Geleneğin Değeri
Gelenek ve görenekler; toplumda asırlardır yapılagelen, toplumun çoğunluğu tarafından benimsendiği için kuşaktan kuşağa aktarılan, bireyleri psikolojik olarak uymaya zorlayan, uymayanı ayıplayan kültürel alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlardır.
Yaptırım gücünü artırmak için bazı yerlerde geleneğe dinî bir değer atfedildiği de görülmektedir. İslâm dini açısından bakıldığında ise eğer geleneğin inanç, ibadet ve ahlak esaslarına aykırı bir yönü yoksa makbul kabul edilir. Fıkıh usûlünde ise “örf” sekizinci sırada fer’i hüküm çıkarma kaynağıdır.
Gelenekler; aile hayatı, çocuğun doğumu, çocuğa isim konulması, erkek çocuğun sünnet ettirilmesi, eğitim öğretim süreçleri, gençlere meslek edindirme, kız isteme, söz, nişan, düğün etkinlikleri vb. durumlarda sıkça uygulanır. Beşerî ilişkilerde, ticari faaliyetlerde, hukukta, hatta devlet yönetiminde de geleneğin, teamüllerin önemli bir yeri vardır. Bir karar alınacağı zaman, yasal bir dayanak bulunamazsa teamüllere atıf yapılır. Bir anayasası olmayan İngiltere’de kanunların yerleşik örfe göre çıkarıldığı bilinmektedir.
Gelenek ve görenekler, okullarda ders olarak okutulmaz. İnsanlar, bunları hayatın içinde görerek ve tecrübe ederek öğrenirler. Bir çocuk, toplumsal değerlere ters düşen bir hareketi sonucu ayıplandığını gördüğünde bunun yanlış olduğunu fark eder ve aynı şeyi bir daha yapmamaya özen gösterir. Evde aile büyükleri, okulda öğretmenler, sokakta toplumun olgun şahsiyetleri geleneğe aykırı davranan çocukları ve gençleri uyararak onları eğitirler.
Eskiden geleneklerin öğretilmesi ve yaşatılması hususunda toplumda bir anlayış birliği vardı. Bir çocuğun küfürlü konuştuğu, sigara içtiği, başkasına zarar verdiği görüldüğünde komşu ve akrabalardan biri onu uyarır, hatta hafifçe cezalandırırdı.
Günümüzde ise genç ebeveynler, böyle bir şeye izin vermemekte, çocuğuna başkasının müdahalesine engel olmaya çalışırken -farkında olmadan- yapılan yanlışı da korumuş olmaktadır. Bu sebeple son zamanlarda gençlerde uygunsuz söz ve hareketler daha yaygın bir şekilde görülmektedir. Bu durum eğitimciler tarafından da ciddi bir problem olarak algılanmış olmalı ki ortaöğretimde okullara seçmeli adab-ı muaşeret dersleri konulmuştur.
Toplumsal değerlerin kendisini kabul ettirme gücüne dair veciz bir söz şöyledir: “Kimi okuyarak öğrenir kimi de başını duvarlara vura vura öğrenir.” Yani toplum, görgü-kural bilmeyen herkese değerlerini önce normal yollardan, hayatın akışı içinde öğretir; değerleri öğrenmek istemeyenleri ise ayıplayarak, dışlayarak, işten atarak, ceza kanunlarına aykırılık olması halinde de hapse atarak onu kontrol etmeye çalışır.
Bir üniversitemizde doktora yapan Somalili bir genç, kız kardeşini de bir iki yıl Kur’an kursunda okuması için Türkiye’ye getireceğini söylemişti. Ben de sizin ülkenizde Kur’an kursu yok mu? Kur’an her yerde öğrenilir, bunun için kardeşinizi neden buraya getirmek istiyorsunuz, diye sorduğumda elbette Kur’an kurslarımız var, binlerce hafızımız da var. Fakat buraya geldiğinde en azından sizin görgü kurallarınızı ve adab-ı muaşereti öğrenir, demişti.
Ben de bizde olup da sizde olmayan ne gibi görgü kuralları var diye sorduğumda “O kadar çok ki, hangi birini sayayım! Örneğin tramvayda bir genç, yaşlı birine yer veriyor.” demişti. Bize sıradan gelen, çok da farkında olmadığımız geleneksel bir değerimizi bir yabancının gözünden ya da biz yabancı bir ülkeye gittiğimizde daha net görebiliyoruz. Birkaç örnek vermek gerekirse şunlar söylenebilir:
Avrupa’da aile bağları bizdeki gibi güçlü değildir. Onlarda bizdeki gibi büyüğe saygı ve gençleri himaye etme ve destekleme anlayışı pek yoktur. Yaşlılar, huzurevine bırakılır, on sekiz yaşını doldurmuş gençlere de devlet ev verir ve maaş bağlar.
Çocuklar büyüklerine ismiyle hitap ederler. Büyükler de on sekiz yaşına gelmiş çocuğuna artık evden gitmesini söylerler. Hastalara ve yaşlılara devlet görevlileri ya da kiliseye bağlı gönüllü ekipler bakarlar. Toplumsal dayanışma ve yardımlaşma oldukça zayıftır.
Doğu toplumlarında ise eğitimsizlik ve görgüsüzlükten kaynaklanan uygunsuz hareketlere rastlanır. Temizliğe, oturma şekline, kişisel bakıma, beslenme alışkanlığına, konuşma adabına uymayan, bize tuhaf gelen fakat onlara göre normal sayılan birçok uygulama görmek mümkündür.
Örneğin Uzak Doğu toplumlarında gaz kaçırmak ayıplanmaz, normal bir bedensel faaliyet olarak görülür. Gülme şekilleri hatta bize karşı gösterdikleri saygı ifadeleri ciddiyetsiz gelebilir. Bu durumlarda bizim, onları kendi toplumsal değerlerimize göre yargılayarak ayıplamamız doğru olmaz. Aksine, yabancı bir ülkeye gittiğimizde onların normlarına riayet etmemiz gerekir.
Toplumsal değerlere, gelenek ve göreneklere riayet etmek, bireye saygınlık kazandırır; millî birlik ve beraberliğe de önemli katkısı vardır. Bu sebeple yabancı filmlerin ve sosyal medyanın etkisinde kalarak kendi değerlerimizden uzaklaştığımızda tehlikeli bir yabancılaşma sürecine girmiş oluruz. Bir toplum değerleriyle ayakta kalır, güçlenir ve böylece millî kimliğini korur.
Emine Büşra YÜKSEL
YazarAile, Hz. Âdem (a.s.) babamız ve eşi Havva annemiz tarafından kurulan, toplumun özünü teşkil eden en kadim ve köklü kurumdur. Mutlu bir aileyi inşa eden duygusal bağları metaforik bir anlatımla ifade ...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Sismolog bir bilim adamından dinlemiştim: “Yeryüzü hareket ettikçe yer altında enerji birikiyor, biriken enerji yer kütlesinin kırılması ile tahliye oluyor. Yer kabuğunun kırılması ise depremlere yol ...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Çocuklarda güçlü bir kişilik oluşumu, sağlıklı bir ruh yapısının inşası, dinî ve millî aidiyet duygusunun gelişimi değerler eğitimi ile mümkün olmaktadır. Hayatın anlamlandırılması ve gerçekçi bir gel...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Çalışmak; insanın fiziki güç, akıl ve çalışma imkânlarını kullanarak belli bir gayeye ulaşmak için çaba harcamasıdır. Farz olan çalışma; kişinin kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin bes...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL