Çocuklarla Aramızdaki Uçurum
Günümüz Müslümanları kendi Müslümanlıklarını koruma endişesi yanında bir de çocuklarının Müslümanlığını koruma endişesi taşımaktadırlar. Hatta çocuklarına yönelik endişeleri kendi Müslümanlıklarını kurtarma korkusundan çok daha büyüktür.
Zirâ din adı altında türlü türlü sapkın ve yoldan çıkmış akımlar çocuklarımızı kendilerine bağlamaya çalışmakta ve son derece yanlış işlere sürüklemektedir. Diğer taraftan çağın ürettiği gençlik akımları körpe dimağları kolayca etkisi altına alabilmektedirler.
Anne babalar olarak kiminle mücâdele edeceğimizi, çocuklarımızı nasıl koruyacağımızı şaşırmış durumdayız. Cihad adına gençlerin eline silah tutuşturmaya, halk düşmanı bir zümre oluşturmaya çalışanlardan tutun da satanistlere varıncaya kadar her gün bir yenisi ortaya çıkan gençlik furyaları karşısında aklımız karışmış, ayaklarımız birbirine dolanmış durumda.
Mutluluk vesilemiz olan yavrularımız, onlar adına taşıdığımız kaygılar sebebiyle âdetâ kâbusumuz olmuş durumda. Cep telefonuyla bile internetin her alanında gezinen, ar ve hayâ tanımadan her türlü haram fiili mübah gösteren ve bizleri bunlara alıştırmaya çalışan dizileri ve filmleri seyretmek durumunda kalan çocuklarımızı muhâfaza edemez olduk.
Bütün bu olumsuz tablo karşısında ailemizle ilgilenmekten başka bir çıkar yol bulunmamaktadır. Bu yönde atmamız gereken birkaç basit adım bulunmaktadır.
Sorunları Kapının Önünde Bırakabilmek
Gün içerisinde hepimizin başından pek çok sıkıntı geçer. İnsanlarla birlikte çalışmanın çeşitli zorlukları vardır. İşveren de olsanız, işçi veya memur da olsanız fark etmez, sonuçta her biri farklı tabiata sahip şahıslarla birlikte işleri yürütmek zorundasınız.
İstemeseniz de sürtüştüğünüz, anlaşamadığınız ve hatta birbirinize sinirlendiğiniz, konuşmadığınız kişiler olur. Bazen de bitirmeniz veya başarmanız gereken işi istediğiniz gibi sonlandıramazsınız. Kimi vakit satışlar iyi gitmez, üretimde sorunlar yaşarsınız.
Bazen de ödemek zorunda olduğunuz çekler ve senetlerin gelen vâdesi size rahat nefes aldırmaz. “iş demek, sorun demek” olduğundan, problemler zihninizi gün boyu meşgul eder, beyninizi yorar. İnsan bir bilgisayar olmadığından, mesai bittiğinde makineyi kapatıp yarın kaldığı yerden devam etmek üzere işe bir son veremezsiniz.
Gün boyunca yüklendiğiniz sorunlar iş çıkışında da sizinle beraberdir. Ne kadar isterseniz isteyin, problemleri zihninizden atamazsınız. Nasıl atacaksınız ki, yarın o sorunları çözmesi gereken yine sizsiniz. Velhâsıl eve yollandığınızda çoğu kez kafanızın içi boş değildir.
Burada önemli olan, kafanın içi tamamen boşaltılamazsa bile, bunu aileye yansıtmamaktadır. Çünkü hem eş hem de çocuklar sabahtan beri aile reisini beklemektedirler. Onun kederi onların da kederi olacağından ve evin bütün huzuru kaçacağından, dışarıdaki sorunları eve taşımaktan daha kötü bir şey olamaz.
Yemek masasında dalgınlaşmak, zihnindeki problemlerden dolayı asabîleşmek, çocukların aralarındaki şakalaşmalara bile tahammül edememek ailesinin kendisinden beklediği davranış değildir. Somurtkan bir yüzle ev halkının karşısına geçmek, onlara bir gülücüğü esirgemek, eve taşıdığı problemi sanki evdekiler çözecekmiş gibi sorunlara onları ortak etmek, baba ve eş şefkatine muhtaç olan ailesinin ondan beklediği tutum değildir.
Televizyon Ve Bilgisayar Çıktı, Evde Konuşmayı Unuttuk
Evde babalarını ve eşlerini bekleyen ailelerin en çok şikâyetçi olduğu husus, evin reisinin reisliğini yapmamasıdır. Baba akşam eve geldiğinde yemeğini âfiyetle yiyor, ondan sonra eline kumandayı alıyor, kuruluyor televizyonun karşısına.
O kanal senin bu kanal benim dolaşarak koltuğundan kalkmıyor. Çocukların sorunlarıyla ve dersleriyle ilgilenen ve zaman zaman da sinirlenen, yetişemeyen annenin çabalarına bir taraftan üzülüyor diğer taraftan da ilgilenmek zor geldiğinden umursamazlığa veriyor.
Yani hem içi yanıyor olan bitene, hem de bir şey yapmıyor. İşte elini kolunu kıpırdatıp çocuklarla ve dersleriyle ilgilenmeyen bir baba. Maîşeti temin etmeyi yeterli sanan bir eş. Televizyonda seyredecek bir şey bulamadığında, internetin başına çöküp haber sitelerinde aynı haberleri döndürüp döndürüp okuyan, sosyal paylaşım sitelerinde olan bitenleri ve eklenenleri takip ederek gece yarısını eden, günün efkârını bu şekilde atmaya çalışan ve en nihayet gözlerine çöken ağırlık ile kendini yatağa atan bir reis.
Oysa günümüz çocukları her zamankinden daha fazla izlenmeye ve takip edilmeye muhtaçtır. Onların ahlâklarını bozacak o kadar fazla vasıta vardır ki, yanımızda olduğunu sandığımız evlatlarımızı belki de kaybetmek üzereyizdir. Duygusal dünyaları her an bir şeylere kapılmaya açıktır.
Cep telefonlarında her türlü filmi seyretmeleri, internette gezinerek olmayacak yerlere girmeleri mümkündür. Bunların bir şekilde takip edilip kontrol edilmesi gerekmektedir. Çocuklarımızı özgür kılacağız, kişiliklerine zarar vermeyeceğiz diyerek kendi odalarına kapanmalarına müsaade etmek, onları etkilendikleri şeylerle baş başa bırakmaktır.
Çünkü odasına çekilip ne yaptığından az buçuk haberdar olamadığımız çocuğumuz çok yanlış mecrâlara doğru kulaç atıyor olabilir. Nice dindar ailenin çocuklarının kendilerinden çok farklı bir yaşam biçimini benimsemelerinin temelinde, ailenin vurdumduymazlığı yanında onu kendi hâline bırakmayı özgürlük olarak anlaması yatmaktadır.
Oysa çocuk olsun, delikanlı veya genç kız olsun, sonuçta hayattan öğrenecek daha çok şeyi olan genç bir dimağı kötülüklerin önüne bırakmak tehlikeli sonuçlarını da beraberinde getirecektir.
Velhâsıl baba veya anne, çocuğu odasına çekildiğinde her şeyin süt liman olduğunu, yavrusunun ders çalıştığını sanabilir. Ama kapalı kapının arkasında çocuğun hayatının ileriki dönemlerini olumsuz etkileyecek bir senaryonun yazılmadığından emin olamaz. O yüzden baba gömüldüğü koltuktan kalkmalı ve çocuğuyla ilgilenmelidir.
Sofra Başı Sohbetleri
Ailede herkesin bir arada olduğu en güzel ortam yemek sofrasıdır. Buralar yuvadaki sorunların rahatça görüşülebileceği, çocukların hâllerinin sorulabileceği, okulları, dersleri ve sınavlarıyla ilgili bilgi alınabileceği, gönüllerinin okşanabileceği, tatlı ve latif hoş kelâmın edilebileceği, eşlerin yaptıkları yemeklerin takdir edilerek gönüllerinin alınabileceği, velhâsıl aile sevgisinin pekiştirilip dayanışmanın sağlamlaştırılabileceği en uygun atmosferdir.
Güzel Kelam Etmek
Ebeveynin çocuklarını ahlâken şekillendirdikleri en güçlü vasıtalardan birisi ev içinde kullandıkları dildir. Eşlerin birbirlerine ve çocuklarına karşı hitapları onların konuşma üsluplarını şekillendirir. Nezâket ifadeleri kullanan, ağzından her zaman güzel kelimeler dökülen, kızdığında bile sövüp saymayan, küfretmeyen, sokak ağzı bir dil kullanmayan anne babanın çocukları insanlarla nasıl konuşulacağını bu yolla öğrenirler.
Belki sizler de benim gibi birer köylü çocuğusunuz ve köklü şehir ailelerinden gelmiyorsunuz, ancak bu durum aile içinde tatlı ve hoş bir lisan kullanmamıza engel değildir. Teşekkür etmesini bilmek, Allah râzı olsun demek, çocuklara onların duyacağı şekilde hayır duâda bulunmak ne kadar güzeldir.
Şefkat Göstermek
İnsanın yoksun kalamayacağı tek şey şefkattir. Herkes birileri tarafından sevildiğini ve gözetildiğini, dostları olduğunu mutlaka bilmek ister. Rabb’imize meftûn olmamızın pek çok sebebinden bir tanesi de bu değil midir? Zira biz mü’min kullarını sevdiğini ve bizleri affetmek için sudan bahaneler aradığını, cennetine girmemizi bizden daha fazla arzuladığını bilmemiz hepimizi mutlu etmektedir.
Bu ona olan sevgimizi artırdığı gibi ibâdetlerimizi daha bir iştiyakla yapmamızı da sağlamaktadır. Çocuk da bunun gibidir. Sevildiğini hem bilmek hem de bunun söz ve fiille gösterilmesini bekler. Onu kucaklamak, moralinin veya derslerinin kötü olduğunda yanında yer almak, dayanacağı bir yer olduğunu hissettirerek rahatlatmak yavrumuzu ayakta tutar.
Çocuğuyla kol kola girmiş, bir pastanede veya lokantada karşılıklı oturarak tatlı bir sohbete dalan, şakalaşan anne ve babalar bu görevi büyük oranda başarıyorlar demektir. Ama öyle anne babalar da vardır ki, çocukları onlarla iki kelam etmeye ürkerler.
Her an fırça yemeleri, hakaret işitmeleri muhtemeldir. Kucaklanma beklerlerken itilmenin verdiği kalp burukluğuyla gönülleri hep hüzünlüdür. Bu yüzden de sığınacak ve içlerini dökecekleri yerleri dışarıda ararlar, evlerine gelmek istemezler. Evin hâricinde nasıl bir ortamda rûhlarını teskin etmeye çalıştıkları ise bizim mechûlümüzdür. Ama bunun faturasının yine bize çıkacağı hiç birimizin mechûlü değildir.
Unuttuğumuz Okumalar
Okullarda verilen din dersi ile gençlerin İslâm’ı tam olarak öğrenmesi mümkün değildir. Öğretilen bilgiler sınırlı ve yüzeyseldir. Hem öğrenci resmî müfredâtın bir parçası olan din dersini matematik, coğrafya veya diğer dersler gibi algılamakta ve işin gönül boyutuyla ilgili bir gelişme hemen hemen hiç olmamaktadır.
Bu sebeple din adına öğrenilecek hususlar yazları gönderilecek kurslar yanında büyük oranda aile içi eğitime kalmaktadır. Haftanın en azından birkaç günü beraber okumalar yaparak, tartışarak, çocukların hem bilgilerinin pekişmesi sağlanabilir hem de dinî duyarlılıkları ve dindarlıkları artırılabilir. Aile içi sevgi bağının kuvvetlenmesi de cabası.
Çocukların Namazlarıyla İlgilenmek
Gençlerde kulluk bilincini, din sevgisini en çok güçlendiren araç namazdır. Namaz kulluğun anahtarı, diğer ibâdetlerin kendisine bağlı olduğu temeldir. Namaz bırakıldığı zaman kulluk bağı gevşemeye başlar ve insan diğer ibâdetlerden de kopar.
Bu ibâdeti boşlayınca kendisini ayakta tutan cemâatten de kopacağı için onu kontrol edecek bir mekanizma kalmaz ve dinden uzaklaşma çok hızlı olur. Bu sebeple çocuklarımızın namaz ibâdetini îfâ etmelerine son derece önem vermek, bunu takip etmek, sabah namazlarına kalkmalarını sağlamak ve mümkün olduğunca cemâatle namazı îfâ etmek güzel olacaktır. Rabb’imiz bu hususta ne güzel buyurmaktadır: “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et.”[1]
Hafta sonu çarşı iznine çıkan üç askerin, Sivas’ın eksi on üç derece soğuğunda abdest alarak öğle namazını kılmak üzere camiye girişlerine şâhit olduğumda, onlara bu din duygusunu veren anne babaya duâ ettim. Gıpta ettim ve keşke hepimiz onlar gibi yapabilsek dedim. Hiç şüphesiz sizler de şu soğuk kış günlerinde cemâate koşan gençleri gördüğünüzde yüreğiniz hafifliyordur.
Sızlanmayı Bırakalım
Burada okuyuclarımıza hatırlatmamız gereken önemli bir husus bulunmaktadır: Hepimiz dünyanın bozulduğundan ve çevrenin çok kötü olduğundan bahisle dertleniyoruz. Etrafımızda pek çok şeyi suçluyoruz. Bu tesbitlerimizde haklıyız da. Ancak unuttuğumuz bir şey var: Biz dertlendiğimiz zaman çocuklarımız düzeliyor mu? Onlar yine dışarının olumsuz baskısına ve etkisine mârûz kalmaya devam etmiyor mu? Elbette ediyor.
Demek ki, sızlanmamız ve dertlenmemiz çocuklarımızın elimizden kayıp gitmesine ve bizlere başkalaşmasına mâni olmuyor. O zaman direnmek ve üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Bunu yaptığımız takdirde ortam ne kadar bozuk olursa olsun çocuklarımızı yanımızda tutabildiğimizi göreceğiz. Yeter ki onlarla usûlünce ilgilenelim ve varlığımızı hissettirelim. Ciğerpârelerimizi kendi hallerine bırakmayalım.
Gördüklerine İnanamadılar
Adam hanımına sıkıca tembihledi; “Çocuğumuz delikanlılık yaşında, onun da bir gururu var. Odasına girerken kapısını çalalım ve izin verdikten sonra girelim.” Bu tembih hanımın da aklına yattı. Artık böyle davranıyorlar, kapısını çaldıktan sonra delikanlının “gir” veya “gel” demesinin ardından odasına giriyorlardı.
Ancak bir müddet sonra annenin bir şey dikkatini çekmeye başladı. Oğlu bazen odaya girdiğinde içeriden hiç ses gelmiyor, sanki bir ölüm sessizliği oluşuyordu. İlk önceleri bunu ders çalışmasına yordu. Ancak bir husus daha dikkatini çekmeye başlamıştı.
Kapıyı çalmasına rağmen oğlu sıklıkla kendisini kapıda bekletiyor ve içeriden telaşlı bir ifade ile “Bir dakika.” cevabı geliyordu. Olağan olmayan bir hâllerin döndüğünden endişe etmeye başladı. Durumu kocasına anlattı. Pazar sabah oğulları dershâneye gittikten sonra hemen odasına daldılar.
Her şeyi eski hâlinde bırakmaya son derece dikkat ederek odayı baştan aşağı idik didik ettiler. Ardından da birbirlerine dönerek; “Yahu biz uyuyoruz, bu çocuk elimizden gidiyor! Nasıl bu kadar gâfil olduk! Gözümüzden nasıl kaçtı bunca şey! Harçlığını verip karnını doyurup üstünü giydirmeyi yeterli sanarak en büyük hatayı işledik!” Böyle demekte haklıydılar. Ama yine de şanslıydılar.
Çocukları hâlâ müdâhale edebilecekleri yakınlıktaydı. Onlara bu sözleri söyleten şeylere gelince, yatağın altına sıkıştırılmış ahlak dışı yayınlar, üzerlerinde film isimleri yazılı yine ahlak dışı cd’ler, dolabının bir köşesine zula edilmiş sigara paketleri… Ya günlüğünde yazılı olanlar… Adam gördüğü manzara karşısında yaptığı tek iyi şeyi zikrederek kendisini rahatlatmaya gayret etti; “İyi ki odasına özel bilgisayar kurmamışız, internet çekmemişiz.”
Allah ve Rasûl’ünden Buyruklar:
Hz. Allah şöyle buyuruyor:
“Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir imtihan konusudur Allah yanında ise büyük bir mükâfat vardır ”[2]
“Ey inananlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun.”[3]
Allah Rasûlü de şöyle buyuruyor:
"İyilik etmeleri için çocuklarınıza yardımcı olun. İsteyen çocuklarının itâatsizliğine engel olabilir."[4]
"Ebeveynin senin üzerinde hakkı olduğu gibi çocuğunun da hakkı vardır."[5]
İslam Büyüklerinden:
"Çocukta rûh ve beden eğitimi ve gelişimi beraber yürütülmelidir.” İbn-i Sînâ
"Çocuğun kalbi saf ve temizdir." İmam Gazzâlî
"Çocuk elmayı görmeden kokulu soğanı elinden bırakır mı?" Mevlânâ
"Kimin çocukları naz içinde yetiştirilirse, o kimseye ağlamak düşer. Keder ona mukadderdir." Yusuf Has Hacip
[1] 20/Tâhâ, 132.
[2] 8/Enfâl, 28.
[3] 66/Tahrîm, 6.
[4] Taberânî, Evsat, 2/237.
[5] Heysemî, Zevâid, 8/268.
Enbiya YILDIRIM
YazarBizim inancımıza göre, insanın yaratılış gayesi bellidir; Allah onu bir sınav için dünyaya getirmiş ve sınav sonunda alacağı puana göre âhirette hak ettiği karşılığı verecektir. Kul nereyi hak ediyors...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Sosyoloji; insanların oluşturduğu toplumların her türlü faaliyetlerini farklı bir açıdan inceleyen bir bilimdir. Görüşlerini sistematik temellerle beslerken konulara eleştirel yaklaşımlar getirir. Biz...
Yazar: Oğuzhan AYDIN
Seyyid Yahyâ-Yı Şirvânî (ö. 870/1466)Azerbaycan’ın Şamahı kentinde doğan Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’nin tam adı; es-Seyyid Cemâleddîn Yahyâ bin es-Seyyid Bahâeddîn eş-Şirvânî eş-Şamahî el-Bakuvî’dir. İma...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
İstanbul’dan havalanan yüreğim,Azerbaycan diyarına süzüldü.Hak yol üzre kabul olan dileğim,Bayrağımın yıldızına yazıldı.Bakü toprağına ayak basanda, Ay yıldız altında özüme döndüm.“Gardaşım” sözü...
Şair: Yusuf DURSUN