüyada elde edilen menfaatler ile başa gelen sıkıntıların geçici oluşundan hareketle bu dünyaya da aynı hükmü verir. Hulûsi Efendi Hazretleri de dünya ömrünü bir rüyaya benzetirken, maddî varlıklara güvenmemek gerektiğine işaret buyurur:
Bu bir yoldur köprübaşı üstünden
Her demde bin yahşi kem gelir geçer
Güvenme dünyânın varı yoğuna
Sabr eyle mihnet ü gam gelir geçer
Ömür dedikleri bir rüyâ gibi
Göz açıp yumunca dem gelir geçer
(Bu hayat bir yoldur, köprübaşı üstünde her an bin iyi ve kötü kişi gelir, geçer. Dünyanın varına yoğuna güvenme, sabret, sıkıntı ve dertler gelir, geçer. Ömür dedikleri rüya gibidir, göz açıp yumuncaya kadar gelir, geçer.)[14]
Ahmed Yesevî de dünyayı “şom” olarak nitelediği dizelerinde dünyanın geçiciliği hakkında, “Kötü dünyaya gönül bağlayıp ergin oldum. Eğlence ile vah yazık câhil oldum. Bu dünyanın geçiciliğini şimdi bildim, Ya Allah’ım! Affeyle günahımı.” der.
Bu dünya lezzeti bâkî değildir. Zevk müddeti, yel gibi geçer. Genç, ihtiyarlar ve yeni, eskir; kuvvetli çöker, kuvveti gider. Bu dünya, konup-göçmek için bir kervansaraydır. İnsan kervansaraya geçmek gitmek için iner. Kervanın başı kalkmış ve yolu tutarak uzaklaşmıştır.
Başı kalkmış olan kervan daha ne kadar gecikebilir? Anlaşılacağı üzere dünya, temelli kalınacak ve yerleşilecek bir yer değildir. Belli bir süre dinlenilip sonra yola devam edilecek bir kervansaraydır. Dünyanın kendisi bâkî olmadığı gibi sunduğu nimetler ve dünyadan alınacak zevkler de kalıcı değildir. O hâlde bir insanın bu fânî dünyaya gönül vermesi ve devamlı kalacakmış gibi tüm yatırımını bu dünyaya yapması gerçekten de şaşılacak bir durumdur.
İnsanın bu âleme gönderilmesi belli bir zaman dâhilindedir. Doğum ve ölüm süreci içerisinde insanı inişli-çıkışlı hadiseler takip eder. İnsan yaşadığı müddetçe dünyanın sıkıntılarından, kederinden, hüznünden kurtulamaz.
Ünlü şair ve edip Atabetü’l-Hakayık sahibi Edip Ahmet Yüknekî de dünya için şöyle söylemiştir: “Dünya insana bazen gülümser ve hemen kaş çatıp alın buruşturur. O, bir elinde bal tutarken diğer elinde ağı sunar. Önce baldan bir parça tattırarak ağzını sulandırır, sonra da kadehine zehir koyarak sunar. Eğer tatlının tadına baktın ise ardından acıya hazır ol. Çünkü rahat ve huzur birer birer gelirse, zahmet onar onar gelir. Ey içine hiç gam karışmamış sevinç uman kişi, bu dünya ne zaman ümit yeri olmuştur?”[15]
Hulûsi Efendi (k.s.)’de şöyle buyurur:
Îyş u nûşu hep hayâl bu âlemin
Bî-vefâ bir dehr-i pür-mâtem gönül[16]
(Ey gönül! Bu âlemin yiyip içmesi ve eğlencesi hep hayaldir. Bu âlem vefâsız, mâtem dolu bir dünyadır.)
Öyle ise karga gibi dünya leşine gönül vermeden, Ankâ misali yücelere kanat açmak gerekir. Bu âleme hikmet nazarıyla bakanlar dünyanın dönekliğini idrâk ederler. Bu vefâsız dünya için dostları üzmeye değmez. Bu geçici hayat bir gün son bulur, dünya da içindekiler de yok olur gider. Bâkî olan Allah’tır…
[1] 2/Bakara 201.
[2] 57/Hadîd 20.
[3] Müslim, Cennet, 55
[4] Tirmizi, Zühd, 44
[5] Esma Polat - Abdülmecit İslamoğlu, “17. yüzyıl Dîvânlarında Dünyanın Geçiciliğine Dair Nasihatler”, Turkish Studies, 13/9, 2018, ss. 213-238.
[6] Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, (Haz: Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, İstanbul, 2006, s.152.
[7] Nihat Öztoprak, 20. Yüzyıl Mutasavvıf Dîvân Şairi Seyyid Osman Hulûsî Efendi Dîvânı (İnceleme-Metin-Nesre Çeviri), Nasihat Yayınları, İstanbul, 2020, c. 2, s. 177.
[8] Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, s. 233.
[9] Adem Çatak, “Atebetü’l-Hakayık’ta Dünya Algısı”, Turkish Studies 7/4, 2012, ss.1177-1202, s. 1185-1186.
[10] Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, s.28.
[11] 3/Âl-i İmrân, 185
[12] Öztoprak, a.g.e., c. 4, s. 115.
[13] Öztoprak, a.g.e., c.4, s.195.
[14] Öztoprak, a.g.e., c.3, s. 365
[15] M. Felat Aktan- Fuat Biner, “Kemalpaşazâde’nin ‘Gelür Gider’ Redifli Gazelinin Şerhi”, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 11/23, 2019, ss.128-134.
[16] Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, s.172.
Musa TEKTAŞ
YazarOsmanlı eğitim hayatında, mektebe yeni gelecek çocuklar için Bismillâh ile ilk okuma anlamına gelen “Bed-i Besmele” ve “Âmin Alayları” tertiplemek yüzyıllarca devam eden kadim bir gelenekti. Tahsil ve...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Tasavvufta mârifet; kişinin kendini tanıyarak Rabb’ini tanıması, Allah dostlarına âşinâlık kazanması, hakîkat bilgisine erişmesi ve irfân meclislerine kavuşarak, âriflerin sırrına vâkıf olması şeklind...
Yazar: Musa TEKTAŞ
1. Gönül sevdâ-yı yârda her zamân bir kâra koymazlarMetâ-ı sûdu yok bîgâneyi pâzâra koymazlar2. Akıl bir müddeîdir kim erişmez aşka idrâkiVelî aşksız olan âkılleri bu kâra koymazlar3. Muhabbetden dem ...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
1.BeyitDostdan gayrı ki yok dünyaca hiç vârım benimOlmasın dünyâda andan özge bir yârım benim(Benim dosttan başka dünyada hiç kimsem yok, dünyada ondan başka bir sevgilim/ sevdiğim olmasın.)Öyle bir d...
Yazar: Resul KESENCELİ