İmam Rabbânî’nin Cihada Daveti
Küfrün taşkınlığı, şer odaklarının pervâsızlığı, ahlâksızlığın yaygınlaşması, hak ve hukukun çiğnenmesi karşısında Müslümanın sessiz ve tepkisiz kalması kadar yersizlik olamaz. Kötülüklerle mücâdele etmek, kâfirlerin istîlâ ve talan hareketlerine karşılık set oluşturmak her onurlu Müslümanın en temel görevidir.
İslâm memleketlerinin işgale uğraması, Müslümanların can, mal, ırz, namus ve nesillerinin saldırı altında olması amansız bir mücâdeleyi, düşmana anlayacağı şekilde tepki vermeyi, güçlü bir tavır sergilemeyi gerektirmektedir. Çocukların katledildiği, güvenliğin ortadan kalktığı, saldırıların aman vermediği bir ortamda duyarsız ve tepkisiz kalmak işlenen suçlara, cinâyetlere ve zulümlere ortak olmak demektir.
İslâm toplumlarının mârûz kaldıkları saldırılara siyâsî otoritelerin gereken karşılığı vermeyişleri karşısında halkın sivil direnişini sergilemesi, kitlesel tavrını ortaya koyması, haksızlıklara karşı sesini yükseltmesi, sorumluları adım atmaya zorlaması gerekmektedir.
Küfür ve zulüm şebekelerinin elini kolunu sallayarak İslâm coğrafyasında cirit atamayacaklarını birilerinin hatırlatması, zulüm, istîlâ ve kargaşaya memleketlerimizde müsâade edilemeyeceğini, insanlarımız arasında ayrılık, düşmanlık ve şiddet tohumlarının kimsenin saçamayacağını dile getirmesi gerekmektedir.
Fetih şuurunun canlı tutulması, cihat ruhunun güçlü kılınması, güçlü toplum olma anlayışının devam ettirilmesi, farkındalık bilincinin canlı tutulması gerekmektedir. Siyâsî erklerin, sosyal kitlelerin, aydın çevrelerin, duyarlı vicdanların seslerini yükseltmesi, haklarını koruması, ülkelerine sahip çıkması, saldırılara fırsat vermemesi, çatışmaların üstesinden gelmesi, zaferlerden zaferlere koşması, şehitlerin emâneti olan topraklarımızın bekâsını sağlaması hayâtî bir meseledir.
İşlerimizin, alışverişlerimizin, sosyal ilişkilerimizin, aile hayatlarımızın, sosyal etkinliklerimizin ve siyâsetimizin bir ahlâkı olduğu gibi, savaş ve mücâdelemizin de bir ahlâkı ve ölçüsü bulunmaktadır. Düşmana karşı gerçekleştirilecek cihatta öncelikle niyetlerin düzeltilmesi, amacın ve hedefin yerinde, gâye ve maksadın anlamlı olması gerekmektedir.
Mücâdelemizde Allah’a güvenip O’na dayanmak, rızâsını kazanmak, O’nun lütfuna mazhar olmak, O’nun adını yüceltmeye niyetlenmek esastır. Şehit olma arzusu, Allah yoluna baş koyma çabası, Rabb’imizin hoşnutluğunu elde etme gayreti, insanların hidâyetlerine vesile olma azmi, Allah yolunda cihat edenlerin yegâne gâyesi olması gerekmektedir.
Kul sefere çıkmakla yükümlüdür, zafer ise Allah’tandır. Bütün tedbirlerini alan, savaş teçhîzâtını kuşanan, cihat hazırlıklarına koyulan, gerekli tedbirlerini alan mücâhitlerin Allah’ın lütfunu, yardımını, desteğini ve ihsânını kazanarak yoluna devam etmesi gerekmektedir.
Her ne iş işlerse işlesin Müslümanın öncelikle niyetini düzeltmesi, amacını belirlemesi, hedefini doğru çizmesi şarttır. İslâm’ın savaş hukukunda talan, istîlâ, haksızlık, masum insanlara zarar vermek, intikam hırsına bürünmek, şiddet ve zorbalık olamaz.
Hakkını arayan Müslümanın haksızlık yapması beklenemez. Kendisiyle savaşmaya yeltenenlerin plânlarını alt üst etmek, canına, malına, namusuna, ırzına ve malına kastedenlere anladığı dilden gereken cevabı vermek Müslümanın temel derdidir.
İzzet ve şeref sahibi Müslümanın insanlık değerlerini hiçe sayan, milletlerin kahrına yeltenen, zulüm şebekesi konumuna gelen, şiddet baronu durumuna dönüşenlere zilleti tattırması, haklarından gelmesi, ellerini ve kollarını bağlaması ve zulümlerine son vermesi Allah yolunda gerçekleştirdiği cihadın yol haritasıdır.
Savunma sanayine yatırım yapılması, ülke güvenliğinin ciddiye alınması, dış tehlikelerden memleketin korunması, barış ve huzur içerisinde yaşayabilmek için gerekli tedbirlerin alınması ve savaşa hazırlık yapılması devlet ve milletin yegâne görevidir.
Su uyur düşman uyumaz. Alperenlerimiz, gazilerimiz, murâbıtlarımız, gönül erlerimiz tehlikeler belirmeden önce tehlike ihtimallerini bir bir ortadan kaldırmak, ileri hedeflere yönelmek, değerlerini ötelere taşımak, devlet-i ebed müddet zihniyetiyle hareket etmek, cihanşümul bir yaklaşım benimsemek, dünyaya nizam vermek, düşmanı korkutmak, hainleri inlerinde cezalandırmak, fitneyi uyanmadan boğmak, şiddet baronlarına fırsat vermemek için azimli ve gayretli olmuşlardır.
Kâfirlere karşı cephede onurlu bir savaş veren mücâhitlere olan hayranlığını İmam Rabbânî mektubunda şöyle dile getirmektedir: “Bizler burada sizin hâlinize imreniyoruz. Sizler iç dünyanız bakımından Allah ile meşgul, dış yapınızla şer’î ölçütlere bağlı kalmaya çalışıyorsunuz.
Namazlarınızı kalabalık bir cemaatle birlikte edâ ediyorsunuz. Bütün bunların yanında bir de kâfirlere karşı cihat şerefine ermişsiniz. Selâmetle dönerseniz gâzi, ölürseniz şehit olacaksınız. Fakat bütün bu nimetlere erişebilmeniz niyetinizi düzeltmenize bağlıdır. Eğer hakîkî anlamda niyeti gerçekleştiremezseniz buna kendinizi zorlayın. Niyetin hakîkatine erebilmek için daima Allah'a yalvarın ve O’na sığının.
Küfür odaklarına fırsat vermek karanlıklara gömülmektedir. Küfrün elebaşları İslâm’ın aydınlığına tahammül edemiyor. Müslümanların en tabiî haklarını ellerinden almaya çalışıyor. Tarih boyunca küfür mihraklarının güçlendiği ortamlarında İslâm diyarları târumâr edilmiş, mâbetler yıkılmış, masumlar öldürülmüş, siviller katledilmiş, medeniyetimiz imhâ edilmiş, kültürel değerlerimize savaş açılmış, ahlâksızlık yaygınlaştırılmış, İslâmî kimliklere savaş açılmıştır.
Kâfirlerden medet umulamaz, kâfirin insafına güvenilemez, düşmandan iyi niyet gösterisi beklenemez. İslâm’ın izini silmek ve Müslümanların varlığına son vermek İslâm düşmanlarının bitmeyen hülyâlarıdır. Hak ve bâtıl mücâdelesi kıyâmete kadar sürecektir.
Varlığımıza kastedenlere fırsat verildiğinde onlar Müslümanları ya kendilerine benzetmek ya da onları ortadan kaldırmak derdine düşerler. Bu acı gerçek Endülüs’te yaşandı, modern dönemde Bosna Hersek’te gerçekleşti, Doğu Türkistan’da devam ediyor; bugün Gazze’de amansız bir şekilde yaşanmaktadır.
Düşmanın ipiyle kuyuya inilmeyeceği, düşmandan dost olunmayacağı, küfrün tek millet olduğu bugün çok iyi anlaşılmaktadır. İslâm dünyasının dostunu düşmanını iyi seçmesi, düşmanların sinsi plânlarına âlet olunmaması, kendi değerlerimizden taviz verilmemesi, kültürel miraslarımıza sahip çıkılması en büyük yükümlülüktür.
Milletlerin kendi nesillerine sahip çıkması, geleceklerini inşâ etmeleri, yarınlarına umutla bakabilmeleri, imkânlarına sahip çıkabilmeleri, sömürgeci ve emperyalist emellere karşı yeraltı ve yerüstü zenginliklerini koruyabilmeleri varoluş gerçekliklerinin olmazsa olmazı konumundadır.
İmam Rabbânî bizleri bireysel ve toplumsal olarak güçlü, kuvvetli, onurlu ve şerefli bir yürüyüş gerçekleştirmeye dâvet etmektedir. Kazanımlarımızı kaybetmemeye, çıktığımız yoldan geri dönmemeye, içimizdeki fitne ateşini söndürmeye, birbirimizle kenetlenmeye, düşmanın gücünü gözümüzde büyütmemeye, tehlikenin üstüne üstüne yürüyüp düşmanı püskürtecek onurlu bir duruş sergilemeye davet etmektedir.
İmam Rabbânî (k.s.) kendi zamanında Müslümanlara eziyet etmiş azılı bir Sih önderi olan Kobendval’ın öldürülmesinden duyduğu sevinci özellikle zikretmektedir. Kobendral’in öldürülmesiyle kitlesel saldırılar düzenleyen, masum insanların hayatlarına kasteden, Hindistan’da Müslümanlara soykırım uygulayan Hindûlara iyi bir tokat atıldığını, zulümlerine geçit verilmediğini anlatmaktadır.
Müslümanların entrikalar karşısında duyarsız, haksızlıklar karşısında tepkisiz, istîlâ güçleri karşısında korkak, saldırılar karşısında hazırlıksız kalamayacağını özellikle vurgulamaktadır. Hindistan’da 1014-1037/1605-1628 yılları arasında hüküm süren Sultan Selim Nureddin Cihangir’in kahramanlıklarından, düşmanlarını mağlup eden zaferinden, onurlu yürüyüşünden, mazlumların hakkına sahip çıkışından bahseden İmam Rabbânî izzet ve şeref sahibi Müslümanların her fırsatta kıyama kalkması gerektiğini vurgulamaktadır.
İmam Rabbânî şehâdet makamını velâyet makamının üstünde görmektedir. Velâyet makamını sûrî tecellîlere, şehâdet makamını ise zâtî tecellîye benzetmektedir.
Şehâdet mertebesinin böylesi yüceliği bir gerçekken kişinin cihattan uzak durması, hak ve hakîkat uğrunda savaşmaktan geri durması, düşmanlarına karşı kendi konumuna göre mücâdeleye girişmemesi kendi kendine zulümden başka bir şey değildir.
İnsanın kendi nefsine zulmetmesi tehlikeye davetiye çıkarması demektir. Kendine saygısı bulunup kendi gerçekliğinin farkında olanın ilâhî emânete sahip çıkması, değerlerini kuşanması, insanlık vazifesini gereğince yerine getirmesi gerekmektedir.
Kur’ân’da insanın zâlim ve câhil olduğundan bahsedilmektedir. Kur’ân’ın insanı zâlim olarak nitelemesini İmam Rabbânî, insanın kendi varoluş gâyesini unutması, hayata tutunmasını sağlayacak imkânları ortadan kaldırması olarak değerlendirmektedir. Kendilerine zulmeden insanlar kıymetlerini kaybetmiş, değerlerini tahrip etmiş, anlam haritalarını ortadan kaldırmış, âidiyet duygularını yitirmiş insanlardır. İlâhî emânete sahip çıkmamak en büyük zulümdür.
İmam Rabbânî insanın câhil olmasını, neyi istediğini, neyin peşinde olduğunu, ne için yaşadığını, ne uğurda mücâdele verdiğini bilmemesi, idrak etmemesi, algılayamaması olarak değerlendirmektedir. İmam Rabbânî’ye göre en büyük cehâlet idraksizlik ve bilinçsizliktir.
Bilgelik emâneti taşımaya lâyık olmak, câhillik ise emânetten yoksun kalmaktır. İnsanın zulüm ve cehâletle vasıflandırılması kendi gerçekliğinden uzaklaşması anlamındadır. Eşyânın künhüne vâkıf olan, varlığın dilini konuşan, yaratılmışların hakkını verebilen, âlemlere Hak nazarıyla bakan, varlık kitabını hakkıyla okuyan bahtiyarlar halîfelik vasfına sahip çıkmış, insanlık kalitesini yakalamış, tasarruf gücünü elde etmiş seçkinlerdir.
Kadir ÖZKÖSE
YazarKulsun, aziz bileceksin başkasını daGül de dikeninden usanır...İnsan ne mübārek bir varlık, bozulmadıkçaGüzel ahlâk ile boyanır...Aşağı görme hiç kimseyi, kibre kapılmaKişi yaptığından utanır...Kökümü...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Ahmed-i Yesevî, hikmetlerinde bizlere Kur’ân’ın öngördüğü zikir ibâdetini gündemde tutmakta, inananların zikirle uyanışa ermelerini öngörmektedir. Ahmed-i Yesevî, konuyu özellikle şu beş ana noktada e...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Tasavvufta mârifet; kişinin kendini tanıyarak Rabb’ini tanıması, Allah dostlarına âşinâlık kazanması, hakîkat bilgisine erişmesi ve irfân meclislerine kavuşarak, âriflerin sırrına vâkıf olması şeklind...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Bu vatan uğruna kıymetli candanTereddüt etmeden geçer şehitler.Bayrağa bulanmış renkleri kandanCennette gül olup açar şehitler.Düşmana ğöğsünü eylemiş siperAllah Allah diye en önde giderBulunmaz ne ga...
Şair: Ramazan PAMUK