Nâbî’nin Peygamber Sevgisi
1642 yılında Şanlıurfa’da doğan ve asıl adı Yusuf olan şair Nâbî, hikemi şiirin önemli temsilcilerinden biridir. Soylu bir nesepten geldiği bilinen şair; iyi bir eğitim almış, Farsça ve Arapça öğrenmiş, hayatının bir döneminde payitahtta bulunmuştur.
Döneminde bazı devlet erkânı ve sûfîlerle iyi ilişkiler geliştirdiği bilinmektedir. Şair Nâbî, 13 Nisan 1712 tarihinde vefât etmiş ve Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı’nda Miskinler Tekkesi sofasına defnedilmiştir. D’ıvân, didaktik karakteri ile Hayriyye, Ferîdüddin Attâr’ın İlâhînâme’sindeki bir hikâyeyi anlatan Hayrâbâd, hac yolculuğunu anlatan Tuhfetü’l-Haremeyn önemli eserlerindendir.[1]
Şair Nâbî¸ içinde devlet erkânının da bulunduğu bir kervanla hac yoluna koyulur. Yolculuk esnasında paşalardan birinin deve üzerindeki tahtırevan içinde ayaklarını Medine'ye doğru uzatarak oturduğunu görür. Bunun üzerine irticalen söylediği Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâ'dır bu/Nazargâh-ı İlâhî'dir Makâm-ı Mustafâ'dır bu beyti ile paşayı uyarır.
Paşa¸ bu durum karşısında sinirlenir. Medine'ye yaklaştıkları sırada sabah namazı vaktidir ve minarelerin birinden Türkçe bir kaside okunmaktadır. Bu¸ Nâbî'nin yazdığı na'tın ta kendisidir. Kervan doğruca o camiye yönelir. Müezzin minareden inince Nâbî¸ müezzine; "Bu Türkçe kasideyi nereden öğrendin?" diye sorar.
Nâbî'nin kim olduğunu bilmeyen müezzin; "Bu gece rüyamda Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bana; ‘Ümmetimden Nâbî adlı bir büyük şair vardır ki benim hakkımda bir kaside yazmış¸ onu bu gece minareden okumanı arzu ediyorum.' buyurarak¸ bu beyitleri bana öğretti." deyince Nâbî sevincinden¸ heyecanından bayılıp düşer. Kendisini uyardığı için Nâbî'ye sinirlenen paşa ise dersini almıştır.[2]
Şairin Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e duyduğu hürmet ve muhabbetin tezâhürü olarak yazdığı birisi 163 beyitlik diğeri 34 beyitlik iki na’t-ı şeriften bazı beyitler seçilerek yazımıza konu edilmiştir.[3]
Merdüm-i dîde-i cân mâni-i sırr-ı Kur’ân
Maksad-ı kevn ü mekân bâ‘is-i nakş-ı îcâd
(Can gözünün gözbebeği, Kur’ân sırlarının manası, yaratılışın maksadı ve varlık suretlerinin sebebi.)
Bütün bu tavsiflerle şair, hakîkat-i Muhammediyye’nin temsilî karşılıklarını dile getirmektedir. Zira varlıkları varlığını ve sûretler sûretini, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nûru vesîlesi ile elde etmiştir. Can gözünün göz bebeği şeklinde nesre çevrilen kısımda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in (sav) özellikle âlemin ve Âdem’in sırrını keşfeden ve keşfettiren konumuna işaret edilmektedir.
Şair burada Mevlânâ’nın “İnsan, gözden ibarettir.”[4] ifâdesine nazîre yapar gibi şu hakîkati dile getirmektedir: “Âlem, gözden ibarettir. Bu gözün göz bebeği ise Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir.”
Hazret-i Ahmed ü Mahmûd u Muhammed Hamîd
Mazhar-ı nûr-i cemâl âyine-i hubb ü vidâd
(En çok övülen, övülmüş, çokça övülen ve övgüye layık olan. Güzellik nurunun mazharı, aşk ve sevginin aynası.)
Nâbî, bu dizede Hz. Peygamber (s.a.v.)’in övgüye lâyık oluşunu anlatan ve aynı kökten türeyen dört ismini dile getirmektedir. Bu isimler, tarîkat erbâbı tarafından sıklıkla okunan salâvât mecmuası; Delâilü’l-Hayrât’ta zikredilen ilk dört isimdir.[5]
Beytin ikinci mısraı sanki bütün bu övgülerin sebebini açıklamakta gibidir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’in varlığı Cenâb-ı Hakk’ın güzelliğini, muhabbet ve aşkını yansıtan bir ayna gibidir. Cenâb-ı Hakk’ın bilinme isteği ilgili hadiste[6] hub ile aynı kökten gelen fiille ifade edilmektedir.
Aynanın en temel özelliği, karşısındakini kendi özelliğine göre göstermesidir.[7] Hâce Ubeydullâh Ahrâr’ın ifadesiyle “Güzellik sahibi bir kimsenin aynayı sevmesi, aynanın zatından ötürü değildir. Bilakis o aynada kendi zatını müşâhede ettiğinden dolayıdır.”[8] Yani ayna metaforunda Zât’ın kendisini müşâhede etme gayesi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vesîlesi ile gerçekleşmektedir.
Cümle mahkûm-i şerîatdır odur sâhib-i şer‘
Cümle müsterşid-i ahkâm odur pîr-i irşâd
(Herkes, şeriatın hükmü altında iken O (s.a.v.) şerîatın sahibidir. Herkes hükümlerle irşâd olmak isterken O (s.a.v.) irşâdın pîridir.)
Sûfî gelenekte irşâd, peygamberlerin tebliğ vazifelerinin bir şubesi veya bir tezâhürü olarak telakki edilmektedir. Fakat şairimiz tebliğe konu olan şerîatı, irşâd kavramı ile kullanmakta Peygamberimiz’i pîr kelimesi ile tavsif etmektedir. Zira Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, irşâd için gönderilenlerin en hayırlısı,[9] kemâlin zirvesi ve mânevî eğitim silsilesinin ilk halkasıdır.
Hakk’a peyrevlik edip kâide-i medhinde
Eyledim eşk-i hacâletle bu yüzden inşâd
Çünki Ka ‘b İbn Züheyr’in günâhın afv etdin
Müjde-i afv ile eyle bu günâhkârı da şâd
(Seni övmenin kurallarında Hakk’a uyarak mahcûbiyet gözyaşlarıyla şiir yazdım.)
(Çünkü Ka‘b İbn Züheyr’in günahını bağışladın. Bu günahkârı da af müjdesi ile neşelendir.)
Bir yandan Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Peygamber (s.a.v.)’i övdüğü âyetleri örnek alarak şiirini kaleme alan Nâbî diğer yandan methiyye işinin hakkını verememekten korkmaktadır. Fakat onu motive eden şey, önceki hayatında İslâm’ı ve İslâm Peygamberi (s.a.v.)’ni hicveden Ka‘b b. Züheyr’in Müslüman olduktan sonra yazdığı methiye ile affedilmesidir.
Önceki beyitlerde nefsine yenik düşerek çokça günaha bulaştığını anlatan şair Nâbî, her ne kadar hakkını veremediğini düşünerek mahcûp olsa da affedilme ümidi ile na‘t-ı şerif kaleme aldığını belirtmektedir.
Ḳasîdetü’l-bürde’siyle tanınan şair sahâbî Ka‘b b. Züheyr (r.a.), 630 yılında Medine’ye giderek Rasûlullah’ın huzurunda Ensâr ve Muhâcirlerden oluşan topluluğun önünde İslâm’ı kabul etmiş ve orada meşhur kasidesi Bânet Süʿâd’ı okumuştur.
Muhakkak ki Peygamber (s.a.v.) kendisiyle aydınlanılan, Allah’ın çekilmiş yalın kılıçlarından bir kılıçtır beytini söylediğinde Rasûl-i Ekrem duygulanarak üzerindeki Yemen hırkasını (bürde) Kâ‘b’ın omuzlarına atmıştır. Nâbî’ye ümit olan bu hırka, günümüzde İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi’nde muhâfaza edilmektedir.[10]
Bende Nâbî’den ola elf salât elf selâm
Rûhuna âline ashâbına ola tâ rûz-ı mecâd
[1] Hayatı, edebi kişiliği ve eserleri hakkında detaylı bilgi için bk. Abdulkadir Karahan, “Nâbî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (Erişim 24 Ocak 2023).
[2] Vedat Ali Tok, “Sakın Terk-i Edepten”, Somuncu Baba İlim Kültür ve Edebiyat Dergisi 162 (Nisan 2014).
[3] Bahsi geçen na’tlar için bk. Ali Fuat Bilkan, Nâbî Dîvânı (İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1997), 1/11-30.
[4] Celâleddîn-i Rûmî Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf, çev. Süleyman Nahîfî (İstanbul: Timaş, 2014), 82.
[5] Ebû Abdillâh Muhammed b. Süleymân el-Cezûlî, Delâilü’l-Hayrât (İstanbul: Salah Bilici Kitabevi, 1967), 30.
[6] “Bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmek istedim (ahbebtü), bilineyim diye halkı (kâinat) yarattım” İsmail b. Muhammed Aclûnî, Keşfü’l-hafâ’ ve müzîlü’l-ilbâs ammâ iştehera mine’l-ehâdîs alâ elsineti’n-nâs, thk. Abdulhamîd b. Ahmed b. Yûsuf Hindâvî (Kahire: Mektebetü’l-Mısriyye, 2000), 2/132.
[7] Ahmet Ögke, “İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem’inde Ayna Metaforu”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi 23 (2009), 75-89.
[8] Nâsırüddîn Ubeydullâh b. Mahmûd eş-Şâşî Ahrâr, Risâleler, çev. Fakirullah Yıldız (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2018), 34.
[9] Ebü’l-Behâ Ziyâüddîn Hâlid-i Bağdâdî, Câliyetü’l-Ekdâr ve’s-Seyfü’l-Bettâr, çev. Bilal Aksoy (İstanbul: Semerkand Yayınları, 2020), 45.
[10] “Ḳaṣîdetü’l-bürde’siyle tanınan şair, sahâbî. (630) yılında Medine’ye giderek Resûlullah’ın huzurunda ensar ve muhacirlerden oluşan topluluğun önünde İslâm’ı kabul etti ve orada meşhur kasidesi ‘Bânet Süʿâd’ı okudu. ‘Muhakkak ki Peygamber kendisiyle aydınlanılan, Allah’ın çekilmiş yalın kılıçlarından bir kılıçtır’ beytini söylediğinde Resûl-i Ekrem duygulanarak üzerindeki Yemen hırkasını (bürde) Kâ‘b’ın omuzlarına attı.” Detaylı bilgi için bk. Ahmet Savran, “Ka’b b. Züheyr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, ts. (Erişim 25 Ocak 2024).
Hamit DEMİR
Yazarİstanbul’dan havalanan yüreğim,Azerbaycan diyarına süzüldü.Hak yol üzre kabul olan dileğim,Bayrağımın yıldızına yazıldı.Bakü toprağına ayak basanda, Ay yıldız altında özüme döndüm.“Gardaşım” sözü...
Şair: Yusuf DURSUN
Allahu Teâlâ, Hûd Sûresi 15-16. âyetlerde şöyle buyurmaktadır: “Kim, (yalnız) dünya hayatını ve ziynetini istemekte ise, işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbi...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
BeyitGönül bir bahr-ı ummândır ana hadd ü pâyân olmazDerûnu dürr ü cevherdir ki pinhândır ayân olmaz(Gönül sonsuz, uçsuz bucaksız bir okyanustur. İçi türlü mücevherlerle dolu gizli bir hazinedir. Bu ...
Yazar: Resul KESENCELİ
Antalya’nın Elmalı ilçesinde doğan Ümmî Sinan, 17. yüzyıl sûfî şairlerinden biridir. Halvetiyye Tarikatı’nın Ahmediyye şubesine intisap ettiği bilinen şair, Halvetî-Ahmedî silsilesinin önemli simaları...
Yazar: Hamit DEMİR