Gönül Ummânı
Gönül bir bahr-ı ummândır ana hadd ü pâyân olmaz
Derûnu dürr ü cevherdir ki pinhândır ayân olmaz
(Gönül sonsuz, uçsuz bucaksız bir okyanustur. İçi türlü mücevherlerle dolu gizli bir hazinedir. Bu bir sırdır, açıklanamaz)
Gönül Kavramı
Âlimler, şairler ve mutasavvıflar gönül kavramını çözmeye çalışmışlar, gönülle ilgili çok şey söylemiş ve yazmışlardır. Gönül'ü tarif etmişler ve anlamaya çalışmışlardır, ancak Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi kadar etkili ifade kullanamamışlardır.
Hulûsi Efendiye göre; “Bahr-ı Ummân” Umman Denizi yani Hint Okyanusu’dur. Beyitte “gönül” okyanusa benzetilmektedir. Okyanus büyüklük, derinlik hatta sonsuzluk sembolü olarak kullanılmıştır. İçinde türlü hazineler barındırması inci, mercan, gibi değerli mücevheratın kaynağı olması itibarıyla sır dolu yerlerdir okyanus derinlikleri.
Okyanuslar kirlenmemiş, tertemizdir. En değerli mücevherler okyanusun derinliklerinde saklıdır. Asında bu derinlik aynı zamanda sınırsızlığı da ifade etmektedir. Gönül öyle bir unsurdur ki kâinatın tamamını kendi içinde barındırır tüm sevdiklerini tek merkezde toplar, Değerlerin en üstün kıymetini içerir, tüm sırları bünyesinde barındırır.
O dürr ü cevheri bilip hemân sarrâfına tapşır
Bu cevher cevher-i Hak’dır gayrılara beyân olmaz
(O gizli hazineyi keşfedersen hemen harekete geç, cevheri bir sarrafa ulaştır. Çünkü bu gerçek, ulvî bir mücevherdir, Allah’ın cevheridir. Kıymetini ise ancak gerçek “sarraf” olanlar bilir. Başkasına açıklayıp mücevherin değerini düşürme.)
Hakîkî mânâda cevheri, kıymetini bilen hakîkî sarrafa (ehline) ulaştırmak gerekir. Aslında her insan keşfedilmeyi bekleyen bir hazinedir. Bu hazinede paha biçilemez sırlar gizlidir. En önemli cevher/sır ise gönüldür. Gönül, rûh gibi maddî varlığı bilinmeyen ama varlığından şüphe duyulmayan bir özdür.
Muhabbetin temel kaynağı ise gönüldür. Öyleyse gönülde olan her şeyi gerçek sahibine Cenab-ı Allah’a yöneltmek gerekir. Cenab-ı Allah’a yönelmek için ise gerçek sarrafı/mürşidi kâmili bulmak gerekir. Huzuruna varıldığında her yönüyle teslim olmak gerekir. Tarihe yön veren büyük velîlerden biriside Kars ilimizde medfûn olan Hasan Harakânî Hazretleri’dir. Bu büyük velî ve günümüzdeki uzantısından bahsedelim.
Kars Kalesi
Evliya Çelebi, Kars Kalesi’nin III. Murad devrinde Lala Mustafa Paşa tarafından tamir edildiğini anlatırken bir askerin paşaya aktardığı rüyasını nakleder. Asker, rüyasında gördüğü yaşlı bir zâtın kendisinin Ebü’l-Hasan Harakânî olduğunu ve kendisine makamının burada bulunduğunu söylediğini, kendisinden ayağını bastığı yeri kazmasını istediğini anlatmıştır.
Bunun üzerine yüz işçi yeri kazmaya başlamış ve üzerinde “Menem şehîd ü saîd Harakânî” ibâresi yazılı dört köşe bir somaki mermer bulunmuştur. Gaziler mermeri tekbir ve tevhidle kaldırınca kabir ortaya çıkmıştır. Yaralı pazusuna sarılı makrame ile sırtındaki hırkasının bile henüz çürümediği görülmüş; vücudunun sağ tarafındaki yarası hâlâ kanamaktaymış.
Gaziler yine tekbirle kabri kapamışlar. Kalenin içine ilk olarak Lala Mustafa Paşa tarafından Ebü’l-Hasan Harakânî adına bir tekke ile cami inşa ettirilmiştir. Evliya Çelebi’nin anlattığı bu olay, daha sonra yaygınlık kazanarak Kars ve çevresinde Harakânî Hazretleri’nin Kars’ın fethine katıldığı ve burada şehit olduğunu göstermiştir.[1]
Kutlu Misafir
Hamit Hamideddin Ateş Efendi Kars’a gittiğinde Hasan Harakânî Hazretleri’nin türbesini ziyaret eder. Türbedarın eşi çeşitli ikram hazırlıklarını gün öncesinden yapmış, tüm hazırlıkları tamamlamıştır.
Hamideddin Efendi davet edilir, Hazırlıkları yapan hanım şunları anlatır: “Efendim, günler öncesinde bir rüya gördüm, rüyamda Hasan Harakânî Hazretleri kızım buraya bizim silsilemizden, zamanımızın temsilcisi olan zât gelecektir. Misafirimize hazırlıklarınızı yaparsınız.” buyurdu. Bizde bu hazırlıkları yaptık teşrifinizle lütfettiniz.” Bu durum ise tüm misafirleri duygulandırmıştır.
Bu nefsi katl edip ey cân selâmet bir kenâra çık
Anın katline tevhîd gibi bir keskin sinân olmaz
(Ey gönül, emniyetli bir yere çıkmak için mutlaka nefis düşmanını öldürmelisin, yok etmelisin. O düşmanı yok edebilecek tek silah ise tevhiddir.)
Burada üzerinde durulması gereken iki önemli kavram vardır. Bunlardan ilki can ikincisi nefistir. Cisim fânî, rûh bâkîdir. Nefis de rûh türündendir. Ancak dereceleri vardır. Burada öldürülmesi istenen nefis, kötülüğü, zulmü, inkârı emreden nefs-i emmâredir.
Tarihte ilâhlık davası güden Nemrud ve Firavunlar nefislerinin esiri olmuş, gerçekte hakîr ve âciz insanlardır. Âcizliklerini anlayamadıkları için büyüklük taslamışlar, ben duygusuyla hareket etmişlerdir. Fakat sonları ise çok kötü olmuş, zelil duruma düşmüşlerdir.
Hulûsi Efendi’ye göre nefis ancak tevhid mızrağıyla öldürülür. Tevhid, insanı emniyetli bir yere çıkaracak birliktir, bağdır. Ancak tevhid ile aydınlanan bir gönül, nefsin hevâ ve heveslerine kapılmaz. Her şeyi hakîkî sahibi olan Allah’a havâle eder. Cenab-ı Allah’la bir olur her şeyi O’nun için yapar, her şeyini O’na feda eder. Böylece ebedî hayatta Yaratıcı’nın huzuruna çıktığında mahcûp duruma düşmez. Bunun içinde daima nefsiyle mücâdele içindedir.
Bu kalbin hânesin pâk et misâfir gele dost sana
Mûsâffâ olmayan gönül o dildâra mekân olmaz
(Dostun sana misafir gelmesini istiyorsan gönül hanesini temiz tutmalısın. Çünkü temiz olmayan bir gönüle sevgili/sevdiğin gelmez.)
İnsanın gönlü, bütün kâinatta tecellî eden esmânın tecellîleri için geniş bir aynadır. Nitekim Cenâb-ı Hak bir hadîs-i kudsîde: “Arz ve semâ beni içine alamazken, ben mü’min kulumun kalbine sığarım.” buyurmuştur. Dolayısıyla kalpte yerleşmesi gereken gerçek sevgi de Allah sevgisi olmalıdır, Allah'ı sevenlerin sevgisi olmalı, gerçek dostun muhabbeti olmalıdır.
İnsan dünyevîleşmemeli, mal, mülk, evlat, makam, mevki gibi unsurları kalbine yerleştirmemelidir. Kalp her zaman tertemiz olmalıdır. Gönülde; gönül sultanına, hakîkî sevgiliye, gerçek dosta bir yer hazırlamak gerekir ki gönül tahtındaki yerini alabilsin. Gönül öyle olmalıdır ki her an sevdiğiyle bir olmalı, sevdiğine sarılmalı, bir an dâhi gafil kalmamalıdır.
Hulûsi dost cemâline kılıpsın bülbül-veş zâr
Cemâli öyle güldür kim ana hergiz hazân olmaz
(Ey Hulûsi, dost cemâline yönelerek bülbül gibi inleyip durmaktasın. Onun cemâli öyle bir güldür ki, hiçbir vakit solmaz.)
Mutasavvıflar Allah’ın lütuf ve rızâsını gösteren sıfatlarını cemâl tabiriyle ifade etmişlerdir. Bu anlamdaki cemâli mânevî ve maddî olmak üzere iki şekilde ele almışlardır. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin ifadesiyle güzel olan Allah âlemi kendi sûreti üzere yarattığı için âlem bütünüyle güzeldir.
Âlem ilâhî güzellikleri yansıtan bir ayna olduğundan İbnü’l-Arabî âlemi ve ondaki güzelliği sevmeye lâyık bulur. Güzel olduğu için Allah’ı sevenin alâmeti de sevmesi, aynı şekilde güzel olan âlemi sevenin de Allah’ı sevmesi gerektiğine işaret eder. Kâmil insan için önemli olan mânevî güzelliktir. Gönül ehli ise buna çok önem verir. En çok sevilen ise hakîkî anlamda güzel olan Allah’tır.
Bu beyit incelendiğinde gül, bülbül ve cemâl kavramları üzerinde durulması gerekir. Dostun cemâli yani sevgilinin yüzü, güzellik, renk, koku, görünüş itibârıyla güle benzetilir. Sevgiliye meftûn âşık ise bülbüle benzetilir. Yani âşık ile mâşuk iç içe geçmiş, sımsıkı birbirine bağlanmış kavramlardır, birbirinden ayırt etmek mümkün değildir.
Hulûsi Efendi ise güle çok önem verir. Bekâ âleminin gül bahçesindeki güllere meftûndur ve devamlı onlarla birlikte olmanın neşesini, neşvesini yaşar. Bu olguları ise söz ile yazı ile anlatabilmek mümkün değildir, ancak kişinin idrakince kendi anlayabildiği kadardır.
[1] Süleyman Uludağ, “Ebu’l-Hasan Harakânî”, DİA, XVI, 93-94,İstanbul 1994. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, ( Haz.: Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı), İstanbul 2012.2/167-168.
Resul KESENCELİ
YazarEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bu gazelini şu olay üzerine yazdığını anlatmıştır: Bir gün Aşağıulupınar’da sohbet olduğunu duyduk. Ahmet Nuri Ağabeyimle birlikte gittik. Gittiğimizde bize kapıyı açmayı...
Yazar: Resul KESENCELİ
Bir fecir vaktinin saydam havasındaTanla gün arasında,En kesin gerçeğini hatırlayarak evreninSabâ makamında irkilecek ruhlar.Yeni bir iklime geçmiş gibiTitrek kıvılcımlar, duygu yüklü bir an…Kayıtsız ...
Yazar: Müjdat BARUT
BeyitBir bülbül-i âşüfte miyim nalân u âhım goncayaGayrı kime yüz döneyim her dem nigâhım goncaya(Çok fazla seven bir âşığım, sürekli olarak feryâdım, inlemelerim, ahlarım sevdiğimedir, yüzümü başka k...
Yazar: Resul KESENCELİ
Sosyoloji; insanların oluşturduğu toplumların her türlü faaliyetlerini farklı bir açıdan inceleyen bir bilimdir. Görüşlerini sistematik temellerle beslerken konulara eleştirel yaklaşımlar getirir. Biz...
Yazar: Oğuzhan AYDIN