Dinlerini Tahrif Edenler
Kur’ân-ı Kerim dindeki tahrîfât süreçlerinden bahsederken Ehl-i Kitab’tan örnekler vererek Müslümanları bu konuda uyarır. Yüce Allah Bakara Sûresi’nin 41. âyetinde İsrâiloğullarına “Âyetlerimizi az bir bedel karşılığında satmayın.” uyarısında bulunur.
Bu âyet sadece o günkü Yahudilere has olarak anlaşılamaz. Kim dininin prensiplerini dünyada elde edeceği bir takım menfaatler uğruna göz ardı eder ve onu rafa kaldırırsa bu âyette çirkin görülen zümreye dâhil olmuş olur.
Bu “az bedel” dünyadaki makam, mevki, şöhret, zenginlik veya her türlü menfaat olabilir. Tarihte İsrâiloğullarının yaptığı gibi bugün de birçok insan zengin olmak, itibar görmek ve iyi şartlarda yaşamak için dinin ilkelerinden yüz çevirebilmektedir.
“Dininizi az bir bedele satmayın.” âyetini esbâb-ı nüzûlünü de dikkate alarak “âlimler” bağlamında değerlendirecek olursak, âlimler eğer Yüce Allah’ın doğruluk ölçütünü bırakır ve kendi doğruluk ölçütlerine göre hareket ederlerse bu da onların âyetleri ucuza sattıklarını gösterir.
Hak ve Bâtıl
Devamındaki 42. âyete gelindiğinde Yüce Allah; “Gerçeği hakîkati olmayanla örtmeyin ve bilmekte olduğunuz hâlde gerçeği gizlemeyin.” buyurarak, dinin hakîkatlerini gizlemeyi yasaklamıştır. Buna göre demek ki Kur’ân’ın istediği âlim profili “bildiğini gizleyen” değil, “bildiğini paylaşan”dır.
Bu âyetlerin İsrâiloğulları âlimlerinin yaptıkları bir takım tahrifler ve hakîkati gizleme faaliyetleri üzerine indiğini düşünürsek Yüce Allah’ın bu âyetlerle Müslüman olan din âlimlerine de önemli bir mesaj verdiğini anlarız.
43.âyete gelindiğinde ise Kur’ân onlara; “Namazı gereği gibi dosdoğru kılıp zekâtı verin. Ve rükû edenlerle beraber rükû edin.” buyurarak onları namaz ve zekât ibadetine çağırır. Âyeti açıklayan müfessirlerimiz Yahudi din âlimlerinin namazlardaki “rüku”yu terk ederek ve zekât yerine faizi ikâme ederek bu iki husûsta dinlerinde bir tahrîbât yaptıklarını söylerler.
Yani buradan anlaşılıyor ki Yahudi âlimler ibadetlerin şeklini değiştirmeye cüret etmiş ve namazlardan “rükû”u çıkartmışlardır. Zekâtı terk edip faize dönmeleri de yine bu din adamları zümresinin fâsid içtihadıyla olmuştur.
Biz bu âyetten anlıyoruz ki namaz ve zekât gibi ibadetlerin dejenere edilme riski vardır. Faraza bugün bazı kadınların cenaze namazına katılmaları ve erkeklerle bir arada saf tutmaları namaz konusundaki çağdaş bir dejenerasyon girişimlerine örnektir. Kurban kesme yerine onun bedelinin fakirlere sadaka olarak ödenmesi şeklindeki görüş de buna bir misaldir.
İlim ve Amel
Kur’ân, İsrâiloğulları âlimlerine olan uyarısına 44. âyette şöyle devam ediyor: “Sizler kitabı okuduğunuz hâlde kendi kendilerinizi unutup da insanlara iyiliği mi emredersiniz? Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” Yunus Emre’nin; “Halka fetvâ verirsin, ya sen niçin tutmazsın/İlmin var amelin yok günahlara batarsın.” diyerek tefsir ettiği bu âyette ilim sahibi olduğu hâlde amel-i sâlih sahibi olmayan bir âlim tipinden bahsediliyor.
Bu son âyetten anladığımıza göre, önceki âyetlerde bahsedilen söz konusu dejenerasyonun sorumluları, bilen ama bildiğini hayatında uygulamayan yani amel yönünden zayıf oldukları hâlde âlim olarak tanınan ve bu yüzden de itibar gören kimselerdir. Bugünkü magazin ilahiyatçıları bunun en güzel örneğidir. Üzerinde durduğumuz bu âyetler tamamıyla bu ilâhiyatçılara uygun düşmektedir. İlk aktardığımız; “Âyetlerimizi az bir bedel karşılığında satmayın.” âyetindeki vasıf da bunlara uygundur.
Bilindiği gibi tarihte Hıristiyanlık hükümlerinden zamanla soyundurulmuş ve salt bir ahlâk dini hâline getirilmiştir. Aynı süreçler İslâm'a da uygulanmak istenmektedir. Maalesef ehil olmayan bazı kimseler İslâmî hükümlerin bir ucundan tutup kolunu bacağını kırma derdine düşmüştür. Cilbâb âyeti mi, örtünme âyeti mi, miras âyeti mi, faiz âyeti mi, ele almadıkları neredeyse hiçbir hüküm kalmamıştır.
Faraza hırsızın elinin kesilmesi ile ilgili hükümler âyetle sabit olduğu hâlde Batılılara şirin görünmek için veya daha başka sebeplerle yumuşatılmaya çalışılıyor. Hükümler tarihselci anlayışlarla âdetâ buharlaştırılmak isteniyor. Şahsen benim imânımı en çok kuvvetlendiren âyetlerden birisi hırsızın elini kesme ile ilgili olan âyettir. İslâm öyle mükemmel bir din ki hırsızı, hırsızlığın hayalini bile kuramayacak hâle getiriyor. Mal ve can emniyetinizi adam gibi koruyor.
Konjonktüre Takılanlar
Bir taraftan iyi veya kötü niyetlerle konjonktürel yorumların girdabına düşenler. Diğer taraftan ilim ehli ve takvâlı oldukları hâlde bozulmayı göremeyip o yapıyı koruma altına alanlar. Yani dinî hükümlerin bozulması karşısında hoşgörülü bir tavır sergileyenler. Oysaki bir itikât meselesidir. İtikâdın önemi kavranmazsa, yetişen itikâdı bozuk her kimse, hem kendi iman ve itikâdına hem de başkalarının imân ve itikâdına zarar verecektir.
Bilindiği gibi “İslâm” kelimesi “barış” anlamına da gelmektedir. Buna göre Müslüman; kendisiyle, çevresiyle, Rabb’iyle ve Rabb’inin düzeniyle, hükümleriyle barışık olan insandır. Rabb’iyle barışık olan Müslüman yeryüzünde bir güven kaynağı olduğu gibi adâletin de bir teminatıdır.
Müslüman, düşüncesinin temeline İslâm’ı oturtur ve onsuz hiçbir şeye anlam veremez. Onun İslâm’dan bağımsız düşünmek gibi bir düşüncesi veya tavrı olamaz. İslâm şeriatının güzel bulduğu şeyleri güzel, çirkin bulduğu şeyleri ise çirkin görür.
Cüneyd el-Bağdâdî ve Süfyân es-Sevrî gibi âlimlerin arkadaşlarından Ebû Ömer ez- Zeccâcî şöyle demiştir: “Câhiliye Dönemi’nde insanlar akıllarının ve tabîatlarının hoş gördüğü şeylere uyarlardı. Rasûlullah (s.a.v.) ise onları şeriata ve sünnete uymaya çağırdı. Sahih akıl, şeriatın güzel bulduğunu güzel bulan, çirkin gördüğünü ise çirkin gören akıldır.”
İslâm Bir Bütündür
Bu konuda merhûm Sabahattin Zaim Hoca’nın güzel bir tespiti vardır. Şöyle der: "Kavramlar çok önemlidir. Bugün İslâm dünyasındaki en önemli karmaşa mefhumlar hususundaki kargaşadır; bu da bilerek yapılmıştır. Meselâ, bugün ülkemizde yapılan İslâm aleyhtarı kampanyanın ortaya çıkarttığı, en başarılı sonuç, ‘İslâm’, mefhûmu ile ‘şeriat’ mefhûmunu birbirinden ayırmak olmuştur.
Adama sorarsınız, ‘Şeriata karşıyım; ama elhamdülillah, Müslümanım.’ der. İslâm ile şeriatın iç içe olduğunun farkında değildir. Çünkü kendisine, bu iki kavramı farklı şeyler gibi göstermişlerdir."[1]
Sebahattin Zaim Hoca’nın da ifâde ettiği gibi İslâm dini parçacı bir imânı kabul etmemektedir. Amel olmadan, ahlâk olmadan, şeriat olmadan İslâm’dan bahsetmek ancak dine yapılan bir tahrifat ile açıklanabilir. “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?”[2] âyetinden İslâm’ın bir bütün olduğu ve bir kısmının uygulanıp diğer kısmının bırakılamayacağı anlaşılır.
Allah’ın hükümleri bütün Müslümanlar için bağlayıcıdır. Bu konuda şu âyetleri hatırlamakta fayda vardır:
“Eğer bir şeyde çekişirseniz, eğer Allah'a ve âhiret gününe imân ediyorsanız, onu Allah'a ve Rasûl’üne götürün. Bu daha hayırlı ve netice bakımından daha güzeldir.”[3]
“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasûl’üne davet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir.”[4]
“Onlara ‘Allah'ın indirdiğine ve Rasûl’e gelin.’ denildiği zaman, münafıkların senden tam manasıyla yüz çevirdiklerini görürsün.”[5]
"Allah ve Rasûl’ü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûl’üne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[6]
“(Ey Habibim!) Sonra biz seni din hususunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin hevâ ve heveslerine uyma.”[7]
Sonuç
Sonuç itibari ile bu bir dizi âyet bizlere tarihteki Yahudi âlimlerinin din anlayışlarını ne şekilde tahrif ettiklerini göstermektedir. Müslümanlar da şâyet Ehl-i Kitab gibi dinlerini tahrif edip onu yozlaştırmak istemiyorlarsa, dinlerinin esaslarına inanma şartını yerine getirdikten sonra bu inançlara uygun işler yapmalıdırlar. Yani imânlarını “sâlih amel” ile süslemelidirler.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da örnek nesil Ehl-i Beyt’in ve ashâb-ı kirâmın pâk neslidir. Fakat ne yazıktır ki biz İslâm anlayışlarımızı oluştururken, o nesli örnek almaktan ziyâde bir sürü modern anlayışın etkisinde kalmaktan kendimizi kurtaramıyoruz.
[1] Prof. Dr. Sabahattin Zaim, İslâm Ekonomisinin Temelleri, s.20.
[2] 2/Bakara, 85.
[3] 4/Nisa, 59.
[4] 24/Nur, 51.
[5] Nisa, 61.
[6] 33/Ahzap, 36.
[7] 45/Casiye, 18.
Aydın BAŞAR
YazarN’ola tâcım gibi başımda götürsem dâimKadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-i RusûlünGül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidirBahtîyâ durma yüzün sür kademine o gülün1.Sultan Ahmed Han (1590-1617)“Bahtî” ve ...
Yazar: Vedat Ali TOK
İnsanlık, dünya yaratıldığından beri iyinin ve kötünün mücâdelesine şâhittir. Allahu Teâlâ, insanı en mükemmel şekilde yaratmıştır; ancak insan, zaman zaman en aşağılık duruma düşme eğilimi sergilemek...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Ergün Amca her gün yaptığı gibi ikindiye bir saat kadar evvel Üsküdar Yeni Camii avlusunda oturur ve camiye ziyaret için gelenlere caminin mimarî ve tarihî yapısı ile ilgili bilgiler verir. Kafasında ...
Yazar: Aydın BAŞAR
Bâdesi sabırdır, içer Ramazan,Hüsran otlarını biçer Ramazan,Nasıl birden arifeye varırız,Bir çırpıda gelir, geçer Ramazan...Susuzluğun yâdısın sen Ramazan,Terbiyenin adısın sen Ramazan,Sahur-iftar her...
Şair: Halil GÖKKAYA