Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî
Seyyid Yahyâ-Yı Şirvânî (ö. 870/1466)
Azerbaycan’ın Şamahı kentinde doğan Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin tam adı; es-Seyyid Cemâleddîn Yahyâ bin es-Seyyid Bahâeddîn eş-Şirvânî eş-Şamahî el-Bakuvî’dir. İmam Mûsâ Kâzım soyuna mensup olup Hüseynîlerden gelen bir Seyyid’dir.
Bu sebeple nutk-ı şeriflerinde “Seyyid” mahlasını kullanmıştır. Babası Seyyid Bahâeddîn, Şirvan şahlarının nakîbu’l-eşrâf olarak gördüğü ticaret ve ekincilikle uğraşan bir isimdir. İyi bir medrese tahsili gören Seyyid Yahyâ, kelâm, fıkıh, hadis, tefsir, akâid, belâgat ve hitâbet dersleri almış, Türkçe, Farsça ve Arapça manzûm ve mensûr eserler yazmıştır.[1]
Halvetiyye Tarîkatı’nın pîri Ömer el-Halvetî’nin yetiştirdiği Seyfeddin, Zahîrüddin, Bâyezîd-i Pûrânî ve Ahî Mîrem isimli dört halîfesi bulunmaktadır. Bu halîfelerinden Ahî Mîrem’den sonra gelen Hacı İzzeddin et-Türkmânî ve Sadreddîn-i Hiyâvî vasıtasıyla devam eden tarîkatın silsilesi Halvetiyye’nin ikinci pîri kabul edilen Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’ye (ö. 870/1466) ulaşmaktadır. [2]
Seyyid, çocukluğunda bir gün annesiyle birlikte bir yere giderlerken yolda bir anda bir zât zuhur edip Seyyid’in eline yapışır. Annesinin gözü önünde onu havaya kaldırıp bir anda gözden kaybolur. Annesi o şaşkınlık içinde bulunduğu yerden bir yere ayrılmaz ve akşama kadar oracıkta bekler. Karanlık basınca üzgün bir hâlde evine döner. Bir de bakar ki Seyyid yanında oturmaktadır. Yine şaşırmış bir hâlde Seyyid’e sorar:
- Hay oğul, sen nerelerde idin, nereye gittin?
Seyyid:
- Vallâhi o zât benim elimden tutar tutmaz kendimi havalanmış buldum. Sonra gözlerimi açtığımda kendimi ümmetin seçkini ve sâdâtın büyüklerinin hazır olduğu, ortasında bir şamdan gibi etrafa mânevî nur saçan zâta doğru beni de ortalarına alarak gittiler. Bana iltifatlar ve hayır duâlarda bulunduktan sonra, içlerinden biri ayağa kalkarak, ortada oturan, etrafa nurlar saçan o nûrânî zâta seslenerek;
- Sultanım, bu çocuğu bana emânet eyleyin, diye rica etmesi üzerine, beni o zâta teslim ettiler. O zât da bana dönüp;
- Haydi! Seni bekleyen vâlidenin yanına git. Zamanı geldiğinde ben seni gelir bulurum, dedi. Ben de bir anda kendimi burada yanında buldum, der.[3]
Gerçekleşen bu anlatılardan da anlaşılacağı üzere Seyyid Yahyâ, daha çocuk denecek yaşlarda bilgiye teşne olup irfân ehline büyük bir muhabbet besleyen bir şahsiyetti. Her fırsatta seyr ü sülûkunu çıkarıp velâyet ehli arasına karışmak arzusundaydı.
Şeyh Sadreddîn’e intisâbıyla ilgili vesile ve gördüğü mânâ son derece ibretliktir. Seyyid Yahyâ gençliğinde, çok küçük yaşlarından itibaren şerîat ilimlerini ve tarîkat sırlarına âşinâ idi. Kendisi şeyhlere ve tarîkatlara büyük sevgi beslerdi. Bu sebeple bize de sülûk etmek ve tarîkat nasip olsa diye niyâz edip gece gündüz duâ ederdi. Bu hâli sebebiyle velâyet ehli ona yardıma koşmuşlardı.[4]
Seyyid Yahyâ, şeyhi Sadreddîn ile daha çocuk denecek yaşlarında tanışmıştır. Şeyhine intisabı yaşadığı bazı olağanüstü hâllere ve bir rüyaya dayanmaktadır.[5]
Seyyid Yahyâ bir gün kendi akranıyla sokakta top ile cevgân oyunu oynamaktayken, oradan Şeyh Pirzâde-i Şirvânî Hazretleri geçmekte idi. O sırada değnekle vurulan top havalandı ve gelip Pirzâde’nin önüne düştü. Topun ardını bırakmayıp koşmakta olan Seyyid Yahyâ, Pîrzâde’yi görünce durup onun önünden geçmekten teddüb etti. Yol kenarında durup Pirzâde’ye hürmetle selâm verdi. Seyyid’in bu davranışı Pirzâde’ye hoş gelip ona duâ ettikten sonra, dervişlerine dönerek;
- Gelin siz ‘âmin’ deyin, ben de duâ edeyim. Allah bu sülâleyi, Seyyid-i Âlem (s.a.v.)’e ve esrâr-ı Murtazâvî’ye lâyık kılsın. Ecdâdı gibi velâyet ehlinden olsun, diye buyurdular. Sonra duâsını tamamladı. Hudâ’nın izni ve hikmetiyle duâ kabul olunarak Seyyid’in gönlüne bir ateş düşüp Pirzâde’nin evine gitti. Yanından ayrıldığında Seyyid, sevinçli ve gönlü huzur dolu olarak evine döndü. Gece uykuya vardığında, rüyasında Hazret-i Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’i gördü. Efendimiz kendisine nasîhatlerde bulunup Şeyh Sadreddin’i gösterip;
- Bu senin mânevî babandır. Bunun yanına git ki, ondaki esrar bizim rûhâniyetimizin sırrındandır. Cehrî tarîkat üzerine olup bu ise senin cedd-i şerîfin Murtazâ’nın yoludur. Hakîkatte Sadreddîn Hayderî’dir, dedi ve onu Şeyh Sadreddîn’e teslim etti. Sabahleyin Seyyid uyandığında, Pirzâde’ye bir şey söylemeden birlikte Şeyh Sadreddin’in huzuruna çıktılar. Varır varmaz Şeyh Sadreddîn Hazretleri Seyyid’e;
- Rasûlullah’ın “Mânevî babandır!’ diye tembih ettikleri kişiye benziyor muyuz, bak bakalım!” diye sorunca, Seyyid ağlayarak, şeyhin ellerini öpüp kendisine biat etti. O ulu gönüllü şeyhin huzurunda zevk ile hizmet edip sülûk çıkaracağı günler başlamıştı.[6]
Buna göre Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin intisap ettiği şeyhi Şamahı’daki tekkesinde faaliyetlerini yürüten Şeyh Sadreddîn-i Hiyâvî’dir.[7] Şeyhi Sadreddîn’in irtihaline kadar şeyhinin hizmetinde bulunan Seyyid Yahyâ, şeyhinin irtihâlinden sonra tarîkat irşâtirşât hizmetini deruhte etti.
Şeyhi Sadreddîn’in vefatından önce, dervişlerini huzuruna toplayıp kendisinden sonra Seyyid’e biat etmelerini istedi ve onlar da biat ettirdiler. Vefatından sonra Pîrzâde Şeyh Sadreddîn’in damadı, halîfesi idi fakat kendisine post sırrı verilmediği hâlde seccâdeye tâlip oldu.
Bunun üzerine, Seyyid’le aralarında bir anlaşmazlık çıktı. Şeyh’in kıdemli derviş ve halîfelerinden büyük bir kısmı Pîrzâde’nin yanında yer aldı. Pîrzâde pîş-kadem olmakla birlikte dervîşânın gönlü Seyyid Yahyâ’da idi. Şeyh Sadreddîn’in zâviyesinde Pîrzâde postnişîn olarak kaldı.
Esasen Şeyh Sadreddîn’in yedindeki post ve zât sırrı Seyyid Yahyâ’ya geçmişti. Seyyid, şeyhinden kendisine intikâl eden zât sırrının sahibi olarak postunu önce Şamahı’ya, daha sonra Bakü şehrine serdi ve burada tarîkatını neşretti.[8]
Mürşîdi Şeyh Sadreddîn-i Hiyâvî’nin vefat ettiği 1420 yılında Şirvanşahlar Devleti’nin sultanı Halîlullah Han’ın daveti üzerine devletin başşehri Bakü’ye hicret eder. Saray yakınındaki Keykubad Mescidi’nde irşât hizmetine başlar. Riyâzete çok önem verdiği, yaz aylarında sahrâya çıkarak halvet ve ibâdetle meşgul olduğu, savm-ı visâl yaparak on beş günde bir iftar ettiği rivâyet edilmektedir. O dönemde Azerbaycan çevresinde yayılan Bâtınîlik tehlikesine karşı Ehl-i Sünnet itikâdını ısrarla savunmuştur.[9]
Seyyid Yahyâ ile Şirvan şâhı Halîlullah arasında sıkı bir dostluk vardı. Şirvan Şâhı Halîlullah’ın desteğiyle Seyyid Yahyâ Halvetîliğin ilk âsitânesini saray yakınında bulunan Keykubad Mescidi bitişiğinde kurdu. 821/1418’de şâh olan Halîlullah Han kırk yedi sene saltanatta kaldı.
Kendisi derviş gönüllü bir zât idi. Şirvan/Bakü onun uzun süren hükümranlık döneminde en refah zamanını yaşadı. Seyyid Yahyâ’nın adâlet ve fazîletini övdüğü Şirvan Hanı Halîlullah, ülkesini imar edip halkının huzur ve refah içinde yaşamasına çalıştı.
Bakü’nün maddî ve mânevî açıdan imar ve inşasında Seyyid Yahyâ’nın katkısını önemsedi. Seyyid Yahyâ’nın yetiştirdiği dervişleriyle Taşlı Kal’a’dan cihâna bir aşk medeniyeti yayıldı. Şirvan Han ile Seyyid Yahyâ arasındaki bu karşılıklı sevgi Seyyid Yahyâ’nın bizzat kendi beyanıyla teyit edildi. Seyyid Yahyâ, kendisine uzun ömür için duâ edenlere; “Siz Halîlullah Han’a duâ edin! Zira benim ömrüm onunkine bağlıdır.” diyerek Halîlullah ile alâkasına işaret etti.[10]
Bakü’de icrâ eylediği kırk yıllık irşât hizmetinden ve Halîlullah Han’dan dokuz ay sonra Seyyid Yahyâ, 870/1466 yılının Ramazan ayında Bakü’de vefat etti. Kabri hâlihazırda Keykubad Mescidi’nin kıble tarafındaki türbededir. [11] Vefatları zamanında Kara Halîl Şirvan şâhı, Sultan Hüseyn-i Baykara Horasan şâhı ve Fatih Sultan Mehmed Osmanlı hükümdârıdır.[12]
Seyyid Yahyâ’nın üç çocuğu bulunmaktadır. Büyük oğlu Fethullah babasından sonra bir sene kadar dergâhta şeyhlik yapmıştır. Diğer oğlu Emir Gülle’dir. Küçük oğlu Nasrullah Şirvânî ise Kırım Hanı’nın daveti üzerine Kırım’a gitmiş, burada kendisine tahsis edilen tekkede şeyhlik ve nakîbu’l-eşrâflık yapmıştır.[13]
Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî, yazmış olduğu eserleriyle erkânın ana kâidelerini belirlemiş ve halîfelerini geniş bir coğrafyaya göndererek insanların irşadını kolaylaştırmış; eserleriyle tasavvuf tarihinde önemli izler bırakmıştır. Onun yirmiye yakın eseri, bugünün mânâ yolcularını bile irşât etmeye devam etmektedir.
O bu eserlerinde genel olarak ehlullah yolunun, özel olarak da Halvetiyye’nin âdâb, erkân ve sülük tarzını nezih bir üslûp ve terkiple ortaya koymaktadır. Medrese tahsilinin verdiği yetkinlikle anadili Türkçenin yanında Arapça ve Farsça manzûm ve mensûr eserler kaleme almıştır.
Seyyid Yahyâ’nın Farsça yazdığı eserlerinin çoğu manzûm şeklindedir. Bunlar genellikle mesnevî, kasîde ve aralarına serpiştirilen gazellerden oluşan irşâdî şiirlerdir.[14]
Tertip ettiği Vird-i Settâr’ı bütün Halvetiyye müntesipleri tarafından düzenli okunan bir vird kitabıdır ve birçok şerhi bulunmaktadır. Seyyid Yahyâ, Vird-i Settâr’ın okunuşuyla ilgili usullerini bizzat kendisi belirlemiştir.[15]
Seyyid Yahyâ’nın anadili Türkçe ile yazdığı tek eseri Şifâü’l-Esrâr isimli çalışmasıdır. Diğer eserlerine göre en hacimli eser budur. “Şifâ” tasavvuf sâlikinin hâl ve makamlarını, şeyhin ve müridin özelliklerini, ibâdet ve tâatlerin iç mânâlarını izah etmektedir.[16]
Keşfu’l-Kulûb ve Esrârü’t-Tâlibîn isimli eseri Seyyid mahlaslı Farsça nutk-ı şerifidir. Farsça dört bölümden müteşekkil olup akıl, kalp, rûh ve nefis ile seyr ü sülûk konusunu ele almaktadır.
Seyyid Yahyâ, eserlerinden Mi’yâr-ı Tarîkat isimli çalışmasını Arapça olarak kaleme almıştır. Bu eser erkânın ana kâidelerini belirlemesi açısından çok önemli bir eserdir. Eser ilk defa Ömer Fuâdî tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Bu arada Şeyh Karabaş-ı Velî’ye gelinceye kadar Fuâdî’nin yaptığı tercümeden istifâde edildiği anlaşılmaktadır.
Ömer Fuâdî’den sonra yine aynı silsileye mensûp Şeyh Ali Atvel, Karabaş-ı Velî sohbetlerinde Mi’yâr-ı Tarîkat’ı şerh etmiş ve bu şerh Arapça olarak muhtasaran kaydedilmiştir. Bilâhare bu Arapça Mi’yâr, Şeyh Ali Atvel’in emriyle dervişlerinden Nureddîn Efendi tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.[17] Ömer Fuâdî Hazretleri bir nutk-ı şeriflerinde Mi’yâr’ın ehemmiyetini vurgular:
Hak yolunda âşık olup inleyen
Gelsin Şâbân Efendi’nin yoluna
Hakk’ın dîdârını görmek dileyen
Girsin Şâbân Efendi’nin yoluna
Cennet yolu şerîatle bulunur
Hakk’ın yolu tarîkatle bulunur
Vuslat yolu hakîkatle bulunur
Girsin Şâbân Efendi’nin yoluna
Erkâna girenler gâfıl girmesin
Allâh’ın zikrinden hâlî durmasın
Hak’dan gayrılara gönül vermesin
Girsin Şâbân Efendi’nin yoluna
Kemâl isteyenler yolda sâdıkdır
Cemâl isteyenler Hakk’a ‘âşıkdır
Her kimse kim tarîkate lâyıkdır
Girsin Şâbân Efendi’nin yoluna
Dervîş Ömer Hakk’ı cândan sevenler
Tecellî âlemin görsem diyenler
Erenler yoluna girsem diyenler
Girsin Şâbân Efendi’nin yoluna. [18]
Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin yirmi kadar eseri bulunmaktadır. Telif ettiği bu eserlerinde Halvetiyye Tarîkatı’nın âdâbını, halvet usulünü, esmâ ile sülûke dair yaklaşımlarını ortaya koymaktadır.[19] Seyyid Yahyâ’nın diğer eserinden bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
Acâibu’l-Kulûb
Etvâru’l-Kulûb
Beyânü’1-Ilm Keşfü’l-Kulûb
Menâzilu’1-Âşıkîn
Makâmât
Rumûzu’l-İşarât (Te’vîlü ve Tefsîru Ihdine’s-Sırâta’l-Müstakîm)
Şerhu Merâtibi Esrâri’l-Kulûb (Heft Vâdî)
Tasarrufât u Mükâşefât
Şerh-i Suâlât-ı Gülşen-i Râz
Mâ-lâ-Budde Bâtıniyye (Esrâru 1-Vudû’ ve’s-Salât)
Menâkıb-ı Emîru’l-Mü’minîn Ali (k.v.)
Gazeliyyât
Risâle fi Salâti’n-Nebî Mekârim-i Ahlâk Şifâu’l-Esrâr. [20]
Halvetiyye Tarîkatı’nın bazı usulleri Seyyid Yahyâ tarafından yeniden tesbit ve tayin edildiği için Seyyid Yahyâ erkân içinde “ikinci Pîr” kabul edilmiştir. Halvetiyye ekolü Zâhidiyye Tarîkatı’nın iki önemli kolundan biri idi. Zâhidiyye Tarîkatı’nın pîri Zâhid-i Gilânî ilk defa seyr ü sülûk esmâsını yediye çıkarıp bunları; kelime-i tevhîd, Allah, Hû, Hak, Hay, Kayyûm ve Kahhâr şeklinde uygulamıştı. Zâhidiyye’nin temel kâidelerini belirlemişti. Zâhidiyye ve Halvetiyye’nin tarihî gelişimi sürecinde Seyyid Yahyâ bu yedi esmâya hilâfet esmâlarını da ilâve ederek on iki esmâya çıkardı.[21]
Halvetiyye devrânı onun zamanında şekillenmiş, zikir ve devrân usulü bazı ilâvelerle günümüze kadar gelmiştir. Bu ve benzeri yaptığı yeniliklerle müceddid bir pîr olarak karşımıza çıkan Seyyid Yahyâ’nın Anadolu sûfîliği açısından son derece önemli bir kişi olduğu aşikârdır.[22]
Yahyâ-yı Şirvânî bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştur:
- Tasavvuf yoluna ulaşmak için şu üç merhaleyi aşmak gerekir: Tecevvü (açlık), tefekkür ve tahayyür (hayret hâli).[23]
Bir sâlik eğer açlık, riyâzet ve mücâhedeye riâyet etmezse âlem-i fakra ayak basamaz, çünkü o âlem kime müyesser olursa o kişi mânevî mertebeleri kat edip aşabilir. Kişinin tenezzülü veya mertebelerinin yükselmesi onunla belli olur. Kezâ eşyanın hakîkati onunla keşfolunur.
Yine kalbini Hakk’ın mülk edilmesi bununla gerçekleşir. Bundan sonra ise “Rabb’im, hayretimi arttır!” fehvâsınca olur. Sâlik ulaştığı bu makamdaki sırları kendi rûhundan bile sakınır. Rûh da kavuştuğu hâllerini nefisten sakınır. Kısacası o âlemde meydana gelen zevkleri, sâlik iki gözünden dahi sakınır ve bu hâlleri kimseye söyleyemez hâle gelir. Sâlik bu hâli hiç kimseye açıklayamaz, zira bu harfle veya sözle açıklanabilen, tarife sığabilen hâllerden değildir.[24]
Seyyid Yahyâ bir yaz günü Şirvân’dan çıkıp çevredeki kırlarda dolaşırken yolu Gilân taraflarına düştü. O sırada Temmuz ayının çok sıcak günlerinden biri idi. Seyyid Yahyâ çok susamış ve acıkmış bir hâlde çıplak bir deve üzerinde erbaîn çıkarmak niyetiyle sahrâda gezip kendine uygun bir yer araştırmakta idi.
Bu şekilde sahrâda bir halvethâne arayıp erbaîne girmeyi usul hâline getirdi. Kendisi savmaasında olduğunda mutlaka erbaîn üzere olurdu. Halvet ve itikâf onun sünneti idi. Seyyid Yahyâ’nın halvetini her yirmi bir günde bir kere yenilediği rivâyet edilmiştir. Hatta halîfelerinden Şeyh Mansûr’un şöyle dediği söylenir: “Bir tarihte Seyyid’le birlikte erbaîne girdim. On iki günde bir bu halvetini tekrar eyledi. Bu süre içinde üç defa iftar etti.” [25]
Halvetiyye Tarîkatı Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî ile birlikte artık tekâmül dönemine girmiştir. Gerçekleştirdiği irşât faaliyetleri sonucunda Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin on bin civarında müntesibe sahip olduğu ileri sürülmektedir. Halvetiyye’de en çok halîfesi olan ve civar bölgelere hilâfetle irşât için gönderen mürşît Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’dir. Seyyid Yahyâ’nın Bakü’de, bir rivâyete göre on binden, diğer bir rivâyette on dokuz binden fazla müridi ve üç yüz altmış halîfesi, Allah’ın isimlerine mazhar dervişleri vardı.
Onun ünü bu halîfeleri vasıtasıyla bütün Azerbaycan’ı aşıp Anadolu ve Hicaz’a kadar ulaştı. Yetiştirdiği halîfeleri vasıtasıyla teşekkül eden Halvetiyye kollarında on yedi çeşit kisve ve tâc-ı şerîf kullanılmıştır. Anadolu’da bulunan Halvetiyye şubelerinin çığı Seyyid Yahyâ’ya nisbet edilmektedir.[26]
Seyyid Yahyâ mecliste sohbet sırasında pek çok kez demiştir ki: “Her pîrin mücâzları olur ve perverdeleri olur. Mücâzlar çok olsa doğrudur. Ammâ perverde birdir ki, o, pîrin vefatından sonra zuhûr eder. Hakîkatte sâhib-i telkîn ve ehl-i irşâd odur. Ammâ mücâzlar (icâzetli halîfeler) tevbe ve istiğfâr vermek için ve âdâb-ı tarîkat öğretmek içindir.
Perverde halîfe Zât sırrıyla yetiştirilmiş, yani postnişîn olacak zât diğer hulefâ arasında şeyh hayatta iken belli olmaz ise, şeyhin vefâtından sonra ondaki ilâhî sırlar ile kendiliğinden meydana çıkıp tevhid nurları ile etrafını aydınlatan irşâd sahibi ve hakîkat ehli bir zât olur. Gerçi diğerleri de telkin verip tevhîd ilmini tâbir ederler. Fakat esmânın bereketiyle onlara tâbi olanlara cezbe ilhâm edip tâlipleri tecellîye mazhar kılamazlar.” [27]
Seyyid Yahyâ’nın halîfelikle görevlendirip icâzet verdiği halîfelerinden birkaçını şu şekilde sıralayabiliriz:
Afyonlu Şükrullah (ö. 882/1478),
Müskürlü Yûsuf Ziyâeddîn-i Şirvânî (ö. 890/1485),
Kastamonulu Seyyid Ahmed-i Sünnetî (ö. 864/1459),
Ali Alâeddin Rûmî (ö. 870/1466),
Habîb-i Karamânî (ö. 902/1497),
Dede Ömer-i Rûşenî (ö. 892/1487),
Çankırılı Hamza Efendi,
Oğlu Şeyh Fethullah (ö. 871/1467),
Pîrzâde Nasrullah-ı Kırımî (Hazret-i Pîr’in küçük oğlu),
Şeyh Şâhin-i Mısrî,
Şeyh Timurtaş,
Şeyh Sinân
Baba Resûl-i Halvetî,
Dervîş Kemâl,
Üveys-i Halvetî,
Şeyh Mansûr
Muhammed Bahâeddin Erzincânî (ö. 874- 76/1470-72). [28]
Bu halîfelerden Bahâeddîn-i Erzincânî, Dede Ömer Ruşenî, Ziyâeddîn Yûsuf-ı Şirvânî, Habîb-i Karamanî, Alâeddîn Alî’nin her biri Halvetiyye içinde kendi adlarıyla anılan birer kol başıdır. Buna göre Halvetiyye Yahyâ-yı Şirvânî’den sonra beş koldan devam etmiştir. [29]
Halvetiyye tarihinde önemli yerleri bulunan Ahî Muhammed el-Halvetî, Pîr-i Evvel Ömer el-Halvetî ve Pîr-i Sânî Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin bugünkü Azerbaycan topraklarında nüfuz sahibi olmaları sebebiyle tarîkatın Azerbaycan’da zuhûr edip gelişerek, buradan halîfeleri vasıtasıyla Anadolu’ya, Anadolu’dan da Balkanlar, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, Sudan, Habeşistan ve Güney Asya’ya yayıldığı söylenebilir.[30]
Seyyid Yahyâ’nın ne denli bir aşk kaynağı oluşunu Mustafa Tatçı şiirinde şöyle beyan kılmaktadır:
Vird-i settâr sâhibi ilm-i ledünnün kânı
Onunla ihyâ oldu Halvetiyye erkânı
Bakü’den Balkanlara yayılmış idi şânı
Bir aşk kaynağı idi Seyyid Yahyâ Şirvânî
Derdine devâ buldu İç şehire gelenler,
Sırr-ı Hakk’a erişti ağlar iken gülenler
Hazar’da inci buldu onda dalgıç olanlar
Bir aşk kaynağı idi Seyyid Yahyâ Şirvânî
Eteğine sarılan huzûr buldu âlemde
İrfâna döndü aşkı hepsinin bir kalemde
Şifâya erdi hasta, hastalar hep elemde
Bir aşk kaynağı idi Seyyid Yahyâ Şirvânî
Şirvânî’den aşk şîri içenler kana kana
Velâyet sırrı ile dağıldı dört bir yana
Bahâeddîn birisi nûr saçtı Erzincân’a
Bir aşk kaynağı idi Seyyid Yahyâ Şirvânî
Bin dedi bu gemiye! Seni Hakk’a götürür
Kaptanı ölmez onun gemi sonsuza yürür
Sonumuz hiç şüphesiz önümüzden dâim gür
Bir aşk kaynağı idi Seyyid Yahyâ Şirvânî
Sevdâ iklimlerinde yedi deryâyı gezer
Yolcunun hepsi levent hepsi birbirinden er
Gemiye binenleri Allah ne güzel över
Bir aşk kaynağı idi Seyyid Yahyâ Şirvânî
Onunla nûra döndü Bakü’de Taşlı Kala
Onunla nûra döndü nice genç nice bala
O nûr ile bilindi esrâr-ı “kâlû belâ”
Bir aşk kaynağı idi Seyyid Yahyâ Şirvânî
Farrâşıdır Seyyid’in makâmında Mustafa
Cemâl-i Haflvetî’nin sırrında buldu safâ
Arıyorsan kendini et sen de musâfaha
Bir aşk kaynağı idi Seyyid Yahyâ Şirvânî.[31]
[1] Mustafa Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, h Yayınları, İstanbul 2018, s. 51-52.
[2] Semih Ceyhan, “Halvetiyye”, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, ed. Semih Ceyhan, İSAM Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2018, s. 698-699.
[3] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 52-53.
[4] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 52-53.
[5] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 51-52.
[6] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 53-54.
[7] Ceyhan, “Halvetiyye”, Türkiye’de Tarikatlar, s. 698-699.
[8] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 57.
[9] Ceyhan, “Halvetiyye”, Türkiye’de Tarikatlar, s. 698-699.
[10] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 57.
[11] Ceyhan, “Halvetiyye”, Türkiye’de Tarikatlar, s. 698-699.
[12] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 64.
[13] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 51-52.
[14] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 67-69.
[15] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 51.
[16] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 67-69.
[17] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 71.
[18] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 71-72.
[19] Ceyhan, “Halvetiyye”, Türkiye’de Tarikatlar, s. 698-699.
[20] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 67-69.
[21] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 51.
[22] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 51.
[23] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 64.
[24] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 64.
[25] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 60.
[26] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 58.
[27] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 58.
[28] Ceyhan, “Halvetiyye”, Türkiye’de Tarikatlar, s. 698-699.
[29] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 65.
[30] Ceyhan, “Halvetiyye”, Türkiye’de Tarikatlar, s. 698-699.
[31] Tatcı, Hazret-i Pîr Şabân-ı Velî Kitabı, s. 49-50.
Kadir ÖZKÖSE
YazarAllahu Teâlâ, Hûd Sûresi 15-16. âyetlerde şöyle buyurmaktadır: “Kim, (yalnız) dünya hayatını ve ziynetini istemekte ise, işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbi...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Tasavvuf büyükleri müntesiplerini samîmî olmaya çağırır. Toplumsal ve ailevî ilişkilerimizde bizleri samîmiyetten alıkoyan faktörlere dikkat çekerler. Kişiyi samîmiyetten uzaklaştıran temel faktörleri...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
1. Sâkî müdâm sunsa şarâb gam-ı firâk n’eyler n’eylerGönül olsa mest ü harâb gam-ı firâk n’eyler n’eyler2. Ara yerden ayrıla il zevke ere cân ile dilMatlabını bulsa gönül gam-ı fîrâk n’eyler n’eyler3....
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Herkes benimsediği sosyal çevresiyle bir anlam ifade etmektedir. Kaynaşabileceği, dertleşebileceği, halleşebileceği ve muhabbetle yaşayacağı bir sosyal çevresinin bulunması insan için büyük bir nimett...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE