Zemahşerî Meydan Okumaya Devam Ediyor
Mekke’de Kâbe’ye nâzır bir tepede bir adam çevresindekilere şöyle sesleniyor: “Ey Araplar, gelin dilinizi benden öğrenin!” Bu adam, 1074 tarihinde Türkmenistan’ın Zemahşer/Hârizm kentinde doğmuş Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî’den başkası değildi. Kendisi Arap asıllı olmamasına rağmen “Arap dilinin şeyhi”, unvânını kazanmış biriydi.
O, aynı zamanda “Fahr-i Hârizm”, “Allâme”, “Hâtemü’l-Mu’tezile”, “Şeyhü’l-Arabiyye”, “Asrın İmamı”, “Cârullah” gibi pek çok unvânın haklı olarak sahibi olan bir âlimdir. Doğup büyüdüğü Hârizm’in övüncüdür o, pek çok ilimde otorite bir allâme, mensûbu olmakla gurur duyduğu Mü’tezile mezhebinin mührü, kendisi Arap olmadığı hâlde Araplara, “Gelin dilinizi benden öğrenin.” diye meydan okuyacak kadar bu dilin bilgini olması hasebiyle Arap dilinin şeyhi, pek çok ilimde asrının olduğu kadar sonraki dönemlerin de imamı, en önemlisi de Mekke’de Kâbe’ye çok yakın bir medresede kaldığı ve ölümsüz eseri el-Keşşâf isimli tefsirini, iki sene kadar kısa bir zamanda orada yazdığı için de Cârullah/Allah’ın komşusu diye anılmayı hak etmiş bir âlim. Arap edebiyatında darb-ı mesellere konu olan edîp bir kişidir.
Zemahşerî, duâları makbûl sâliha bir anne ile müttakî bir babanın evlâdı olarak şimdiki Türkmenistan sınırları içerisinde bulunan Hârizm’de dünyaya geldi. Önce terzi kalfalığı ile hayata başladı, ardından yetmiş bir yıl sürecek ömrünü bereketlendirecek ilim yolculuğuna çıktı. Hârizm, Buhâra, Horasan, İsfehan, Bağdat, Şam, Mekke gibi pek çok ilim merkezine ziyaretler yaptı ve oralardaki pek çok üstazdan dersler aldı. Nihayet doğduğu yer olan Hârizm’de 1144’de vefât etti.
Talebe seçiminde ve icâzet verme hususunda çok titiz davranan Zemahşerî pek çok talebeye hocalık yaptı. Bugün onu takdir yahut eleştiri bâbında eserlerinde söz konusu eden pek çok âlim, onun eserlerinden istifâde eden pek çok kişi doğrudan yahut dolaylı olarak onun talebesi konumundadır.
Zemahşerî, bir dirâyet müfessiri olmasına rağmen rivâyet ilminde de ilerledi. Hatta doğup büyüdüğü Hârizm’e dışarıdan hadis kitapları getirtip insanları hadis ilmini öğrenmeye teşvik ederek o bölgede hadis ilminin ihyâsını gerçekleştiren kişi oldu.
Zehebî ve İbn Hacer hadis rivâyeti konusunda Zemahşerî’yi “sâlih” olarak nitelendirirler. Hadis kavramlarına dâir kaleme aldığı El-Fâik fî Ğarîbi’l-Hadîs bu ilme dâir önemli bir eseridir. Ru’ûsü’l-Mesâ’il adlı Fıkıh ilmine dâir eseri, Esâsü’l-Belâğa fi’l-Lüğa Arap diline dâir pek çok eserin başatıdır. Onun el-Keşşâf isimli tefsiri ise pek çok ilme dâir onun yetkinliğini gösteren örnek açıklamalarıyla bezenmiştir.
Gençliğinde üst düzey devlet adamlarıyla iyi geçinmeye çalışan, hatta onlara yaranmak için medhiyeler yazan Zemahşerî, 512/(1118) yılında şiddetli bir hastalığa yakalandı. Kibirli bir âlim iken 45 yaşlarında Nâhike ve Münzire dediği şiddetli bir hastalıktan sonra bu özelliğini terk edip mütevâzı bir ilim adamı oldu. Gerçekten de o amansız hastalığı onun için önemli bir uyarıcı oldu.
Çıktığı bir ilim yolculuğunda soğuktan ayağı donmuş yahut bineğinden düşmüş sonunda ayağı kesilmiş, kesik ayağı için tahtadan ayak taktırmıştır; belli olmasın diye uzun etek giyer, hırsızlık-eşkıyâlık gibi bir suçtan dolayı ayağı kesilmiş şeklinde olumsuz bir kanaat oluşmasın diye bir bilirkişi raporunu yanında taşırdı.
İlerleyen yaşlarında ayağının kesilmesi olayını küçük yaşta annesinin yaptığı bir bedduânın sonucu olduğunu tefsirinin başında şöyle anlatır: “Anamın bedduâsı. Küçükken bir serçeyi yakalamış, ayağına bir ip bağlayıp onunla oynuyordum.
Sonunda hayvan bir deliğe kaçtı, ipi çektim çektim, hayvanın ayağı kopuverdi, bu acıklı manzarayı gören annem, “Bu hayvanın ayağını kopardığın gibi Allah da senin ayağını koparsın.” deyiverdi. İleriki yaşlarımda ilim için Buhâra’ya giderken binekten düştüm, ayağım kırıldı, hekimler ayağımın kesilmesi gerektiğini söyleyip kestiler.”
O bu hatırası ile özellikle ana babanın, sözgelişi de olsa asla dillerini bedduâya alıştırmamaları gerektiğini hatırlatır. Zirâ mü’min hep hayır konuşan, hayır düşünüp hayır işleyen hayırların adamıdır. Ona şer de bedduâ da yakışmaz.
Yaşadığı dönemde Hârizm’de Türk nüfusun yoğun olması ve Mukaddimetü’l-Edeb adlı Hârizm Türkçesini tanıtan Türk dili hakkında yazılmış bir eseri olması sebebiyle kendisinin Türk asıllı olduğu söylenir. İtikadda Mutezilî, amelde Hanefî’dir. Ehl-i Beyt’e sevgisinden dolayı onu Şîî sayanlar da olmuştur.
Ancak o Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’den övgüyle söz eder, Hz. Osman’ın zühd ve takvâsından örnekler verir. İnşirâh Sûresi tefsirinde olduğu gibi Şia’yı eleştirmekten geri durmaz. Kapısında durduğu kimse, “Kim o?” dediğinde; “Kapıdaki, Ebu’l-Kâsım el-Mutezilî!” diye cevap vermekten çekinmezdi.
Zamâne çocuklarının hayırsız olduğundan şikâyet ederek evlenip çoluk çocuk sahibi olmadığını, evlâtlarının fikirleri ve eserleri olduğunu, şiirlerinde söyler. Tefsir, kırâat, Arap dili ve belâğatı, hadis, fıkıh başta olmak üzere çeşitli alanlarda altmış civarındaki eserinden kırk beşinin listesini Abdü’l-Fettâh Ebû Gudde verir.[1]
Bağdat’da hem ders verdi hem de Nizâmiye Medresesi müderrisi Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkî’nin derslerine katılıp altmış altı yaşında iken ondan icâzet aldı. Bu durum onun, beşikten mezara kadar ilim âşığı ve yolcusu olduğunun açık kanıtıdır. Ömer Nasuhi Bilmen’in ifadesiyle Zemahşerî, ilmindeki vüs'at, yazılarındaki belâgat, üslûbundaki azamet, fikrindeki metânet her türlü takdirin fevkindedir. Muhalled eserlerin sahibidir. Onun en önemli, en meşhûr eseri ise el-Keşşâf adlı tefsiridir.
Zemahşerî tefsirini Mekke’de Mekke Emîri Mutezilî İbn Vehhas’ın ısrarı üzere iki sene yedi ayda tamamlamış (Hicrî 516). Bu hususu açıklarken tefsirinin mukaddimesinde şunları söyler: “Ve 30 yıldan daha az bir zamanda tamamlanamayacağı düşünülen bu tefsir, Allah’ın tevfîki ve doğrultması sayesinde Ebû Bekr (r.a.)’ın hilâfet süresi kadar kısa bir sürede (2 sene 4 ay) tamamlandı. Bu tamamen, Allah’ın saygın Ev’inin mûcizelerinden bir mûcize ve tazime lâyık bu mekânın bereketlerinden benim üzerime akıtılan bir bereket idi.”
Tefsirinde dilin bütün imkânlarını kullanmasının yanında aklın ilkelerine de büyük önem vermiş, özellikle Kur’ân’daki tasvîr, temsîl ve mecazlarla ilgili anlam takdirlerinde son derece başarılı kabul edilmiştir. Tefsirinde şâhit olarak bin beyit civarında şiir kullanmıştır.
Tefsirde, Kur'ân'ın bir mûcize-i belâgat olduğunu isbata çalışmıştır. Tefsiri için kimileri “muhalled” eser, kimileri “Allah onu affetsin bâtıl eser” demiş. Kim ne derse desin Zemahşerî’nin tefsiri üzerine 150’den fazla şerh, hâşiye, ta’lik, şevâhid yazılmıştır. Zemahşerî ve tefsiri hakkında çeşitli dillerde yüzlerce tez yapılmış, makale yazılmıştır. Osmanlı medrese eğitiminde en son okutulan ders tefsir; bu derste tâkip edilen temel metinlerden biri de el-Keşşâf olmuştur.
Hikmeti mü’minin yitiği bilen Ehl-i Sünnet âlimleri, sühûletle esere yaklaşmış, ondan istifade etmesini bilmiştir. Bu da Ehl-i Sünnet’in ne kadar adâlet ve hakkâniyet ehli olduğunun açık göstergesidir. Zira Zemahşerî tefsirinin bu kadar şöhret bulması, Ehl-i Sünnet âlimlerinin ondan istifade etmesi ve eserlerinde ismini açıkça zikrederek ondan alıntılar yapmaları ile gerçekleşmiştir.
Zemahşerî, eseri hakkında yazdığı bir şiirinde şöyle der:
Dünyada sayısız tefsir var gerçi amma; hayatıma and içerim ki, yok içlerinde benim Keşşâf’ım gibisi.
Doğrunun peşinde isen okumalısın onu mutlaka. Çünkü bilgisizlik hastalık gibidir; Keşşâf’tadır şifâsı.
Bu eser, Türkı̇ye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları 2016’ da 6 cilt hâlinde metin ve tercümesiyle basmıştır.
Evet, büyük bir dil ustası, tefsir uzmanı, daha pek çok ilimde otorite olan Cârullah ez-Zemahşerî, dün olduğu gibi, bugün ve yarınlarda gündem olmaya, konuşulup tartışılmaya devam edecektir. Zira o, tefsiri başta olmak üzere geride bıraktığı ölümsüz eserleriyle meydan okumaya devam etmektedir. Ona Rahmet olsun!
[1] Ebû Ğudde Abdü’l-Fettâh, el-Ulemâü’l-Uzzâb, s, 77-79.
Ali AKPINAR
YazarMüslümanlar, Allah’ın kelimesini yüceltmek (i’lâ-yı kelimetu’llah), İlâhî mesajı tüm insanlığa ulaştırmak için tarih boyunca hiçbir engeli/sınırı bahane etmeden dünyanın dört bir yanına koşturmuşlardı...
Yazar: Ali AKPINAR
Hicret’ten önce orası Yesrib adında bir yerleşim yeriydi. Yesrib kelimesi, “fesat” anlamına gelen ‘serb’, yahut “kınama” anlamına gelen ‘tesrib’ kelimesini çağrıştırdığından dolayı bu isim Peygam...
Yazar: Ali AKPINAR
İnsanlık, dünya yaratıldığından beri iyinin ve kötünün mücâdelesine şâhittir. Allahu Teâlâ, insanı en mükemmel şekilde yaratmıştır; ancak insan, zaman zaman en aşağılık duruma düşme eğilimi sergilemek...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Ey nâzenîn sevdiğim ruhumun burağısınTürk’ün görklü kanadı gönlümün kısrağısınHayaline daldıkça ufuklar sonsuzlaşırSaadet sığınağı vuslatın otağısınKalemin ötelerden mânâlar devşirdiğiSeni sana yazdığ...
Şair: Ekrem KAFTAN