Can Azerbaycan’ı Aydınlatan Kur’ân Nuru
Kur’ân-ı Kerim, bütün insanlığa hayat düsturu olarak gelmiş, Yüce Allah’ın son evrensel mesajıdır. O’nun Peygamberi de bütün insanlığa gelmiş son evrensel elçidir. Bu konu, âyetlerde şöyle ifade edilir:
“Ramazan ayı, ki onda Kur’ân, insanlara hidâyet rehberi, yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi.”[1]
“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez.”[2]
“Onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Onlar, daha önce, şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler. Onlardan başkalarına da -ki henüz onlara katılmamışlardır- Kitap ve hikmeti öğretmek üzere, peygamberi gönderen Allah'tır. O, güçlüdür, Hakim'dir.”[3]
“Böylece şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen toplanma günü ile uyarman için sana Arapça okunan bir Kitap vahyettik.”[4]
“And olsun ki Biz bu Kur’ân'da insanlara her türlü misali, belki öğüt alırlar diye, verdik.”[5]
“Doğrusu Biz, insanlar için Kitabı gerçekle sana indirdik.”[6]
“Ey insanlar! Rabb’inizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.”[7]
Yüce Yaratıcının bu evrensel mesajını insanlığa ulaştırmak için ilk dönemden itibaren Müslümanlar seferber olmuşlar, daha Peygamberimiz (s.a.v.)’in zamanında ve onun vefatından hemen sonra dünyanın dört bir yanına dağılmışlar, gidebilecekleri yerlere gitmişler, ulaştırabildikleri hemen herkese ilâhî mesajı ulaştırmaya gayret etmişlerdir.
Hz. Osman Dönemi’nde çoğaltılan Kur’ân Mushafları belli başlı merkezlere gönderilirken beraberlerinde Kur’ân’ı en güzel okuyup anlayan üstadlar/kârîler de o merkezlere gitmişler ve oraya yerleşerek Kur’ân’ın en doğru biçimde okunmasını ve anlaşılmasını sağlamışlardır.
Onlar, bulundukları bu merkezlerde birer Kur’ân Okulu olmuşlardır. Onların bu fedâkârâne gayretleri sayesinde İlâhî Kelâm, indiği gibi muhâfaza edilerek günümüze kadar gelmiş, onun en güzel bir şekilde okunup anlaşılması sağlanmıştır.
Onlar, Peygamberimiz’in Vedâ Hutbesi’ndeki, “Sözlerimi işitip belleyen ve başkalarına ulaştırana Allah rahmet etsin, yüzünü ak eylesin... Bu sözlerimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Sözlerimin ulaştırıldığı bazı kimseler, burada dinleyenlerden daha iyi anlayarak, daha iyi muhafaza edebilirler…” şeklindeki hitabını Peygamber (s.a.v.)’in ümmetine verdiği bir emir olarak algılamışlar ve bu emrin gereğini yerine getirmek için dünyanın dört bir yanına seferber olmuşlardır.
İşte bu bölgelerden biri de Azerbaycan’dır. Azerbaycan Hz. Ömer zamanında fethedildi (22/642). Hz. Osman, Erdebil merkez olmak üzere Azerbaycan’ın çeşitli şehirlerine asker yerleştirdi ve İslâmiyet’in yayılması için yoğun bir gayret gösterdi.
Hz. Ali’nin Azerbaycan Valisi Eş‘as b. Kays el-Kindî, Erdebil’de bir cami yaptırdı. Emevîler Devri’nde Azerbaycan Kafkaslar’daki fetih harekâtı için bir üs olarak kullanıldı. Abbâsîler zamanında bölge, başta Bâbek el-Hürremî tarafından başlatılanı olmak üzere tehlikeli isyanlara sahne oldu ve bu isyanlar güçlükle bastırılabildi.
İslâmî dönemde bölgedeki ticaret gelişti ve şehirler önemli birer ticaret merkezi hâline geldi. Abbâsî Devleti’nin zayıflaması sonucu Azerbaycan’da sırayla Şirvanşahlar (799-1656 yaklaşık sekiz asır), Sâcoğulları (879-930), Revvâdîler (X. yüzyılın başları-1071), Sellârîler (916-1090), Şeddâdîler (951-1075) ve Ahmedîlîler (1108-1227) gibi mahallî hânedanlıklar kuruldu…[8]
Azebaycan bu şekilde devam eden İslâm tarihi boyunca, dışarıdan gelen pek çok ilim adamını ağırladı, kendi içinden de nice ilim adamlarını yetiştirip İslâm’ın hizmetine sundu. Bu ilim adamlarının başında da Kur’ân’a hizmet edenler geldi. Onun düzgün bir şekilde okunması, anlaşılması, hayata taşınması için gayret eden ilim adamları. İşte onlardan bir kaçı:
Mevlânâ Nimetullah b. Mahmûd Nahcuvânî, Şeyh Avlân (Nahcivân-920/1514 Akşehir): El-Fütûhâtü'l-İlâhiyye adlı iki ciltlik tasavvufî tefsirin sahibidir. Müellifin Beyzâvî’nin Envârü’t-Tenzîl’ine bir hâşiye de yazmıştır. Başka eserleri de vardır. Nahcuvânî, eserlerinde, rüşvet karşılığı şer‘î hilelere başvurarak insanlara fetvâ veren ve dünyalık peşinde koşan fakihleri fâsıklıkla itham etmiş, Müslümanları bid’atlara ve bâtıl isteklere sevkeden, haramları helâl ve dinin emrettiği şeyleri haram kılarak şeyhlik iddiasında bulunan sahte şeyhleri de lânetlemiştir.
Tefsirine her sûreyi ve mesajlarını özetleyerek başlar. Âyetler arasındaki irtibata dikkat çeker. Zâhirî ve işârî/sûfî yorumları birleştirir. Tasavvufî bir neşve içerisinde kaleme aldığı tefsirinde vahdet-i vücûd nazariyesini sık sık gündeme getirir.[9] Tefsiri Ali İhsan Türcan tarafından Nahcivânî Tefsiri adıyla dilimize çevrilmiş ve beş cilt halinde Konya-Akşehir Belediyesi tarafından yayınlanmıştır. Bir örnek verecek olursak müfessir Fâtiha Sûresi tefsirini şu cümlelerle bağlar:
“Ey Allah’a ve O’nun Birliğine yönelen Muhammedî! (Hz. Muhammed (s.a.v.)’e mensup ve bağlı olan insan, sana gereken; Allah Azîmüşşan’ın yedi zâtî sıfatlarından yansıyıp inen, hem Mekke’de ve hem de Medine’de inişi ve Kur’ân’ın her bölümü öncesinde okunuşu tekrar edilmekle es-Seb’u’l-Mesânî diye isimlendirilen ve Kur’ân-ı Kerim’de bulunan bu Fâtiha Sûresi’ni ihtivâ edip kapsayan yedi deniz (Allah’ın yedi zâtî sıfatları) hakkında iyice düşünmendir. Bu yedi âyete münâsip olarak yedi semâ ve kâinatın temel varlıklarından olan yedi yıldız; bu yedi mânâ denizine uygun olarak var edilmiştir...”
Mir Muhammed Kerîm b. Mir Ca'fer el-Alevî el-Huseynî el-Mûsevî el-Baküvî (1270/1853 Bakü–1358/1939): 85 yaşında komünist rejim tarafından kurşuna dizilerek katledilmiştir. Şîî ve Sünnî kaynakları kullanarak Keşfü’l-Hakâyik an Nüketi’l-Âyât ve’d-Dekâyik adlı üç ciltlik tefsirini yazmıştır. Bâküvî, aynı zamanda Azerbaycan Türkçesi’nde Kur’ân-ı Kerîm’in ilk tercüme-tefsirini hazırlayan müfessirdir.
Keşfü’l-Hakâyık’ın yayınlanması İslâm dünyasında büyük yankı uyandırmıştır. Yazara Türkmenistan’dan, Tatarıstan’dan, Özbekistan’dan, Dağıstan’dan ve Gürcistan’dan kıymetli hediyeler gönderilmiş, İran Şahı tarafından “Şîr-ü Hûrşîd” madalyası taktim edilmiştir.
Bâküvî Rusya Müslümanları arasında da meşhur olmuştur. “Keşfü’l-Hakâyık”ın yayınlanmasından kısa süre sonra Rusya Müslümanları müfessiri tebrik etmek için çok sayıda telgraf göndermiştir. Eser Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’e gönderilerek onun da onayı alınmıştır.
Müellif tefsirin mukaddimesinde eseri kaleme alma sebebini şöyle açıklar: “İslâm dünyası bir zamanlar ilimde zirve noktasına ulaşmıştır. Zaman ilerledikçe Müslümanların Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet’ten uzaklaşmaları sonucunda ilim, Müslümanların elinden çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerim Arapça bir kitap olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’e nâzil olmuştur. Günümüzde ülkemizde yaşayan Müslümanların neredeyse yarıdan fazlası Arapça bilmemektedir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim’i okumak, O’nun emir ve yasaklarını iyice anlamak, itikâdî, fıkhî ve diğer alanlardaki hükümleri akletmek için, mukaddes kitabımızın kendi dilimize tercüme edilmesi elzem bir şart hâline gelmiştir.”
Azerbaycan Türkçesiyle yazılan eser, Ahmet Dolunay tarafından Gerçeğin Doğuşu-Alevî Kur’ân Tefsiri adıyla Türkiye Türkçesine aktarılmıştır. Bu isimlendirilme ile müellifin Müslümanları birleştirici hedefine aykırı bir tasarrufta bulunularak tefsir belli kesimin tefsiri gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
Zira yenilikçi bir rûha sahip olan ve halkı dâimâ ilme teşvik eden, bid’at ve hurâfelere, tefrika ve dinî yozlaşmaya savaş açan müellif, bu arada Müslümanların cehâlet ve rezâlete düşmelerinin sebebini Kur’ân’dan uzaklaşmaya bağladığı için tefsirini yazmaya başlamış ve 1323/1905 yılında tamamlamıştır.[10]
Bu eserinde yazdıklarıyla müellif, bazı Şîî kaynaklarda yer alan Kur’ân’ın tahrif iddialarını reddetmiş, sahâbeye dil uzatmaktan özenle kaçınmıştır. Allah’tan başka varlıklardan ve imamlardan yardım dilemenin şirk olduğunu dile getirmiş, dinin âşûrâ törenlerine indirgenmesine ve bu törenlerin camileri Mescid-i Dırâr/Zarar Mescidi’ne çevirmesine muhâlefet etmiştir.[11]
Muhammed Hasan Mevlâzâde Şekevî (1853 Şeki-1932 Tiflis): Azerbaycan Türkçesinde hazırladığı iki ciltlik Kur’ân tercüme ve tefsirinin adı Kitâbü’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân’dır. Müellif eserini kaleme alma sebebini mukaddimede şöyle açıklar:
“Din kardeşlerimin önünde acz ile itiraf ediyorum ki, nasîhatların en şereflisi ve kıssaların en faziletlisi Kelâmullâh-ı Şerîf’tir. Kur’ân-ı Şerîf’in Arapça olmasından dolayı Türk kardeşlerim onun zâhirî mânâsını derk etmekten âciz, ondaki îtikâda, ahlâka ve ahkâma dayalı Allah’ın emir ve nehiylerinden habersizdirler. Kur’ân-ı Şerîf’in zâhiri kolayca okunur, ama ondaki gizli anlamlar bilinmez. Bu sebeple istedim ki hemdinlerimin (dindaşlarımın) anlaması için Kur’ân-ı Şerîf’i tercüme edeyim.”[12]
Ahmed Hâşimzâde (Guba 1896- Guba 1979): Hâlen Azerbaycan dilinde Arap alfabesi ile yazma hâlinde bulunan 4 ciltlik tefsirinin adı Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm’dır. Müellif eserini Osmanlı Devleti’nde ve Cumhuriyet yıllarında en çok okunan iki matbû eseri; Ayntâbî’nin Tibyân’ını ve İsmâîl Ferrûh Efendi’nin Mevâkib’ini esas alarak Ehl-i Sünnet inancı doğrultusunda hazırlamıştır.
Müellif iki senede tamamladığı eserine şöyle başlar:
“Bu Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîmi’ş-Şân, ben Azerbaycan Respublikası Guba rayonu/ili dâhilinde olan Çiçi köy sâkini Hâşimzâde Ahmed İsrafiloğlu tarafından yazılmış ve cesâretle Kur’ân’ın 6666 âyetine bi-kadr-i kuvve çok aydın bir şekilde Arapçadan Türkçeye tercüme etmeği kendime şeref hesap ediyorum…” Tefsir müfessirin şu cümleleriyle sona erer: “Tefsîru’l- Kur’âni’l- Azîm eseri hakîr, fakîr ve çok kusûr sahibi Ahmet İsrafiloğlu Hâşimzâde tarafından hicrî 1382 senesinin Rabiu’l-Evvel ayında, insanoğlunun sebebiyet verdiği tahrîflerden uzak durarak büyük bir itinayla yazılıp tamamlanmıştır.”[13]
Sonuç olarak Hayat Kitabımız Kur’ân, Müslümanların yaşadığı her coğrafyada gündem olmaya ve yaşayanların gönül ve düşünce dünyalarını inşâ ve ihyâ etmeye devam etmektedir. Kur’ân’ın hikmet deryâsına dalıp hikmet pınarlarından gıdalanan ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in, “Kur’ân ehli, Allah’ın ailesi ve Allah’ın has kullarıdır.”[14] müjdesine mazhar olan Kur’ân ehline selam olsun!
[1] 2/Bakara, 185.
[2] 34/Sebe’, 28.
[3] 62/Cuma, 2-3.
[4] 42/Şûrâ, 7.
[5] 39/Zümer, 27.
[6] 39/Zümer, 41.
[7] 10/Yûnus, 57.
[8] Bkz. Ziya Musa Buniyatov, ‘Azerbaycan’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam AAnsiklopedisi (DİA), 4, 317-322.
[9] Bkz. Yaşar Kurt, ‘Ni‘Metullah b. Mahmûd’, DİA, 33, 132-133.
[10] Bkz. İsmail. Çalışkan, ‘Türkçe’de İlk Şiî Tefsir’, Cumhuriyet Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, V/1, Sivas 2001, s. 217-222.
[11] Bkz. Ahmet Bedir, ‘Bâküvî’, DİA, EK-1, 164-165.
[12] Bkz. Murad Aghayev, ‘20. Yüzyıl Tefsirlerinde Aile Hayatı Konusunda Yaklaşımlar (Bâküvî, Şekevî, Tabâtabâî Özelinde)’, NEÜ. SBE. Yüksek Lisans Tezi. Konya, 2020.
[13] Roya Kazımova, ‘Azerbaycanlı Müfessir Ahmed Hâşimzâde’nin Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm İsimli Eserinde Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi’, BUÜ. SBE. Doktora Tezi, Bursa, 2022.
[14] İbn Mâce, Mukaddime, 16.
Ali AKPINAR
YazarDoğduk ölmek için, ölürüz dirilmek için. Dirileceğiz hesaba çekilmek için. Hiçbir şey boşuna ve anlamsız değil. Güneş batar, yeniden doğmak için. Bu yüzden doğmak için batan güneşe, batışı zor gelmez....
Yazar: Ali AKPINAR
Ak yıldızlar ağlar gibi dizildi,Günler Kara/bağlar gibi dizildi,Nice şehit dağlar gibi dizildi,Yere düşen çiçek çiçek candı oy!Dârü’l İslam ateşlerde yandı oy!Zalim fırtınalı, boralı şimdi;Canlar, can...
Şair: Bestami YAZGAN
Gönül dünyası, insanı şekillendiren merkezdir. İnsanın iyi-güzel olması öncelikle gönlünün iyi-güzel olmasıyla mümkündür. Aynı şekilde bugün özlemini çektiğimiz toplumsal birlik ve beraberliğin gerçek...
Yazar: Ali AKPINAR
Sovyetlerin çöküşüyle bağımsızlığını kazanan Azerbaycan'ı ilk tanıyan ülke Türkiye olmuştur. İki ülke arasındaki ilişkiler, tarihî bir dostluk ve kardeşlik bağı içerisinde şekillenmiştir. Bağımsızlığı...
Yazar: Kemal DEMİR