Aşkın Anlamı
1.Beyit
Safâ ancak gönülde yâr için sevdâ-yı aşkdır hep
Devâ-yı derd ü gam âlemde bir sahbâ-yı aşkdır hep
(Gönül rahatı, iç huzûru sevgili için çekilen aşkın sevdâsındadır. Âlemde, çekilen dertlerin ve yaşanan hüzünlerin çaresi ise daima aşk/sevgili içindir.)
Aşk, sevdâ öyle ulvî bir kavramdır ki her şeyin üzerinde ve her şeyin içerisinde yerini alır. Âşık olan her an sevdiği ile birlikte olabilmeli, hayalini süsleyebilmeli, dilinde ve gönlünde O olmalıdır. O'nu anmak, O'nu hatırlamak kendisini dünyanın en bahtiyar insanı yapmalıdır.
Öyle ki sevdiğini andığında sevdiğinin de kendisini andığının bilincinde olmalıdır. Bu birliktelik ise huzûrların en yücesidir. Aslında bu durum Rad Sûresi’nin 28. âyetinin yansımasıdır. Bu âyette Cenâb-ı Hak; “…İyi bilininiz ki gönüller ancak Allah'ı anmakla mutmain olur.” buyurmaktadır.
Hazreti Ömer’in gerçek özgürlüğü kullukta buldum dediği gibi... Mevlânâ Celaleddin Rumî de, “Kul oldum, kul oldum, kul oldum... Her köle, hürriyete erince mesût ve bahtiyar olur. Ben Sana kulluğumla saadet ve sevinci buldum..." demektedir.
2.Beyit
Gönül bu âlem-i dehr içre sanma hâlî bir dil var
Ezel Mecnûn-ı zülf ü kâkül-i Leylâ-yı aşkdır hep
(Ey gönül bu dünya yaratıldığından beri âlemde boş bir gönül var sanma. Bütün gönüller ezelden beri aşk Leylâsının (sevdiğinin gönlünden geçmesine, bir kez isminin anılmasına saçının bir teline mecnûndur) saçlarının mecnûnudur.)
Âşıkın sevgilisinin gönlünde yer alması geçici bir durum değildir. Çünkü seven sevdiğini fizikî anlamda değil rûh olarak sever. Tenlerin öldüğü âlemde rûhlar bâkîdir ve tanışıklıkları ezelîdir. Yunus Emre'nin dediği gibi "Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez..."
Kays, Leylâ’ya olan aşkından “Mecnûn” diye anılır olmuş, “aklını saklayan” olmuş. Onca zaman kavuşamamış sevgilisine. Hep Leylâ’yı düşünmüş, gönlünde yaşatmış, rûhunda hissetmiş, anlamaya çalışmış, hissetmiş benliğinde onu... Ve o an gelmiş... Leylâ bulmuş Mecnûn’u çöllerde...
Onca yıldan sonra ilk kez bakıyorlarmış birbirlerinin yüzüne. Onca yıldır hayallerinde yaşattığı o yüz, şimdi yanındaymış. Mecnûn’un dudaklarından şu sözler dökülmüş: “Ben bensem sen kimsin? Sen sensen ben kimim?” Aslında sevdiği için kendisini unutmuş Mecnûn... Sevdiği kendisi, kendisi sevdiği olmuş...
3.Beyit
Gönül vaz gelme her dem secde-i mihrâb-ı ebrûdan
Nigârın vech-i mir’at-ı Hudâ ma’nâ-yı aşkdır hep
(Gönül, kaş mihrâbının secdesinden hiçbir zaman vazgeçme. Senin yüzün hem Allah’ın aynasının yüzü hem de aşkın anlamıdır.)
Mihrâb kelimesi “harb” ile aynı kökten gelmektedir. Aslında mihrâba, dünya ile insanın arasındaki savaşın verildiği kutsal mekân nazarıyla da bakabiliriz. Birinci mısrada anlatılan kavram ibâdet olduğundan dolaylı kulluktaki sürekliliğin önemine vurgu yapılmıştır.
Öyle ki Hz. Peygamber (s.a.v.) de ibâdetin az ama mütemâdî olanının makbûl olduğunu söylemiş, Allah’ın en sevdiği amel için ise “Az ama sürekli olanıdır.” buyurmuşlardır. Bu ise bizlere şunu göstermektedir. İbâdetlerin devamı, kulluğun bâkî olabilmesi için devamlı sûrette nefis ile mücâdele gerektirmektedir.
İkinci mısrada ise insanın yüzünün Allah’ın aynasının yüzü ve aşkın anlamı olduğundan bahsedilmiştir. Allah, sonsuz sıfatların sahibidir. Fakat insanda da bu sıfatların yansımaları mevcuttur. Bu yansımaların en mükemmel şekilde hayat bulduğu kişiler ise başta şüphesiz Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve diğer peygamberlerdir.
Bu yansımalar Allah’ın velî kullarında da görülür. Hakîkî anlamda aşkı onların hayatında, yaşayışlarında açık bir şekilde görebiliriz. Konumuzu bir tarihî olayla ifadeye çalışalım.
Seferde Manevî Hâl
Şemseddin Sivâsî Hazretleri, III. Mehmed Han tarafından davet edildi. Uzun müddet sohbette bulunurlar. Bu sohbette Şeyhülislâm Sâdeddin Efendi de hazır bulundu. Sohbet esnasında padişah, Şemseddin Sivâsî'ye; "Tarafımızdan sizi sefere davet etmek üzere gönderilen kapıcı başımız sizi yola çıkmak üzere hazır bulmuş. Hazırlıklı olduğunuza göre, bu işin sonunda ne olacağını bilirsiniz. O hâlde bizi müjde işaretinizle sevindirip, neticeden haber vermenizi isteriz." dedi.
Bunun üzerine Şemseddin Sivâsî; “Malûmunuz ola ki Eğri Zaferi biraz zahmet çektikten sonra müyesser olacak. Düşman yenik ve perişan olacaktır. Hatırınızı hoş tutunuz" müjdesini verir. Birkaç gün İstanbul'da kaldıktan sonra, padişah ve orduyla birlikte yola çıkıp, Eğri Kalesi önlerine ulaşırlar.
Kale kolay fethedilip, harab olan yerler tamir edilir. Ancak asıl düşman askerlerinin, kale yakınlarında bir başka yerde olduğu öğrenilince, ordugâh, düşmanın karşısına nakledilir. Rivâyet edilir ki, bu yedi yüz bin kişilik bir ordudur. İslâm ordusuyla küffar ordusu karşılaşır.
İslâm ordusunda bozgun ve firar baş gösterir. Padişah III. Mehmed Han, yerinden hareket etmeyip; "Ey Rabb’imiz! Üzerimize bol bol sabır ver. Ayaklarımıza kuvvet ve sebat ver, bizi kâfirler kavmi üzerine muzaffer kıl." mealindeki âyeti okur.
Hazine ve cephanelik düşman tarafından zapt edildi. Bu firar ve bozgun üzerine her şeyin bittiğini zanneden padişah, Şemseddin Sivâsî Hazretleri’ni çağırıp; "Söylediklerinizin tersi vâki oldu." deyince, Şemseddin Sivâsî; "Padişahım, söylediklerimiz doğrudur. Kâfirin hezimete uğramasına yarım saat kalmıştır. Şu anda bir kuvvet sahibi tasarruf için ortaya çıkmak üzeredir. Bu an fethin başlangıç anıdır. Hatırınızı hoş tutunuz." diye cevap verdi.
Sultan Mehmed, Peygamber Efendimiz’in hırkasına bürünür ve imdâd-ı ilâhî için yalvarır. Bu arada sağ cenah tamamen dağılır ve Haçlılar ordugâhı yağmalamaya başlar. Hatta cephane sandıklarının üstüne çıkarlar. Haçlılar çadırlara girerler ve askerimizde panik başlar.
Hoca Saadettin kargaşanın ortasına koşar. Geri hizmetlere bakan aşçı, yamak, deveci, katırcı takımını toplar ve haçlılara balta, kürek, kazma, tava, kepçe, kamçı, değnek öyle bir saldırırlar ki, bir anda kavganın seyri değişir. Nitekim Çağalazâde komutasındaki süvariler pusudan çıkar, hücûma geçerler.
Osmanlı’nın sağ kolunu bozan düşmanı bataklıklara sokarak helâk ederler. Haçlılar bu savaşta tam 50,000 seçme askerini kaybeder. Silahları ve hazineleri Osmanlıların eline geçer.[1]
4.Beyit
Gönül Tûr-ı tecellînin tesellîsindedir cânâ
Bulursan vâridatın Hak Yed-i Beyzâ- yı aşkdır hep
(Gönül, Tûr Dağında tecellî olanın sevincindedir, mutluluğundadır. Eğer Allah’ın hazinelerini bulursan aşk parlayan bir el (nur) olur.)
Bu beyitte Hz. Mûsâ’ya Allah tarafından verilen dokuz mucizeden ikisi üzerinde durulmuştur. Birinci mısrada bahsi geçen Tur Dağı, Hz. Mûsâ ile Cenâb-ı Allah’ın konuştuğu ve ona Tevrat’ın indirildiği yerdir. Hz. Mûsâ Allah tarafından Tevrat’ı alabilmek için 40 gün boyunca mânevî bir hazırlığa tâbi tutulmuştur.
Bunun sonucunda Hz. Mûsâ tayin edilen yere zamanında gelip; “Ya Rabbi! Bana Zâtını göster, bakayım sana.” talebinde bulunmuştur. Akabinde Allah’ın tecellîsi dağın üzerine dokunur dokunmaz, dağ un ufak olmuş ve Hz. Mûsâ bayılmıştır. İkinci beyitte ise “Yed-i Beyzâ” mucizesi nazara verilmiştir.
Yed-i Beyzâ beyaz el anlamına gelmektedir. Firavun, Hz. Mûsâ ile yarışmaları için büyücülerini görevlendirdiğinde Hz. Mûsâ ilkin asâsını yılana döndürmüştür. Bu mucizeden sonra ise elini koynuna sokup çıkarınca eli parlak bir şekilde bembeyaz bir hâl almıştır. Bu parlaklığın muhtelif kaynaklarda güneş gibi her yeri aydınlatacak kadar ışık saçtığı belirtilmektedir.
5.Beyit
Gönül sen küntü kenzin mahzenisin sırr-ı vahdetde
Derûn-ı lâ-mekânın lâne-i ankâ-yı aşkdır hep
(Gönül sen, birlik sırrının gizli hazinesinin mahzenisin, merkezisin, toplandığı yersin. Gönüle Allah’ı yerleştirmek için aşk ankâsı olmak (her şeyden çok Allah’ı sevmek) gerekir.)
Beyitte geçen “küntü kenz” gizli hazine anlamındadır. Sırrı vahdet ise Allah’ın birlik sırrıdır. Allah’ın birlik sırrı kâinatta iki şekilde tecellî etmiştir. Bunlardan ilki ehâdiyet ikincisi ise vâhidiyettir. Vâhidiyet Allah’ın umum kâinattaki birlik tecellîsidir.
Vâhidiyetle biz; varlıktaki, galaksilerdeki, uzay sistemlerindeki, gezegenlerdeki, dünyadaki bütünlüğe bakıp ve yaratılan bu düzenlere şahit olup “bir olan Allah’tan başkası bunları yaratamaz”ı düşünürüz. Ehâdiyet ise Allah’ın kâinat içindeki her bir varlıkta husûsi olarak görünen birlik tecellîsini ifade eder.
İnsandan hücreye, kalpten göze her bir cüzün aynı küllün parçası olduğunu düşünmek ise bizi ehâdiyete götürecektir. Zira mahzen gönüldür. Aşk ise gönül içerisinde öyle mukaddes bir mahzendedir ki o mahzen Allah’ın birlik sırrınca kuşatılmış ve korunmaya alınmıştır.
İkinci mısrada klâsik şiirdeki ankâ imgesiyle karşılaşmaktayız. Ankâ ölümsüzdür ve yuvası bilgi ağacındadır. Simurg olarak da adlandırılan bu kuş o kadar çok ilme sahip olmuştur ki tüm zamanların bilgisi onda toplanmıştır. Firdevsî'nin destansı eseri Şahnâme'de Ankâ en tanınmış hâlini almıştır.
Ankâ inanışına göre evi Kaf Dağı’dır. Türkçede ise “Tuğrul Kuşu” veya “Kerkes” olarak karşımıza çıkmaktadır. Kültürümüzde ise insanın kendisini aramasının, kendi iç âlemine yolculuğa çıkmasının sembolüdür. Bu sembolün kullanılması, önceki beyitlerde de insanın Allah’ın aynası olmasıyla, aşkın anlamı ile bağıntılıdır.
İkinci beyitte “aşk ankâsı” diyerek Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri aşkı yukarıda saydığımız özelliklere sahip olan Ankâ kuşuna benzetmiştir. “Lâ mekân” kavramı ise Allah için kullanılır. Çünkü mekândan münezzeh olan tek varlık Allah’tır. Derun-ı lâ mekân ise Allah’ın yanında olmaktır/kalbidir. İkinci mısrada anlatılmak istenen şey ise gönülde/kalbde Allah'ı bulundurabilmek için evvela aşk ankâsı olmak gerekliliğidir.
6.Beyit
Gönül tanıklık eyle yâr ile ünse refîkim ol
Garîb-i bî-kesim cân vâlih–i deryâ-yı aşkdır hep
(Gönlüm sevgili ile birlikte olmam için bana yoldaş ol, benim bu çaresiz garip canım aşk denizinin şaşkını olmuştur her zaman.)
Bu beyitteki ilk mısra, şehâdetin ilk ve temel noktasını ifade etmektedir. Sevgiliyle bir olmanın şâhitliğini göstermektedir. İkinci mısra ise tefekkür eden bir kalbin iniltilerini yansıtması açısından önemlidir. Bu ise bizlere sohbetlerde cazırdayan, inleyen semaveri, Pirin huzûrundaki dervişi/ihvânı hatırlatır.
Her şeyin geçici olduğu bu yalancı dünyada hakîkî sevgiyi, sahiplenmeyi, mutluluğu ifade eder. Dünya ile âhiretten birini tercih etme söz konusu olduğunda âhireti seçenler sonsuz mükâfatlara nâil olurlar. Ancak dünyayı seçenler bu âlemde zâhiren kazanıyor olsalar bile hakîkatte ellerine hiçbir şey geçmeyecek olan dilenciler hükmündedirler. Bu sebeple zâhire değil bâtına, görünüşe değil mânâya bakmak gerekir.
7.Beyit
Gönül hükmüne bende bu Hulûsi zâr u efgende
Garîk-i bahr-ı hayret bülbül-i gûyâ-yı aşkdır hep
(Bu inleyen efgân eden Hulûsi gönlün verdiği hükme köledir. O daima hayret denizine dalmış aşkın öten bülbülüdür.)
Hayret hem şaşkınlığı hem de hayranlığı bünyesinde barındıran bir kelimedir. Bu son mısrada; gönlünün verdiği her hüküm, söylemiş olduğu söz ve beyit ile aşk deryasının dili/bülbülü olduğunu göstermektedir. Gazelin redifi olan “hep” kelimesi ise kâinattaki sürekliliğe işaret etmektedir.
Yüce Yaratıcı’nın cömertliği süreklidir. İnsanın aldığı nefes, ibâdetler süreklidir. Zaman süreklidir. Yörüngeler ve dönüş hızları süreklidir. Kalbin atışı süreklidir… Ahsen-i takvîm olan insan da bâkî olan sevgiliye sürekli muhabbet hâlindedir, bu muhabbetin devamı ise O'nu sevenlerin sevgisi ve sevdiklerinin muhabbeti ile süreklilik kazanır.
[1]İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1972. ; Hoca Sadettin Efendi¸ Tâcu't-Tevârih¸ ( Çev; İsmet Parmaksızoğlu).
Resul KESENCELİ
Yazar1.Beyit:İki cihânın zübdesiyim cânibim cânân ileBen mekânıyım kânımın kânım bana mekân imiş(İki cihânın özüyüm, her ânım sevgili ile olmaktır, her yönümde sevgiliye yönelmektir. Kaynağımın mekân...
Yazar: Resul KESENCELİ
Çanakkale Savaşı kadını erkeği, yaşlısı genci ile milletimizin tüm fertleri ve tüm katmanlarıyla arzı endâm eylediği, omuz omuza verdiği bir kader, bir varlık yokluk mücâdelesi idi. Vaziyet böyle olun...
Yazar: İsmail ÇOLAK
BeyitKime arz-ı hâl edem sen var iken ey serv-i nâz Çâresiz derd-i dile sensin tabîb-i çâre-sâz (Ey servi boylu sevgili! Sen varken hâlimi kime arz edeyim. Çaresiz gönlümün derdine çare bulan tabip ya...
Yazar: Resul KESENCELİ
BeyitSaâdetdir o yârın uğruna cânı nisâr etmekKabâhatdır ana cân vermeyip de i’tizâr etmek(O sevgilinin uğruna can vermek âşık için mutluluk kaynağıdır. O sevgiliye can vermek yerine özür beyân etmek ...
Yazar: Resul KESENCELİ