Herkes Ektiğini Biçer
Gündüzleri bir hazine bulmak için dağ bayır her tarafı kazarak vakit geçirenler muhtemeldir ki gece rüyalarında ya hazineleri ya da kazma kürek gibi âletleri görürler. Günlük hayatlarında sürekli birileriyle tartışıp didişen insanların gece rüyalarında birileriyle kavga ettikleri gözlemlenir. Tâbiri câizse stresle yatan kâbus ile uyanır.
Olaylara olgun yaklaşan halim selim insanlar ise rüyalarında bu hâllerinin bir yansımalarını seyrederler. Belki güzel bahçeleri, nehirleri, huzurlu yerleri ve mübârek insanları görürler. Gece aç yatanlar rüyada çeşitli yemekleri görürken, akşam tuzlu yemek yiyenler ise rüyada su içtiklerini görürler. Yani insan neye müştak ise rüyasında onu görür.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in aşkıyla çok salâvat getirenlerin rüyalarında Peygamber Efendimiz’i gördükleri söylenir. Gündüz onunla olanların gece de onunla olması son derece normaldir. Yine bunun gibi dünyada iken çok salâvat getirerek onunla bir gönül beraberliği kuranlar, âhirette de onunla beraber olacaklardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Kıyâmet günü bana insanların en yakını, en çok salâvat okuyandır.”[1]
Dünya ve Âhiret
Gündüz hayatımızda olup bitenler gece rüyalarımızı nasıl etkiliyorsa, bunun gibi âhiret hayatımızın nasıl olacağı da dünya hayatımızın nasıl olduğuyla alâkalıdır. Bu hususta Cenâb-ı Allah kullarını şöyle uyarmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.”[2] Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.”[3]
Ne gariptir ki dünya hayatımızı Rabb’imizin istediği bir kıvama getirmeden âhiret ile ilgili beklentilerimizin seviyesini yüksek tutabiliyoruz. Dünya hayatında Kur’ân hükümlerini yaşantımıza geçirmeden Kur’ân’ın şefaatine talip olup, Peygamber Efendimiz’in sünnetlerini hayatımıza aksettirmeden de cennette Peygamber Efendimiz’le komşu olmayı hayal ediyoruz.
Boğazına kadar dünyaya dalmış bir ömrün ardından âhirette cennetin en güzel köşklerinde oturmayı umuyoruz. Bir hocamızın sohbetinden dinlemiştim; “Seni iki adım ötedeki lavaboya götürüp abdest aldırıp, namaz kıldırmayan inancın, cennete nasıl götürecek?” diyordu.
Bilhassa Müslüman coğrafyasındaki zulümler ve katliamlar karşısındaki imtihanımız pek çetin geçiyor. Filistin’deki soykırım karşısında hiçbir şey yapamayışımız bizi kara kara düşündürüyor. On binin üzerinde şehidimiz varken, orada evlatlarımız hunharca katledilirken biz en küçük zevkimizden bile taviz veremiyorsak acaba hangi mazeretimiz bizi kurtaracaktır?
Düşünsenize yan odada evlatlarımız katlediliyor, diğer odada biz maç seyretmeye devam ediyoruz. Hani Müslümanlar bir vücudun organları gibiydi? Birine bir şey olduğunda diğerleri bundan etkilenirdi?
Ödül ve Ceza
Dünya imtihanı ödül ve ceza prensipleri üzerine kurulmuşken gerçekçi olmaya bir noktada mecburuz. Yani ödüle talipsek veya cezadan korkuyorsak bunun gereğini yapmak durumundayız. Unutmayalım ki günahların sevaplara üstün geldiği istikâmet üzere olmayan karmakarışık bir dünya hayatının sonu yine dünyadaki gibi karmakarışık olacaktır.
Kalitesiz bir tohumdan kaliteli bir meyve beklentisine girmek tutarlı bir davranış değildir. Âhiret hayatının çekirdeği de dünya hayatıdır. Yani dünya tarlasına ne ekilmişse ondan başka bir şey biçilmeyecektir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur: "Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onu görür; kim de zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, o da onu görür."[4]
Bir insan düşünelim; faraza sürekli şarkılar türküler dinliyor, nerede düğün eğlence var orada hazır bulunuyor, internette gereksiz vakit öldürüyor, televizyondaki boş programları takip ediyor, dizilerle, filmlerle, gayri ahlâkî programlarla vaktini zâyi ediyor. Sizce bu insan iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırma noktasında başarılı olabilir mi? İsabetli tespitler, mantıklı düşünceler, doğru yorumlar bu insandan sâdır olur mu? Bu insanın dini ile arası nasıldır? Mânevî değerlerine ne derece sahip çıkar?
Bir kafaya nerede boş ve faydasız bir şey varsa onu doldurup da o kafadan güzel bir şey çıkmasını bekleyemezsiniz. Bir satranç hastasının son nefesine geldiği zaman "Şah mat!" diyerek öldüğü anlatılır. Ömrünüzü ne ile geçirmişseniz, son nefeste de onunla karşılaşırsınız.
Bir arkadaşım inançsız yaşamış bir insana son nefeste kelime-i şahâdet telkin ettiğini onun ise inatla “Hayır!” anlamında kaşlarını yukarı doğru kaldırdığını söylemişti. Şu hâlde bereketsiz ve mâneviyatsız bir ömrün nihayetinde güzel bir ölüm nasip olur mu, bunu düşünmek lâzım.
İzlediğim bir videoda şöyle bir şey görmüştüm; yaşlı bir hoca efendi camiye gelen çocuklara şeker veriyor, onları teşvik ediyor ve ardından düşüp oracıkta emâneti teslim ediyordu. Allah’ın evinde, tam da Allah’ın küçük kullarına şefkat gösterirken son nefesi vermek nasip olmuştu bu hocamıza.
Bir başka videoda ise bir adamın bir eğlencede dans ederken düşüp başını bir yere çarparak öldüğünü izlemiştim. Onun için büyüklerimiz her zaman; “Ölümün dahî hayırlısını ver.” diyerek duâ ederler. Bizler de birer mü’min olarak elbette hayırlı bir yerde, hayırlı insanlarla beraberken emâneti teslim etmeyi isteriz.
Peygamber Efendimiz’in anlattığı bir kıssada çok günah işlemiş ve sonunda tevbe etmiş bir adamın iyi insanların olduğu yere doğru bir hicretinden bahsediliyor. Günahkâr kişi bir irâde ortaya koyuyor, eski kötü çevresini terk ediyor ve bundan sonra iyi insanların çevresinde olmaya karar veriyor. Bulunduğu yerden göç ediyor fakat ulaşacağı yere gidemeden yolda ölüyor. Melekler mesafeleri ölçüyorlar, hayır niyetiyle gitmeyi hedeflediği yere yakın olduğu için cennetlik olduğu bildiriliyor.
Burada çarpıcı soru şu olmalı? Nereye giderken ölmek istersiniz? Melekler bizim de mesafemizi ölçtüğünde acaba biz nereye yakın olacağız? İnsan hacca giderken, camiye giderken, mektep medrese yolunda ilim tahsil ederken, cihad ederken veya evine rızık götürürken ölebilir. Veyahut nefsinin peşinde koştururken, günah mahallerine giderken, meselâ bankaya kredi çekmeye giderken de ölebilir. İnşallah biz camiye, medreseye, sohbete ve yuvamıza yakın olanlardan oluruz.
Arkadaş Tercihi
Dünya ve âhiret denklemi içerisinde dikkat edilmesi gereken önemli konulardan birisi de arkadaş seçimidir. Dünyadaki her şey bir diğerinden etkilendiğinden dolayı hayatın çeşitli dönemlerinde bir tevâfuk eseri karşılaştığımız kişilerin bile bizim kişiliğimizde bir etki payları söz konusuyken bilinçli seçimlerimizin kişiliğimize ve yaşantımıza nasıl etkiler yapabileceğini düşünmek durumundayız.
İnsan dünyada kiminle beraber ise ahrette de onunla beraber olacaktır. Dünyada kime meyil edilmişse; "Kişi sevdiği ile beraberdir."[5] hadis-i şerifi mûcibince âhirette de onlarla olunacaktır. Dünyadayken falan şarkıcının, falan artistin veya falan topçunun peşine düşenler, âhirette âlimler, hocalar ve mürşidlerle birlikte olacak değillerdir.
Sosyal hayatta; iş yerinde, mahallede, apartmanda bazı kişilerle muhâtap oluruz, onlarla tanışık olmamız bizim kaderimizde daha önceden yazılmış olan bir durumdur. Nerede kimlerle tanıştığımız kaderin bir cilvesidir ve bu cilve ki dünya ve ukbâdaki konumumuzun nasıl olacağıyla da ilgilidir. Fakat burada bize düşen; karşılaştığımız kişileri iyi bir şekilde tanımaya çalışmak sûreti ile ilişkilerimizin mahiyetini buna göre belirlemektir.
Tanıştığımız ve irtibat kurduğumuz kişiler ya onlardan bir şeyler öğrenebileceğimiz kişiler ya da alıcıları öğrenmeye açık kimseler olmalıdır. Bunun dışındaki boş ve amaçsız birliktelikler insana ancak bir vebal getirir. Arkadaş ortamlarında lüzumsuz olarak konuştuğumuz birçok söz bize masum görünebilir.
Fakat unutmayalım ki yeryüzünde hiçbir söz öyle uçup da havaya karışmaz, tüm sözler Kirâmen Kâtibîn meleklerince bir yerde kaydedilirler. Söz vardır hiçbir faydası olmayan boş sözlerdir, söz vardır muhâtabın harf harf gönlünün derinliklerine işler, beynine kazınır. Bir harfi bile hedefinden sapmaz.
[1] Tirmizi, Salat, 357.
[2] 59/Haşr, 18.
[3] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663.
[4] 99/Zilzal, 7-8.
[5] Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165.
Aydın BAŞAR
YazarPeygamber Efendimiz (s.a.v.)'in ismi anıldığında salâvat getirmek kuşku yok ki dinimizin üzerimize yüklediği bir vazife ve Peygamber Efendimiz’in de üzerimizdeki bir hakkıdır. Kaldı ki; Yüce Allah (c....
Yazar: Aydın BAŞAR
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.”Allahu Teâlâ, Saff Sûresi 2-3. âyetlerde şöyle buyurmaktad...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
-6 yaşında Kur’an okumaya geçentorunum Ayşe Hilal’e-Şeker, şerbet, baldır dilin;Gözlerinde açar gülün,Açık olsun kutlu yolun.Sensin rüya, sensin hayal;Minik yavrum hep böyle kal.Yakana altın takıldı,E...
Şair: Yusuf DURSUN
Aziz Mahmud Hüdayi kimdir?Celvetiye Tarikatı’nın piri olarak bilinen Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri yaklaşık olarak 1541 tarihinde Şereflikoçhisar’da doğmuştur. Babası Fadlullah bin Mahmud’tur. Asıl ad...
Yazar: Aydın BAŞAR