Kadim Bir İlim Ve Medeniyet Merkezi: Endülüs
Tarık bin Ziyad’dan Gırnata Hükümetine yahut Avrupa'da Endülüs'ün Seyri
Endülüs İslâm medeniyeti, 711’deki fethinden 1492’deki çöküşüne kadar 881 yıllık bir dönemi kapsamaktadır. İslâm ordusu bu toprakları fethederek burada görkemli ve muasır bir medeniyet kurmayı başarmıştır. Bu köklü medeniyet, düşmanların tüm müdahalelerine ve siyasî oyunlarına rağmen yaklaşık sekiz asır hayatta ve ayakta kalmayı başarmıştır.
Avrupa'nın mühim bir parçası olan İspanya’nın (özelde söylemek gerekirse Endülüs'ün) Müslümanlar tarafından fethi, Müslümanlar için Avrupa’ya açılan hayırlı ve bereketli bir kapı olmuştur. Böylece fetihler Asya ve Afrika dışına taşırılarak fetih rûhu canlı tutulmuştur. Bunun yanında bu fetihle birlikte Müslümanlar Avrupa'nın bir parçası olmuştur.
Endülüs, 711 yılında Emevî Devleti komutanlarından Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nusayr ve Tarık bin Ziyad’ın gösterdiği üstün gayretlerle hayat bulmuştur. Musa bin Nusayr’ın fetih sonrası Tarık bin Ziyad’la İspanya’dan ayrılışı sırasında oğlu Abdülaziz’i Endülüs’e vali olarak bırakmasıyla başlayan Valiler Dönemi (714-756)’nde Endülüs’te yeni bir toplum nizamı oluşmuştur.
Endülüs, doğudaki Emevî Devleti’nin bir vilayeti olarak idare edilmiştir. Emevî Devleti’nin yıkılması neticesinde Abdurrahman bin Muaviye, Endülüs Emevî Devleti (756-1031)’ni kurmuştur. Bu dönem Endülüs’ün en parlak medeniyet seviyesine ulaştığı dönemdir.
İhsan Süreyya Sırma'nın "Ah Endülüs" adlı eserinde de belirttiği gibi “Dönemin sonuna yaklaşıldığında Kuzey Afrika’dan gelen Berber Müslümanlar, kendilerine daha önce zulmedildiğini ileri sürerek Endülüs Emîri el-Mueyyed Hişam’ı öldürürler. Hişam sonrasında iktidara gelenler, makamlarını koruyamadıkları gibi Müslümanlar arasında asırlarca sürecek olan taht kavgalarının başlamasına sebep olurlar."
Endülüs Emevî Devleti’nin yıkılmasından sonra başlayan Mülûküt-Tavâif (Beylikler) döneminde, parçalanma sürecine giren Endülüs merkezî idaresi, başkent Kurtuba dışındaki bölgelerde hâkimiyetini kaybetmiştir. Endülüs’te emirlikler ortaya çıkmıştır.
Zamanla Müslüman emirlerin kendi aralarında ihtilâflarını fırsata çeviren Kastilla Krallığı; Tuleytula, Kulumriye gibi önemli şehirleri Müslümanların elinden alarak Endülüs coğrafyasının dışında bırakmıştır. XIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde Gırnata, Mâleka ve Cebel-i Tarık dışında tüm Endülüs toprakları Müslümanlardan alınarak Hıristiyanların hâkimiyeti altına girmiştir.
Kurulan emirlikleri iyice kıskaca alan Hıristiyan güçlere karşı koyabilmek için Endülüs Müslümanları, bir Kuzey Afrika ülkesi olan Murâbıtlar’dan yardım istemiştir. Böylelikle Endülüs’te Murâbıtlar Dönemi (1090-1147) başlamıştır. Endülüs Müslümanları, Murâbıt Devleti’nin yıkılmasından sonra Hıristiyan baskılarına karşı koyabilmek için Muvahhidler’den yardım istemiş, böylece Endülüs'te Muvahhidler Dönemi (1147-1238) başlamıştır.
Muvahhidlerin Endülüs’ü savunmada yetersiz kalmaları nedeniyle, ülkedeki parçalanmalar artmış, böylece Endülüs’ün son dönemi olan Gırnata Hükümeti Dönemi (1238-1492) başlamıştır. Bu dönemde süren taht kavgaları ile çok sayıda emir ülkeyi yönetmek için tahta geçmiştir.
Bu devlet yöneticilerinin arasında basîretli idarecilerin olmaması Endülüs’ün sonunu getirmiştir. Bu da Avrupa topraklarında filizlenen kadim bir medeniyetin sonu olmuştur. Müslümanların elinde kalan topraklarda Nasrîler/Ahmerîler Devleti (1232-1492) kurulmuş, bu devlet 250 yıl ayakta kalabilmiştir. 1492 yılına gelindiğinde ise Gırnata’nın düşmesiyle Endülüs topraklarındaki Müslüman hâkimiyeti de tamamen sona ermiştir.
Endülüs, İslâm Kültürünün Sentezlendiği Kadim Bir Coğrafyadır.
Endülüs, İslâm kültürünün sentezlendiği kadim bir coğrafyadır. Zulme karşı direnişin sembolüdür. O, Avrupa’da kurulmuş en büyük medeniyetlerden biridir. 711’den 1492’ye kadar İber Yarımadası’nda hüküm sürmüştür. Sekiz asır hüküm süren bu sıra dışı kadim medeniyet, çağa altın mührünü vurmuştur.
Avrupa, insanî nefesleri buradan soluklanmıştır. Bugün İspanya’da Endülüs mirasının maddî ve mânevî yansımalarını bütün çıplaklığıyla görürsünüz. İspanyolcadaki Arapça kelimeler, bu uygarlığın köklü izlerinin sese ve söze ait olanlarıdır. Endülüs, nev'i şahsına münhasır coğrafî, siyasî, sosyal ve kültürel hususiyetleriyle İslâm tarihi içerisinde bambaşka bir yeri ve önemi olan bir bölgenin adıdır.
Endülüs demek, bize bu coğrafyanın kapılarını ardına kadar açan Târık bin Ziyâd demektir. Bu topraklarda dolaşırken Müslüman coğrafyasının doyumsuz havasıyla soluklanırsınız. Kendinizi bir Anadolu şehrindeki gibi huzurlu hissedersiniz. Zira maddî ve manevî yansımalarıyla Batı Avrupa’da bir İslâm atmosferi ve huzur adası inşa edilmiştir.
Endülüs, Avrupa ile Afrika Arasında Bir Çeşit Köprü Vazifesi Görmüştür.
Geçmişte “Hispania” ya da “Spania” olarak anılan, Müslümanların “Endülüs (el-Endelus)” diye adlandırdığı topraklarda köklü bir İslâm medeniyeti kurulmuştur. İslâm dünyasının hâkim olduğu bu topraklar günümüzde Portekiz ve İspanya Devletlerini üzerinde barındırmaktadır.
Endülüs coğrafyasını yerli halk ve dışarıdan gelenler şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. Yerli halkı, Müslümanlar yarımadaya girdikleri dönemde burada yaşayan topluluklardır. Dışarıdan gelenler ise fetihler için yarımadaya gelen Müslümanlardır.
Endülüs nüfusunun dışarıdan gelenlerini, fetih için bu topraklara gelen Müslüman Araplar ve Berberiler oluşturmaktadır. Zamanla yerli halktan İslâm’a girenler de Müslüman nüfus içinde yerlerini almışlardır. Yerli halktan Müslüman olanlara “Müvelled/Müvelledler” denilmiştir.
Afrika ve Avrupa arasında köprü vazifesi görmesi, arazi ve iklim yapısı, su kaynaklarının çok oluşu ve toprağının verimli olması nedeniyle yarımada; tarihte farklı ırkların, etnik unsurların veya dinlerin karşılaşma ve kaynaşma noktası olmuştur.
İslâm medeniyetinin kadim değerlerini barındıran Endülüs, Müslümanlar için büyük bir öneme sahiptir. Bunun asıl nedeni bu coğrafyada kıraat, tefsir ve fıkıh gibi İslâmî ilimlerin inkişaf etmiş olmasıdır. Buna İslâm felsefesiyle birlikte kelâm çalışmalarını da ekleyebiliriz.
İslâmî ilimler Endülüs’e iki koldan girmiştir. Bunlardan ilki fetih sürecine bizzat katılmış olan sahabe (Müneyzir el-Ifriki) ve tâbiûn (Musa b. Nusayr, Haneş es-San’âni ve Ali b. Rabâh el-Lahmi) vasıtasıyla olmuştur. İkincisi Endülüslü âlimlerin Mısır, Şam ve Hicaz’a hac yapmak ve ilim öğrenmek için yaptıkları seyahatler vesilesiyle gerçekleşmiştir.
Kıraattan Tefsire, Hadisten Felsefeye Endülüslü İslâm Âlimleri
Kıraat ilmini Endülüs’e ilk getiren âlim Gazi b. Kays Ebu Muhammed el-Endelûsî’dir. Kıraat ilminin bu topraklarda yayılmasına öncülük eden diğer ilim erbapları ise Mücâhid el-Amiri, Mekkî b. Ebi Talib, Ebu Amred-Dânî ve Ebu'l Kasım eş- Şâtibî'dir.
19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Endülüs’te önemli tefsir âlimleri yetişmeye başlamıştır. Bu alanda ön plâna çıkan âlim ise “et Tefsîru'l-Kebîr”in müellifi olan Bakî b. Mahled’dir. X. yüzyıl itibariyle tefsir ve kıraat ilminde ön plâna çıkan isim ise Ebû Muhammed Mekkî b. Ebî Talib’dir. XII. yüzyılda Gırnatalı Muhammed b. Atiyye’nin ön plâna çıktığı görülmektedir. Son olarak da “el-Câmi'u li Ahkâmil-Kur'ân (Kurtubi Tefsiri)” tefsirini yazan Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî dinî tahsilini Endülüs’te tamamlamıştır.
Usûl olarak hadis ilminin Endülüs’e girişi Abdülmelik b. Habib es-Sülemî tarafından gerçekleşmiştir. Endülüs’te hadis ilminde ön plâna çıkan bir diğer âlim de Bakî b. Mahled’dir. Kendisi İbn Ebi Şeybe’nin el-Musannef adlı eserini Endülüs'e ilk getiren kişi olarak bilinmektedir. Yine hadis ilminin Endülüs’te yaygınlaşmasının bir başka mimarı da Muhammed b. Vaddah’dır. Yine İbn Hazm da Endülüs'ün önde gelen muhaddislerindendir.
Endülüs’te felsefe alanında ilk dikkat çeken isimlerden biri "İbn Meserre" olarak tanınan Muhammed b. Abdullah el-Cebelî’dir. Endülüs, XII ve XIII. yüzyıllarda İbn Bâcce, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd gibi isimleri yetiştirmiş, böylece İslâm felsefesinin bu topraklarda benimsendiğini göstermiştir. Endülüs’te felsefenin zirvesindeki şahsiyet İbn Rüşd’dür. Bu alandaki bir diğer isim de “Hayy b. Yakzân” adlı eseriyle tanınan İbn Tufeyl’dir.
Endülüs’e Suriye'den gelip yerleşen âlimlerden, Evzâi’nin öğrencisi olan ve Kurtuba kadısı tayin edilen Sâ’sa’a b. Sellâm, hocasının görüşlerini Endülüs’te yaymıştır. Ziyad b. Abdurrahman ve Gazi b. Kays gibi ilim tahsili için Doğu’ya giden ve Medine'de İmam Mâlik b. Enes’e öğrencilik yapan Endülüslülerin geri dönmesiyle, İmam Mâlik’in görüşleri de Endülüs’te yayılmıştır. İsa b. Dinar, Yahya b. Yahya el-Leysi, İbn Habib ve el-Utbî, İmam Mâlik’in görüşlerinin Endülüs'te hâkim olmasında önemli rol oynamıştır.
Endülüs’te IX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kelâmî meselelerle ilgilenenler olmuştur. Bunlar arasında ilk dikkat çeken isim Muhammed b. Abdullah b. Meserre'dir. Eş'arî kelâmının Mağrib ve Endülüs'te yayılmasında Bakıllânî'nin öğrencileri büyük rol oynamıştır.
Endülüs’te tasavvufun ortaya çıkışı fetihle birlikte başlamıştır. Fethe katılan Hanes es-Sa’ânî, Ali b. Rebâh ve Meymûn b. Said gibi kişiler tasavvufun yayılmasında etkili olmuştur.
Endülüs’te tasavvufun bir düşünce sistemi olarak yaygınlık kazanmasında İbn Meserre’nin rolü büyüktür. Bu coğrafyadaki diğer önemli mutasavvıflar Tudmirli Muhammed b. Ebi'l-Hüsam el-Kaysi İbnu'l Arif, er-Ruaynî, İbn Berrecân ve İbn Kasî’dir.
Öte yandan tam adı Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtime olan "İbnü'l-Arabî" Endülüs’te tasavvufî düşüncesinin tartışmasız en önemli temsilcisidir. Endülüs'te tasavvuf alanında etkili isimlerden bir diğeri de Şazelî Tarikatı’nın şeyhlerinden İbn Abbâd er-Rundî'dir.
Endülüs'te Tarih, Coğrafya, Tıp, Astronomi ve Matematik de İnkişaf Etmiştir.
Endülüs’te tarih yazıcılığı IX. yüzyılın başlarında “Tarihu Abdilmelik b. Habib el-İberi” isimli eseriyle tanınan Abdilmelik b. Habib es-Sülemî öncülüğünde başlamıştır. XI ve XII. yüzyıllar bütün meselelere rağmen tarih yazıcılığı bakımından Endülüs’ün en verimli dönemi olmuştur.
Bu dönemde es-Sayrafi ve İbn Sâhibu’s-Salât gibi tarihçiler ön plana çıkmıştır. Yine el-Humeydî, ed-Dabbî, İbn Beşkuval, İbnûl-Ebrâr, Feth b. Hakan, Ebû Ubeyd el-Bekiri, Şerif el-İdrisi, İbn Cübeyr ve İbn Bessâm eş-Şenterini bu dönemde öne çıkan diğer önemli tarihçilerdir.
XIV. yüzyılda ön plana çıkan isimler İbnü’l Hatîb ve İbn Haldun olmuştur. İbn Haldun'un sosyologluğu, filozofluğu, siyaset ve devlet adamlığı da vardır. Suriye’den göç eden Yemenli Lisânüddin İbnü’l-Hatîb'i de unutmamak lâzım. Tarih sahasında bunlara Almeria'da doğan Sâid el-Endelüsî’nin ismini de eklemek gerekir.
Dinî ve pozitif ilimlerin her yönüyle inkişâf ettiği Endülüs'te coğrafya sahasında Ahmed er-Râzî, Muhammed el-Varrak, Yahudi asıllı İbrahim b. Yakub, Ubeyd el-Bekri, Ebu Hamid el-Mazinî, el-İdrisî ve İbn Cübeyr gibi isimler öne plâna çıkmıştır.
Endülüs’te tıp alanında tanınmış ilk kişi Kurtubalı Hamd b. Ebbâ’dır. "İbnu’s-Semîne" olarak anılan Kurtubalı Yahya b. Yahya da bu sahada önde gelen hekimlerdendir. Yine IX. yüzyıldaki Endülüs hekimleri arasında Hamdeyn b. Eban, Ahmed b. İlyas, Abdûlmelik b. Habib ve el-Harrânî isimleri de dikkat çeker. X. yüzyılda Saîd b. Abdurrabbin, İbn Abdurrahman b. Şüheyd ve Muhammed b. Abdûn öncü isimler olarak karşımıza çıkmaktadır. X. yüzyılın en büyük hekimi ise tabir caizse açık ara farkla ez-Zehrâvî’dir.
Endülüs’te tıp alanında Yahudi Hasday b. Şaprüt, İbn Vâfid ve Benû Zûhr ailesini de unutmamak gerekir. İslâm felsefesinin çok kıymetli isimlerinden İbn Bâcce'nin, İbn Tufeyl'in ve İbn Rüşd'ün aynı zamanda XII. yüzyılda Endülüs’te yetişen hekimlerden olduklarını hatırlatmak isterim.
Endülüs’te astronomi ve matematik ilimlerinin zamanına göre çok geliştiğini biliyoruz. IX. yüzyılda "Sâhibu’l-Kıble" olarak anılan Ebu Ubeyde el-Belensî'yi ve Berberî asıllı bir köle olan Abbas b. Firnâs'ı bu alanda inkişâf etmiş bir isim olarak görüyoruz.
Endülüs'te geometri ve astronomi alanında önde gelen isimlerden biri de İbn Hayy’dır. X. yüzyıldan itibaren Ebu'l-Kasım Mesleme el-Mecritî, Ebû İshak İbrahim ez-Zerkâle, İbn Seyyid, Ebû Âmir, Yusuf el-Mu'temen, İbn Muaz el-Ceyyâni, Câbir b. Eflah ve el-Bitrûcî gibi isimler astronomi ve matematiğe önemli katkılar sağlamışlardır.
"Endülüs’ün Öklidi" olarak anılan II. Abdurrahman Dönemi’nde sarayda görevli olan Mecrîtî de unutmamak gerekir. Bunlarla beraber XI. yüzyılın önde gelen astronomi mucitlerinden biri de ez-Zerkâle'dir. Öte yandan Benû Hûd emirlerinden Yusuf el-Mu’temen'in aynı zamanda iyi bir matematik ve astronomi bilgini olduğunu söylemekte fayda vardır.
XI. yüzyılda ise Endülüs’ün yetiştirdiği büyük matematikçilerden biri de İbn Muâz el-Ceyyânî’dir. İşbiliyeli olan ve Batı dünyasında "Geber" adıyla anılan Câbir b. Eflâh XII. yüzyılda yaşamış ünlü Müslüman astronomdur. Endülüs’ün astronomi âlimlerden biri de XII. yüzyılda yaşayan el-Bitrûcî'dir.
Endülüs Deyince Aklıma Eşref-i Mahlûkat İnsan, Çağları Şereflendiren İslâm Gelir
Endülüs deyince aklıma İslâm'ın çağları kuşatan, kibri değil mahviyeti hatırlatan sevgisi, hoşgörüsü ve ihtişâmı gelir. Endülüs deyince aklıma İslâm'ın çağlara hükmeden o güçlü sesini kendine ses eyleyen, sadece yaşadığı çağlara değil gelecek asırlara da hükmeden ilim ve sanat adamları gelir.
Endülüs deyince aklıma insanı insan yapan yegâne değerler olan ilim, irfân, edep ve erkân gelir. Endülüs deyince aklıma akıl, mantık ve sağduyu gelir. Endülüs deyince aklıma uzun süre taht kavgalarıyla sarsılan Endülüs'ün son hükümdarı olan Ebu Abdullah Muhammed'in Gırnata'yı İspanyollara teslim ettikten sonra tepeden son bir kez daha şehre mahzûn mahzûn bakıp hüngür hüngür ağlaması ve onun bu mahzûn hâlini gören annesi Ayşe Hanım'ın oğluna "Vaktiyle bir erkek gibi savaşarak savunamadığın şeyler için, şimdi bir kadın gibi ağlamak yaraşır sana." sözleri gelir.
Endülüs deyince aklıma merhamet ve ihsân gelir, eşref-i mahlûkat olan insan gelir, çağları şereflendiren İslâm gelir. Endülüs deyince aklıma millî şairimiz Mehmet Akif'in bu hazin öyküyü anlattığı "Endülüs tâcı elinden alınan bahtı kara,/Savuşurken o güzel mülkü verip de ağyâra,/Tırmanır bir kayanın sırtına etrâfa bakar;/Bırakıp çıktığı cennet gibi zümrüt ovalar,//Başlar ağlatmaya bîçâreyi hüngür hüngür!/Karşıdan Vâlide Sultan bunu pek haklı görür,/Der ki: Çarpışmadın erkek gibi düşmanlarla;/Şimdi, hiç yoksa kadınlar gibi ağla!" mısraları gelir.
Endülüs İlim ve Medeniyet Merkeziyken Batı Kapkaranlık Çağda Yaşıyordu.
Endülüs doğuda inşa edilen İslâm uygarlığının devamıdır. Onun içindir ki İslâm ilim ve medeniyetinde her ne gelişme olmuşsa bu Endülüs'e de her yönüyle yansımıştır. İslâm o dönemde altın çağını yaşarken Hıristiyan inancına mensup olan Batı (Avrupa) kapkaranlık çağını yaşıyordu. Değişik seferler ve vesileler nedeniyle İslâm medeniyetinin üstünlüklerini gören Batılılar bilim, felsefe, dil ve edebiyat alanlarındaki gelişmelerden yararlanmışlardır.
Müslümanlar ortalama sekiz asır boyunca Endülüs topraklarında hakimiyet kurmuşlardır. Bu süre içerisinde başta Hıristiyan İspanyollar olmak üzere, diğer Avrupalı devletlerle siyasî, askerî, ticarî, ilmî ve kültürel ilişkiler kurmuşlardır. Bu ilişkiler hem savaş hem de barış dönemlerinde kesintiye uğramadan devam etmiştir.
Söz konusu ülkeler ve medeniyetler arasında karşılıklı ilişkilerin neticesi olarak etkileşimler gerçekleşmiştir. Müslümanların ilim ve medeniyet birikimleri o zamanki Avrupa devletlerine aktarılmıştır.
Endülüs medeniyetinin sadece Batı dünyası üzerinde etkisi söz konusu değildir. Geniş bir coğrafyada hüküm süren İslâm devletleri üzerinde de birçok etkisi bulunmaktadır. İbn Hazm, İbn Bâcce, İbn Tufeyl, İbn Rüşd, İbnu’l-Arabî, müfessir elKurtubî, eş-Şâtıbî ve İbn Haldûn gibi isimlerin İslâm tarihinde iz bırakmış olmaları buna güzel bir örnektir.
Bir Rüyanın Hakikate Evrilişi, Edebiyatta Endülüs Yahut Endülüs’te Raks...
Bir zamanlar bütün dünyanın gözlerinin üzerinde olduğu ve gıptayla seyrettiği Endülüs, Türk ve dünya edebiyatlarında kendisine yer edinmiş kadim bir İslâm merkezidir. Bu topraklar göz kamaştıran kadim değerleriyle nice şair ve yazarlara ilham kaynağı olmuştur. Ünlü İspanyol yazar Miguel de Cervantes, anıtlaşmış eseri olan Don Kişot (Don Quixote)’u Endülüs’ün mümtaz şehirlerinden sayılan Sevilla (İşbiliye)’da yazmıştır.
İlmin ve medeniyetin yatağı olan Endülüs, sanat ve edebiyatta da hak ettiği yeri almıştır. Bunun ispatı niteliğinde Türk ve dünya edebiyatında konusu Endülüs olan çok sayıda roman mevcuttur. Endülüs konulu romanlar arasında Zuhuri Danışman'ın "Endülüs’te İslâm Cengâverleri", "Gırnata’nın Son Günleri", Ahmet Baydar'ın "Endülüslü Zidyâr", Ahmet Dağ'ın, "Kitâb-ı Endülüs", Ahmet Yılmaz Boyunağa'nın, "Endülüs Şahini", "Efsane Komutan Tarık bin Ziyad"; Beyazıt Akman'ın "Son Seferad" , Ben Kevan'ın "Endülüs Güneşi Ziryab", Hakan Metin'in "Endülüs’te Altın Çağ", İsmail Toraman'ın "Endülüs’te Hazan", İskender Pala'nın "Efsane", Kemalettin Çalık'ın "Pîrî Reis'in Serüvenleri/Endülüs Seferi", Enis Temizel'in "Piri Reis/Endülüs Macerası" , Muhsin Kadıoğlu'nun "Nar Ülkesi", Mehtap Abdi'nin "Endülüs’te Aşk", Mine Sultan Ünver'in "Sebastian Knight/ Bir Endülüs Hikâyesi", Mine Sultan Ünver'in "Hilâlin İki Ucu", Yavuz Bahadıroğlu'nun "Endülüs’e Veda", Sadık Yalsızuçanlar'ın "Gezgin" , Serdar Özkan'ın "Rumi’nin Kitabı" adlı eserleri sayılabilir.
İspanya deyince bazılarının aklına Real Madrid ve Barcelona gibi dünya futbolunun dev takımları gelse de; benim aklıma Endülüs, Endülüs deyince de Türk şiirinin zirve isimlerinden biri olan Yahya Kemal Beyatlı’nın “Endülüs’te Raks” şiiri gelir. Bu şiir, bizi buram buram maneviyat kokan kadim İslâm şehrine götürür. İşte Üstad’ın o tılsımlı beyitleri:
“Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı.../Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı...//Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir./İspanya neş’esiyle bu akşam bu zildedir.//Yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri,/İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri...//Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;/İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.//Alnında halka halkadır aşüfte kâkülü,/Göğsünde yosma Gırnata’nın en güzel gülü...//Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir/İspanya varlığıyla bu akşam bu güldedir.//Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;/Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...//Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli.../Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kerre öpmeli...//Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,/Her kalbi dolduran zile, her sineden: Ole!”(1)
Kurtuba (Cordoba) Şehri ve Gözü Yaşlı Kurtuba Camii Mâzisini Arıyor.
Günümüzdeki adıyla Cordoba, nam-ı diğer Kurtuba, Madrid’e yaklaşık 400 km mesafede bir İslâm şehri… Şehir, dümdüz bir araziye kurulmuş. İhtişamlı zamanlarında sekiz yüz binleri görse de, günümüzde şehrin nüfusu yarıya inmiştir. İbn Hazm, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd gibi edebiyatçı, tarihçi, âlim ve filozoflar bu topraklarda yetişerek isimleri zamanın göbeğine yazılmıştır. Kurtuba, var oluşundan beri İslâm’ın hüznünü yansıtan ayna olmuştur.
Endülüs Emevilerinin başkenti Kurtuba’da vaktiyle altı yüz cami bulunmaktaydı. Bunların en gözdesi ve ihtişamlısı Kurtuba Camii’ydi. Fakat bu cami, 1236’da katedrale çevrilmiştir. Guadalquivir(Vad’il Kebir) ırmağının kenarındaki bu cami, dünyanın en büyük ve kadim camilerinden kabul edilir. Bu mabet, en fazla sütuna sahip olmasıyla da dünyada tektir. Bu görkemli camiin at nalı şeklindeki mihrabı ve minberi görülmeye değerdir.
Kurtuba Camii bugün ne kadar görkemliyse, müminlerin secdelerine şahit olamadığı için, bir o kadar da hüzünlüdür. Elli bin cemaatin aynı anda ibadet edebileceği devasa Kurtuba Camii’nde, çan kulesine çevrilmiş minareleri görmek, insanın içini acıtıyor. A. Karakoç’un “Üşüyenler” adlı şiirindeki “Ezanlar buz tutmuş minarelerde” dizesi, tam da bu acıklı durumu anlatıyor. Kurtuba Camii, tevhid nidalarını duyacağı kutlu asırların özlemiyle yanıp tutuşuyor.
Dününü Hasretle Arayan Endülüs'te Gırnata (Granada), Sevilla (İşbiliye) ve Ötesi
Gırnata (Granada)’da cümle varlıklar size sanki gülümser. Zira bu mütebessim şehir, 1492’ye kadar İslâm uygarlığı dairesinde kalmıştır. Bugün o cadde ve sokaklarda dolaşırken bir İslâm şehri havasını doyasıya hissederek huzur bulursunuz. Buradaki İslâmî mimarî, şehrin doğu medeniyetine ait olduğunu adeta haykırmaktadır. Hüzün ve coşkuyu en iyi şekilde yansıtan Flamenko, Granada’yı da içine alan Endülüs’ün dünyaya armağanıdır.
Prof. Dr. Nazif Gürdoğan’ın şu tespiti çok doğru ve yerindedir: “İspanya’nın neresine giderseniz gidin, en güzel yapıların Müslümanların egemenliği döneminde yapılmış olduğunu görürsünüz. Bu yüzden İspanya’da Hıristiyanların egemenliği ne kadar sürerse sürsün, Elhamra ve Kurtuba Camii ayakta kaldıkça, kimse Müslümanların kültür ve sanat seviyesine ulaşamayacaktır.” (Hicaz’dan Endülüs’e, s. 156)” Doğru söze ne demeli, mükemmel teşhis…
Gerçekten de Endülüs bölgesinde İslâm’ın buram buram kokusu içimize dolar. Sevilla (İşbiliye) deyince de ünlü mutasavvıf, İslâm düşünürü ve şâiri Muhyiddin İbn Arabî gelir akıllara. Bu kıymetli ve kudretli İslâm âlimi, ilk eğitimini burada tahsil etmiş, uzun süre bu eşsiz topraklarda yaşadıktan sonra Şam, Bağdat ve Mekke’ye seyahat etmiştir.
İslâm şehirleri, insan merkezli medeniyetin mücessem abideleridir. Mekke, Medine ve Kurtuba bunların en başta gelenidir. Endülüs’ün payitahtı Kurtuba, İslâm medeniyetinin görkemli izlerini üzerinde gururla taşır. Buradaki mimarî, bu medeniyetin asaletini tescil eder.
Hayaller Hakikate Evrilir Yahut Gemileri Yaktıran Endülüs Fatihi Târık Bin Ziyâd
“Gemileri yakmak” deyimini dilimize kazandıran hadisenin kahramanıdır Târık Bin Ziyâd… O, Emevîler zamanında, Afrika’nın fethi için vazifelendirilmiş, Mûsa bin Nusayr’ın azâdlı kölesidir. Târık bin Ziyâd, emrindeki dört gemi ve yedi bin asker ile 711 (H. 92) yılında Endülüs’e hareket etti.
Askerler, İspanya’nın güneyinde gemilerden inip karaya çıktılar. Târık bin Ziyâd, bir rivayete göre bütün gemileri yaktırdı, sonra da askerlerine şöyle hitap etti: “Ey mücahit kardeşlerim! Görüyorsunuz, arkamızda deniz, önümüzde düşman var. Artık geriye dönüşümüz kalmadı. Düşmana saldırıp bu toprakları almadan başka çaremiz yoktur.”
Büyük bir öncü komutan olan Târık Bin Ziyâd, düşmana elçi göndererek onları İslâm’a davet etti. Bu teklifi kabul görmeyince, şiddetli bir savaş başladı. Târık Bin Ziyâd zorlu bir savaştan sonra, kral Doderiche’ye ulaşarak, bir kılıç darbesiyle onu yere serdi.
Endülüs fatihi Târık Bin Ziyâd, cesur, güçlü ve dirayetli bir komutandı. Aynı zamanda çok yetenekli bir hatipti. Sebte’den gemilerle İspanya’nın en güneyindeki Calpe bölgesine ulaşan Târık, karargâhını burada kurduğu için, iki kıtanın birbirine yaşlaştığı Cebelitârık, ismini ondan almıştır. Endülüs İslâm medeniyeti, bu gözü pek kahramana çok şey borçludur.
Zamana Meydan Okuyan İslâm Medeniyetinin Şaheseri: El-Hamra Sarayı
İspanya’da Endülüs İslâm Devletini kuran Müslümanlar, bu ülkede pek çok sanat eseri de meydana getirdiler. Bunların başında, 1232’de yapımına başlanan El-Hamra Sarayı gelmektedir. El-Hamra, İslâm mimarisinin Batı dünyasında en bilinen örneğidir.
Burası İslâm mimarisinin gurur abidesidir. ‘Kızıl’ anlamına gelen “el-hamrâ” sıfatı, inşaatta kullanılan kil harcın kızıla çalan rengi sebebiyledir. Bu saray, tarih boyunca birçok tahribata maruz kalsa da, mevcut hâliyle dimdik ayaktadır. Avrupa’daki engizisyon zulmüne karşı, İslâm’ın gülen yüzünü temsil etmektedir. Ayakta kalan İslâm saraylarının, tartışmasız, en şöhretli olanıdır.
El-Hamra Sarayı, Gırnata şehrine ve Darro Nehri’ne bakan, hâkim bir konumdadır. Arap Dünyası Enstitüsü eski Başkanı Edgar Pisani, Elhamra'yı bakın ne de güzel anlatır:
“Endülüs İslâm sanatını, Müslüman İspanya tarihinden ayrı düşünmek imkânsızdır... Elhamra inşâ edilirken hiçbir şey tesadüfe bırakılmamış, her detay itina ile hesaplanmıştır. Kavislerin bölünüşünde, tek ve çift sütunların hoşa geden bir tarzda yerleştirilmelerinde, kapı ve pencere yerlerinin tespitinde bunu anlamak mümkündür.
İşte bu sayede harikulâde perspektifler ortaya çıkmış, avlularla açık salonlar arasında güneş ışığı, suların akışı ve gölgelerin oyunu buluşturularak, dış âlemle inanılmaz bir uyum ve zarafet sağlanmıştır. Bu, sanki el değince kırılıp dökülecek hissi veren yüksek bir zarafettir.
Elhamra’yı gerçekten anlamak için, sarayın içindeki pek çok kitabeyi anlayarak okumak gerekir. Kur’an’dan alınan ayetlerin ve İbn-i Zamrak’la diğer Müslüman şairlerin mısralarının kazınmış olduğu bu kitabeler bazı duvarları tamamen kaplamakta, kemerler, kapı çerçeveleri ve sütun tekneleri boyunca uzayıp gitmektedir.
Öyle ki, bu yazıları süsleme motiflerinden ayırmak neredeyse imkânsız haldedir. Evet, Elhamra konuşur. Hem de kutsal kitabının sesiyle konuşur.”(2)
Kaynakça: 1. Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Beyatlı, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1961
M.Nihat MALKOÇ
YazarTasavvuf kitaplarında dünyanın önemsizliği, âhiretin önceliği öne çıkarılır. Bu meyanda, dünyaya önem vermeyen zühd âleminin büyüklerinin sözlerinden ve münzevî hayatlarından örnekler verilerek dünyad...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İnsan Arapça bir kelime olup "üns” ve "nesy” terimlerinin müşterek bir terkibidir. Üns yabanîliğin aksine; yakınlık, sevecenlik, ülfet ve alâka anlamlarına gelir.[1] Bu duygu insanın hemcinsleriyle v...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Klâsik Türk edebiyatı, Osmanlı edebiyatı, İslâmî Türk edebiyatı, Eski Türk edebiyatı gibi değişik isimlerle anılan, ancak Türklerin İslâm’ı seçmelerinden sonra ortaya çıkan ve hemen bütün Türk coğr...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Bir zamanlar Sovyet zulmü altında ezilen, değerlerinden ve değerlilerinden koparılan Türkmenistan, bağımsızlıkla birlikte Devlet Başkanı Saparmurat Niyazov (Türkmenbaşı) liderliğinde özüne dönme...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ