İntiharı Önlemede İnancın Rolü
İslâm; din, can, mal, akıl ve nesil güvenliğinin korunmasına büyük önem vermiştir. Bu beş temel değerin korunması, insana saygının bir gereğidir. İşte bu beş maslahattan birisi yaşama hakkıdır. İslâm dinine göre hayat kutsaldır ve her aşaması anlam yüklüdür.
Çünkü bu dünyadaki hayat, bir sonraki ebedî hayatın geçiş güzergâhıdır. Bu sebeple inancımızda bir tek masûm insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmeye ve bir hayatı kurtarmak da bütün insanlığı yaşatmaya denk tutulmuştur.[1]
Dinimize göre yaşama hakkı, insana ana rahmine düştüğü andan itibaren verilmiş temel bir hak olup, hiçbir insanın, Allah’ın verdiği canı almaya hakkı yoktur. Onun içindir ki, İslâm dinine göre intihar kesin bir şekilde yasaklanmış ve hangi şartta olursa olsun hiçbir şekilde izin verilmemiştir.
Hayatı da ölümü de yaratan Allah’tır. İnsanın dünyaya gelişi kendi elinde olmadığı gibi, ölümü de kendi elinde değildir. Dünyada “hayat” bize verilmiş kutsal bir emânet olup, onu muhâfaza etmek ve kulluk görevimizi yerine getirerek anlamlandırmak da temel gayemizdir.
Hayata yatırım yapmak, becerilerimizi geliştirmek ve hayatımızı yeniden anlamlı kılmak, hayatın sürdürülebilir oluşunu isbatlama noktasında önemli bir adımdır.[2] Bundan dolayı insanın yaşama hakkı elinden alınamaz. Zira cana kıymak haramdır.[3] İnsan kendi bedenini emânet olarak taşıdığından ve onun mâliki olmadığından kendi canını da sonlandıramaz. Şu âyetlerde ister insanın kendisi, isterse bir başkası tarafından hayatına son verilmesi yasaklanmıştır:
“…Kendinizi öldürmeyin!”[4]; “Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın!”[5] Bu âyetler, intiharın haram olduğuna delâlet etmektedir. Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen rivâyetlerde de intihar üzerinde durulmuştur. Nitekim onun tarafından; “ kendini bir dağın tepesinden atarak öldüren kimsenin cehennemde sürekli bir azap içinde olacağı, zehir içerek intihar eden kişinin cehennem ateşinde sonsuza kadar elindeki zehir kadehinden içerek azap çekeceği, kesici bir âletle kendisini öldürenin de cehennemde aynı yolla cezâlandırılıp acı çektirileceği” bildirmiştir.[6]
Bir başka rivâyette de: “...Kim kendisini bir şey ile öldürürse, cehennemde aynı şey ile azap edilecektir.”[7] buyrulmak sûretiyle insanın kendisini öldürmesi şiddetle yasaklanmıştır.
Her ne kadar intihar sebepleri arasında; toplumsal, ekonomik, kültürel, aile içi baskılar, korku ve ümitsizlik vb. gibi duygular sayılmış olsa da bütün bunlar, insanın hayatına son vermesini gerektirecek bir mazeret oluşturamaz. Buna halkı Müslüman ya da gayr-i Müslim olan ülkelerde canlı bomba olarak veya bomba yüklü araçlarla yapılan intihar eylemlerini de eklemek gerekir.
Adına ister istişhâd saldırıları denilsin, isterse canlı bomba adı verilsin, her türlü intihar eylemi İslâm’da haram kılınmıştır. İntihar saldırıları yalnızca hedefine koyduğu insanın ölümüyle yetinmiyor, aynı zamanda verdiği zâyiâtın büyüklüğüyle de medya üzerinden mesaj vermeyi, böylece toplumları esir almayı hedefliyor.
Bu sebeple pek çok insanın öldürülmesiyle sonuçlanan intihar saldırıları, kesinlikle İslâm dininin barışı esas alan felsefesiyle bağdaşmaz ve böyle bir yöntem, aslâ İslâmî bir mücâdele yöntemi de olamaz. İnsan hayatı kutsaldır ve korunmuştur.
Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek kadar büyük bir günah[8] olup, bile bile haksız yere bir mâsumu öldürmenin cezâsı cehennemde ebedî olarak kalmaktır.[9] Dolayısıyla İslâm, bir insanın kendi hayatını bile bile sonlandırmasını (intiharı) yasakladığı gibi[10], bile bile başkalarının canına kastetmeyi de en büyük günahlardan biri olarak görmüştür.[11]
Bu sebeple hiçbir kimse ne kendisi ve ne de başkasının bedeni ve canı üzerinde tasarruf yetkisine sahip değildir. Bu yetki sadece Yüce Allah’a aittir.
İnancımıza göre hayat bir imtihandan ibarettir. Yüce Allah, “Hangimizin daha güzel amel yapacağını (ölçmek için) imtihan eder.”[12] Kendisinin imtihan için dünyaya gönderildiğine inanan ve inancının gereği Allah’a güvenip dayanan insan ise, aslâ ümitsizliğe, karamsarlığa düşmez.
Sıkıntılara göğüs germek, acıya ve kedere karşı sabır göstermek, şartlar ne olursa olsun Allah’a olan inanç ve güvenini yitirmemek, Müslüman’ın temel karakteridir. Kur’ân-ı Kerim’de hayatta karşılaşılan sıkıntı ve problemlerin birer sınav aracı olduğu ve bunlara karşı sabır göstermenin iyi Müslümanın temel vasfı olduğu anlatılır.[13]
Onun için inançlı insanlar “canı koruma”nın dinî-insânî bir sorumluluk olduğunu bilir. Her Müslüman, şartlar ne kadar kötüleşirse kötüleşsin, yaşamayı seçmenin bir erdemlilik olduğuna inanır. İnsanlık tarihinde en ağır belâ ve musîbetlere marûz kalanlar peygamberler, sonra velîler, sonra da derecesine göre bunlara benzeyenler olmuştur.
İnsan en olumsuz şartlarda bile Mevlânâ’nın deyimiyle “kirpi” gibi olmalıdır. Nasıl ki bu canlılar kendilerine yönelik saldırılar karşısında korunma içgüdüsüyle harekete geçip top gibi yusyuvarlak olup ve dikenleriyle kendilerini korumaya çalışırlarsa, insan da başına gelen belâ, musibet ve istenmeyen olaylar karşısında yılmadan sabretmeli ve direnmelidir; irâde zâfiyeti göstermemelidir.
Her zorluğun arkasında bir kolaylık, her mağlûbiyetin arkasında bir zafer vardır, inancıyla hareket etmelidir. Yapılan araştırmalar, dinî bağlılıkları güçlü olan insanların, dindar olmayan ya da zayıf derecede dinî inanç taşıyan insanlara göre daha düşük intihar riskine sahip olduklarını göstermektedir.[14]
İntiharı önlemede dinî inancın rolü büyüktür. İslâmiyet, yalnızca insanın kendisi ve başkalarının canına kıymasını yasaklamakla kalmamış, ibâdetlere devam ve aşıladığı ümit duygusuyla insanın irâdesini güçlendirmekle hayatın zorluklarına karşı koyabilecek bir mücâdele azmi aşılamıştır.
Meselâ ibâdetlerin insan psikoloji üzerindeki sakinleştirici ve huzûr verici bir etkisi vardır. Başta namaz olmak üzere bütün ibâdetlerin bir kısmının cemâatle yapılmasının emredilmesi, bireylerin sosyalleşmesine, grup terapisi sonucu yalnızlık duygusundan kurtulmasına, kendi iç dünyası ve toplumla bütünleşmesine katkı sağlamaktadır.
Ayrıca Cuma ve bayram namazları, hac ve umre ibâdetleri bu bütünleşmenin ve sosyalleşmenin boyutlarını genişletmekte ve bireyi evrensel bir boyuta taşımaktadır. Bunlara ilave olarak, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın önemli bir unsuru olan zekât, sadaka ve infak gibi ibâdetlerle birlikte, akraba ziyaretlerinin yerine getirilmesi bireyi ruhsal ve sosyal açıdan desteklediği için güçlü irâde ve karakter gelişimine katkı sağlar. Dinî inanç ve ibâdetlerin bireylere sağladığı bu sosyal destek, onları yalnızlık ve terk edilmişlik duygusundan korur.
Yukarıda da değindiğimiz gibi, her ne şekilde olursa olsun İslâm dinine göre kişinin kendi canına kıyması haramdır. Aynı şekilde, yaşama ümidi kalmamış hastaların, şiddetli acı çeken ya da engelli doğmuş kimselerin ıstıraplarına son vermek amacıyla bir başkası eliyle hayatını sonlandırma mânâsına gelen aktif ötenazi de intihar kapsamındadır.
Mâide Sûresi’nin 32. âyetinden hareketle söylemek gerekirse, biz öldürmek için değil, yaşatmak için mezunuz. Ölümü gerçekleşmemiş bir hasta ne kadar iyileşme umudu tükense de hukûkî ehliyete sahiptir. Aleyhine ve lehine haklar terettüp eder. Kur’ân-ı Kerim’de adı ne olursa olsun intiharın her türlüsü yasaklanmıştır.[15]
Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.) de, acı ve sıkıntılardan dolayı ölümün temennî edilmesini doğru bulmamıştır.[16] Temennîsi bile yasak olan bir işi gerçekleştirmek elbette büyük bir cürüm olur. Bu sebeple İslâm’da acı çekmekte olan bir hastanın hayatını sonlandırmak anlamına gelen ötenazi yasak olduğu gibi, tedaviyi terk etmek anlamına gelen pasif ötenazi de yasaktır. Dolayısıyla, solunum cihazına bağlı hastanın yaşamı ne zamana kadar devam ederse etsin, fiş çekilmemelidir. Çıkmayan candan ümit kesilmez.
Sonuç olarak, intihar ve ötenazi gibi insanın, bedeni üzerinde yaşamını sonlandıracak tasarrufta bulunma hakkı ve yetkisi yoktur. Allah’ın emânet olarak verdiği cana kıymak câiz değildir. Çünkü bu, hem Allah’ın koyduğu sınırları çiğnemek hem de O’nun takdirine karşı isyan anlamına gelir. Her ne olursa olsun insan yaşamayı ve yaşatmayı seçmelidir.
[1] Bkz. 5/Mâide, 32.
[2] Bu konuda kapsamlı bir çalışma için bkz. Thomas E. Elli, Yaşamayı Seçmek (İntihar Düşüncesiyle Başa Çıkma), çev.M.Umur Koçak, Ankara 2007.
[3] Bkz. 17/İsrâ, 33.
[4] 4/Nisâ, 29.
[5] 2/Bakara, 195.
[6]Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 254, 309, 435,478, 488; IV, 33, 34, 135; Buhârî, “Cenâiz”, 84; Müslim, “İman”, 175.
[7] Bkz. Buhâri “Kitabu’l-İman” 159; Müslim “Kitabu’l-İman” 160
[8] Bkz. 5/Mâide, 106.
[9] 4/Nisâ, 93.
[10] Bkz.4/Nisâ, 29.
[11] 6/Enam 151; 25/Furkan 68
[12] 67/Mülk, 2.
[13] Bkz. 2/Bakara, 155-157; 22/Hac 35.
[14] Bkz. Özlem Güler Aydın, Yaşamı Sürdürmede Dinî İnancın Rolü, (B.D.T), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2011, s.60-61.
[15] Bkz. 4/Nisâ, 29; 7/En’âm, 151.
[16] Buharî Merdâ, 19.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarŞiâr, sözlükte, “bir şeyin kendisine özgü niteliklerine kılavuzluk eden alâmet, nişan, sembol, parola” anlamlarına gelir. Çoğulu, şeâir olup, bir şeye alem kılınan, bir şeyle alâmetlendirilen he...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
27 Ekim 1991 tarihinde Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından bağımsızlığını ilan eden Türkmenistan'ı ilk tanıyan ve Aşkabat'ta ilk Büyükelçilik açan ülke Türkiye'dir. Türkiye, kardeş ülke olarak...
Yazar: Kemal DEMİR
Rûh, sözlükte, “rüzgâr, koku, kuvvet, can, nefes, canlılık, öz”, mânâlarına gelir. Istılahta ise rûh, “insan bedeninde bulunan hayatın temeli, maddî olmayan yalın bir cevher, h...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Bu makalemizde tezkiye kavramı ve bu kavramın mâhiyeti üzerinde duracağız. Sözlükte tezkiye; “, temizlemek, geliştirmek, feyizlendirip büyütmek, arıtmak, temize çıkarmak” gibi anlamlara gelir.[1] Dinî...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ