İslâm Ümmeti Zulme Karşı Tek Yürek
7 Ekim'de başlayan Aksa Tufanı sonrası neler yaşandı?
07 Ekim 2023 tarihinde HAMAS öncülüğünde başlayan Aksa Tufanı sonrasında Evanjelistlerin emrindeki ABD ve Avrupa destekli İsrail ordusunun yaptığı karşı hamleler, ne acıdır ki Gazze'de taş taş üstünde, baş üstünde baş bırakmadı. Baskı ve yıldırma eylemlerinin çağırdığı operasyonun ardından Siyonist işgal rejimi Gazze’yi abluka altına aldı, Batı Şeria’yı yoğun bombardımana tuttu.
Gazze’nin önce elektriği, sonra suyu, sonra da insanî yardım yolları kesildi. Bazı Müslümanlar bu kanlı olayları başlatan kesim olarak HAMAS'ı görmekte ve suçlamaktadır. Oysa HAMAS durup dururken İsrail'e saldırmadı. Bunun öncesi ve bunu hazırlayan sebepler göz ardı edilmemelidir.
Zira 1-6 Ekim tarihleri arasında Mescid-i Aksâ her gün baskına uğradı. Biri Ramallah’ta, diğeri Nablus’ta olmak üzere iki Müslüman genç sorgusuzca sokak ortasında hunharca katledildi. Kudüs’te bir Müslüman kadın sokak ortasında Siyonist işgalci bir terörist tarafından dövülerek işkenceye maruz bırakıldı.
HAMAS’ın İsrail’in “Demirkubbe” diye adlandırdığı savunma sistemini beş bin roketle aşması ve koruma duvarlarını ise para-motorlarla geçmesi İsrail'in "yenilmez" diye nitelendirilen ordusunun itibarını yerle bir etti. İsrail bu hadiseyi Filistin'e (Gazze'ye) saldırmak için bir bahane olarak gördüyse de Müslüman'ın susması (eylemsizliği) doğru değildi. Onlar da susmadı zaten. Yıllardır alçakça işgallerini sürdüren zalimlere direndiler.
İsrail ile Filistin arasındaki savaş ve mücadele hiçbir zaman eşit şartlar altında olmadı. Çünkü İsrail, başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere, daima desteklendi. Desteklenmekle kalınmadı, şımartıldı da. Hem el altından da değil dünyanın gözü önünde, aşikâr bir biçimde.
On Emir'de geçen "Öldürmeyin!" ihtarına rağmen Müslüman kadınları ve kundaktaki çocukları öldürmekten büyük haz alan İsrail'in saldırılar için kılıf araması hiç de inandırıcı değil. Bunların durumu "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır." sözünü akla getiriyor. Zira bazı kimseler suçlu olduğu halde kendilerini güçlü hissederler. Onları böyle düşünmeye sevk eden, kendi şarlatanlıkları ve edepsizlikleridir.
Böyle kimseler zarar verdiği kişiyi susturmak bir yana, hiç utanmadan ve sıkılmadan onu suçlu ilân ederler. Kimi suçlular aynı zamanda serseri ve edepsiz de olurlar. İşledikleri suçları zarar verdikleri kimselere yüklemeye çalışırlar. Kendilerini "sütten çıkmış ak kaşık" olarak gösterirler. Bugün bunun dünyadaki en somut örneği İsrail'dir, vicdanları cüzdanlara sıkışmış, insanlıktan nasip alamamış Siyonistlerdir.
Bugünkü Kadar Olmasa da Biz Bu Filmi Defalarca Görmüştük
Kandan beslenen İsrail'in abluka altına aldığı Gazze'de ilk altı günde ufacık bir kara parçasına altı bin bomba atıldı. Bu ne büyük bir öfke, bu ne büyük bir nefrettir yahu! İsrail; âdeta cehenneme döndürülen Gazze’de bebek, çocuk, yaşlı demeden, kadın erkek ayırmadan sivillere bomba yağdırıyor.
Kırmızı görmüş boğalar gibi saldırıyorlar. Hayalet şehre dön(dürül)müş olan Gazze'de gıda yok, su yok, ilâç yok, elektrik yok. İki milyonu aşkın nüfusu olan şehirde evler yıkılmış, yakılmış; sokaklar ağzına kadar cesetlerle dolu...
Azmış ve kudurmuş kuduz bir köpeği andıran İsrail'in derdi rehineler, HAMAS filan değildir. Onların bir asra yakın zamandan beri tek dertleri var; o da Filistin'i topyekûn işgal etmek. Arz-ı Mev'ûd hayalini buradan başlatmak... Bunu gerçekleştirmek için HAMAS'ın saldırısını bahane ediyorlar. Gözleri dönmüş, kan içmeye hasret vampirler gibi hastanelere, okullara ve ambulanslara saldırıyorlar. Sokakları kan gölüne döndürmekte beis görmüyorlar.
Gelinen son noktada Gazze'deki bütün mahalleler yerle bir edilmiş. İçlerinde çocukların ve kadınların ekseriyeti teşkil ettiği 12 binin üzerinde insan şehit olmuş. Yakınlarını kaybetmeyen aile yok gibi. On binlerce insan çeşitli uzuvlarını kaybederek yaralanmış ve sakat kalmış.
Hastaneler bombalandığı için yıkılmış, görevlerini yapamaz duruma getirilmiş. Henüz ölümle tanışmayan ailelerin fertleri zorunlu göçe tabi tutularak, dağıtılarak paramparça edilmiş. Çığlıklar ve hıçkırıklar göğün yedinci katına ulaşmış. Gözyaşları sel olup akmış. Karamsarlık bulutları yeri göğü sarmış. Umut firar eylemiş. Herkes mahzun... Böyle feci bir manzara soykırım değil de nedir Allah aşkına!
Şartlar oluşmadıkça savaş bir cinayettir. Hani derler ya "Savaşın da bir ahlâkı olur." diye. İsrail terör devletinde bunun esamisi bile okunmuyor. Kullanımı yasak olduğu hâlde fosfor ve misket bombaları kullanıyorlar. Yaralılara insanî yardım ulaştıran tırların ülkeye girmesine müsaade etmiyorlar. İstiyorlar ki yaralılar ilkyardım göremeden ölsün. Bu konuda BM'nin kararlarına da uymuyorlar. Çünkü BM'nin kararlarının herhangi bir yaptırımı yok.
Bilindiği üzere İsrail'in Filistin topraklarını işgali 1967'den beri artarak sürmektedir. Batılılar ve ABD'liler bu toprak gaspını yapanlara işgalci değil de yumuşak bir tabirle "yerleşimci" demektedir. Oysa bu, işgali meşrulaştırmak gayretinden başka bir şey değildir.
Filistinlilerin evlerini, tarlalarını, dükkânlarını; kısaca her şeylerini silahlı terörle ele geçirenlere kelimenin tam karşılığı olarak gaspçı terörist denmelidir. Fakat onlar bile isteye bu tabiri kullanmaktadır. Onları anladık da bizim medyamız neden bu çirkin tuzağa düşmektedir?
Filistin Davası Arap Ülkelerinin Umurunda mı?
İslâm ülkeleri arasında Filistin meselesine (davasına) Türkiye kadar duyarlı, Türkiye kadar kararlı ve samimi bir devlet mevcut değildir. Zira Filistin meselesi Türkiye için kırmızı çizgi hükmündedir. Bunda Filistin'in Osmanlı'nın bakiyesi olmasının da etkisi vardır.
Filistin'e bir rahmet gelecekse bu, Türkiye vasıtasıyla gelecektir. Uzun senelerden beri süren ve kronikleşen Filistin sorununun çözümünde her zaman olduğu gibi kilit ülke Türkiye'dir. Bunu Türkiye de, Arap dünyası da, Avrupa da, ABD de iyi bilmektedir. Onun içindir ki İsrail'in dostları, Türkiye'nin bu husustaki hamlelerini endişeyle takip etmektedirler.
Filistinli Arapların kıskaca alınarak nalla mıh arasında yaşamaya mecbur bırakıldığı bu karanlık zamanda Arap Birliği'nin ve İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın ne işe yaradığını anlamak mümkün değildir. Bu teşkilâtların başındaki kelli felli adamlar bu trajedi karşısında hiç mi vicdan azabı duymuyorlar, hiç mi yürekleri sızlamıyor, hiç mi muhasebe yapma gereği duymuyorlar? Bunların Kudüs'e ve ilk kıblemiz Mescid-i Aksâ'ya dair bir planları yok mu?
Arap ve İslâm ülkelerindeki çoğu yöneticinin paha biçilemez saraylarında bir eli yağda bir eli balda saltanat sürerken Müslümanların acılarını görmemeleri Müslümanlığın neresinde vardır? Yoksulluk içindeki halklarına despotça davranan, kendileri lüks içinde yüzen bu üst düzey idareciler bu dünyada olmasa da öteki âlemde hesap vereceklerini hiç mi düşünmüyorlar?
Bu dünyada halklarını korkutup ve kandırıp elde ettikleri koltuklarından ölümle birlikte kalkacaklarını, mahşer günü zerreden bile hesaba çekileceklerini bilmiyorlar mı? "Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir." ayetini hiç mi duymadı bunlar?
Yine bunlar "Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman'dan bir sıkıntıyı giderirse, Allahu Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allahu Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter." hadisinden haberdar değiller mi? Bu ne aymazlık, bu ne vurdumduymazlıktır.
Bunlar "Müminler bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir azasına bir diken batsa, bir ıstırap duysa vücudun her tarafı ondan rahatsız olur." hadisinden de mi nasiplenememişler. Bu aymazlar hiç mi Hıristiyanların birliğinden ders almazlar?
Arap ülkelerinden Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, Trump yönetimindeki ABD'nin ortaya koyduğu ve Arap ülkelerine dikte ettirdiği Abraham (İbrahim) Antlaşmalarıyla Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'in İsrail'le aralarındaki buzların çözülmesini sağlamıştır. Böylece İsrail ile BAE arasında güçlü ekonomik bağlar kurulmuştur.
Bu normalleşme adımları aynı yıl içerisinde genişleyerek Fas ve Sudan’a da ulaşmıştır. Bu diplomatik atılımların gerçekleşmesi İsrail’in elini güçlendirmiştir. İş birliğine dayanan ekonomik girişimler, Abraham Anlaşmaları ülkeleri ile İsrail’in ticaret rakamlarında çok ciddi bir artış sağlamıştır.
İsrail bugünkü vahşi saldırılarını bu anlaşmaların verdiği rahatlıkla gerçekleştirmektedir. Bundan sonra bu anlaşmalar, ekonomik cazibesinden dolayı, Suudi Arabistan ve Katar'ı da içine alabilir. Normalleşmenin bölgeye yansımaları Ürdün ve Mısır’ı etkileyerek onların da İsrail'le işbirliği yapmasına zemin hazırlayabilir.
Böylece İsrail'in karşısında duranlar, ekonomik anlamda da olsa yanına geçebilirler. Bunun işaretleri şimdiden görülüyor. Böyle bir durumda bu devletler nasıl olup da Filistin'i destekleyecekler? Elin Evanjelist ABD'si ve onun başkanı, İsrail'i Araplara pazarlarken bizim İslâm devletleri niçin buna karşı bir hamlede bulunmuyorlar? Bunun hesabını Allah'a kim, nasıl verecek?
Birleşmiş Milletler Mağdur Müslümanlar Olunca Birleşememiş Milletler'e Dönüşüyor
Birleşmiş Milletler (United Nations-BM), İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan büyük devletlerin liderliğinde 1945'te oluşturulan bir dünya teşkilatıdır. 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan savaşların ve barışa yönelik tehditlerin tekrarını önlemek ve uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla kurulmuştur.
Birleşmiş Milletler'in görevi dünyada barış ve güvenliği korumaktır. Uluslararası bir anlaşmazlığa yol açabilecek her türlü çekişmeli durumu soruşturmaktır. Uluslararasında çekişmeli konularda anlaşma şartlarını önermektir. Silahlanmayı denetleyecek planlar hazırlamaktır. Peki, BM bugüne kadar bunların hangisini hakkıyla ve lâyıkıyla yaptı? Görevini yapmadığı gibi, ülkelerin bazılarını kayırarak taraf tuttu.
Birleşmiş Milletler (BM)'in Gazze'de yaşanan acıları durdurma konusunda herhangi bir iradesinin, gücünün ve kararlılığının olmadığı aylardan beri açık seçik görülüyor. Öyle ki katil İsrail, 193 üyesi olan BM'nin yardım deposunu vuracak kadar bu kurumu hafife alıyor.
193 devletin iradesini temsil eden (ettiği varsayılan) BM, Müslümanlar mağdur olduğunda, adının tam aksine Birleşememiş Milletler görüntüsü veriyor. Müdahalesine çok ihtiyaç duyulan böyle bir durumda böyle taraflı davranan bir kurumun varlığı hiçbir şey ifade etmiyor. Onun için BM'nin lağvedilmesi gündeme gelmeli, hatta lağvedilmelidir.
Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasından sonra, başta ABD olmak üzere, Avrupa devletleri Ukrayna'nın yanında yer alarak tek ses, tek nefes oldular. Rus oldukları için dünyaca ünlü sanatçılardan Çaykovski ve Dostoyevski'yi bile bir kalemde sildiler. Rusya'ya çok ağır ambargo uygulayarak ekonomik anlamda elini kolunu bağladılar.
Rusya da onlara sattığı gazı kesti. Enerji ihracatını durdurdu. Batılı devletler bundan çok mağdur olsa da Hıristiyan Ukrayna'yı rahatlatmak için bu sıkıntıları sineye çektiler. Fakat aynı Batı ülkeleri Müslüman Filistin halkının çektikleri sıkıntıları, oluk oluk akan kanı, tam karşılığıyla bu korkunç katliamı ve soykırımı görmezden geliyorlar. Mazlumun ve çocuğun Müslüman'ı, Hristiyan’ı mı olur? Zulüm kime yapılırsa yapılsın, insan olan herkes ona karşı olur.
“Hak”, “hukuk”, “adalet” denilen kavramların içlerinin boşaltıldığı bu zulüm çağında dünyada düzeni sağlamaya memur edilmiş Birleşmiş Milletler Teşkilâtı (BM), Lahey Adâlet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi uluslararası kuruluşların ne işe yaradığını sorsak da sağlıklı cevap alamayacağımızı biliyoruz.
Bir buçuk aydan beri Gazze'de insan hakları ve uluslararası hukuk ihlâl ediliyor. Savaşın da bir hukuku ve ahlâkı olabileceği gerçeği hiçe sayılıyor. Büyük bir barbarlık örneği sergilenerek Gazze halkının elektrik, gıda ve su ihtiyaçlarını gidermesine bile müsaade edilmiyor.
Bu da onları toplu olarak ölüme mahkûm etmek anlamına geliyor. İsrail'in yaptığı katliam ve soykırım, başta ABD olmak üzere, Batılı devletlerce görmezden gelinerek adeta üç maymun oynanıyor. İsrail'e bir nevi taşeronluk yapılıyor. Böylece güçlünün yaptığı yanına kâr kalıyor. Bu da zalimlerin ileriye yönelik eylem planlarında cesaretlenmesine neden oluyor. Oysa zulme rıza göstermek ve hiçbir eylemde bulunmamak da inancımızca zulümdür.
Müslüman'ın Müslüman Kardeşinin Derdine Duyarsızlaşması Hayra Alâmet Değil
Zalimler birlik oldu da, Müslümanlar oldum olası birlik görüntüsü veremediler. Fındıkkabuğunu doldurmayan şeyleri ayrışma sebebi saydılar. Ayrıntılarda boğularak özü kaybettiler. Aynı dinin mensupları olan Arap'ı ve Acem'i Türk'e düşman ettiler.
Böyle acı bir tablonun mevcut olduğu bir durumda "Arz-ı Mev'ûd'u düşleyen İsrail, Müslümanların (ümmetin) sinir uçlarıyla oynuyor." demek de tuhaf geliyor bana. Zira gelinen bu noktada Müslümanların sinir uçları kalmamış maalesef. Ümmet başıboş, ümmet duyarsız, ümmet şuursuz, ümmet gaflet uykusunda, ümmet sahipsiz, ümmet yitiğinin farkında değil.
Müslümanlar ne zamandan beri kardeşlerinin dertlerine bu kadar duyarsızlaştı? Sıkıntılar duâ, bedduâ, salâ okuma, gıyâbî cenaze namazı kılma, slogan atma, hamâsî nutuklar çekme eylemleriyle giderilebilir mi? Fiilî duâ olmadan kavlî duâ ne işe yarayabilir?
Müslüman kardeşi için duâ eden kişi, duâ öncesinde ve duâ sürecinde elinden gelen tüm gayreti göstermelidir ki ettiği duâ karşılık bulsun. Miskin miskin oturmakla bu işler çözülmez. Bizlerin yapması gereken işleri Allah'a yaptırmaya kalkışmak yüzsüzlük ve pespayeliktir.
ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İsrail gibi ülkelere lânet okumakla, bedduâ etmekle onların zulme hizmet etmelerine engel olamayız. Müslümanlar olarak bizler de onlar gibi bilime ve teknolojiye mesai harcamalıyız. Onlar gibi güçlü ve donanımlı ordular kurmalıyız.
Onlar gibi ekonomik yönden güçlü olmalıyız. Bunları gerçekleştirebilirsek dünyada caydırıcı bir konuma gelebiliriz. Aksi halde bugünkü acıları yaşamaya mahkûm oluruz. Sözün bu noktasında milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un şu mısraları bize ders verecek niteliktedir:
"Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?/Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize?//Birbirinden muteferrik bu kadar akvâmı,/Aynı milliyetin altında tutan İslâm'ı,//Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir./Bunu bir lâhza unutmak ebedî haybettir...//Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;/Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.//Siz bu davada iken yoksa, iyâzen-billâh,/Ecnebiler olacak sahibi mülkün nâgâh.//Diye dursun atalar: 'Kal'a içinden alınır.'/Yok ki hiçbir işiten... Millet-i merhûme sağır!/Bir değil mahvedilen devlet-i İslâmiyye.../Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye.//Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;/Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez."
Türkiye'nin Gazze'deki Bu Sağlam Duruşu Lisan-ı Hâl ile "One Minut" Demektir
Türkiye her zaman olduğu gibi Filistin meselesinde de tavrını haktan ve hakîkatten yana koydu; güçlünün değil haklının, mazlumun ve mağdurun yanında oldu. Bunu bir insanlık ve Müslümanlık vazifesi olarak bildi. Böylece farkını ve farklılığını bir kere daha gösterdi.
Türkiye, bu hak ve hakikat davasında yalnız kalacağını bile bile mazlumların gür sesi, kimsesizlerin kimsesi oldu. Din, dil, ırk ayrımı gözetmeden, çivisi çıkmış bu dünyada şiddete, işgale, teröre, sömürüye karşı durdu. Sömürge ve işgal politikası izleyen İsrail'e dersini verdi. Büyükelçisini geri çağırdı.
Çirkin, alçak, ahlâksız, ruhsuz, vicdansız ve şerefsiz siyasete "dur" dedi. Tutarlı bir siyaset güderek krizi çok iyi yönetti. Başta ABD olmak üzere, bütün yandaş Batı ülkelerini Filistin'de yaşanan vahşet karşısında insafa ve izâna çağırdı. Durdukları yerin yanlış olduğunu yüzlerine haykırdı. Bir kere daha lisan-ı hâl ile "One minut!" dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın HAMAS’ı terör örgütü değil mücâhitler olarak gördüğünü açıklaması dünyada şok etkisi yarattı. Zira Erdoğan'dan bu kadar açık ve net bir hüküm beklemiyorlardı. Fakat maalesef iç siyasette bu hususta ayrışmalar oldu.
Ukrayna'yı El Üstünde Tutan Avrupa, Filistin'deki Vahşeti Görmezden Geliyor
İsrail'e yaptırımlar uygulamayı bırakın, kınama konusunda bile birlik içinde olmayan Avrupa devletleri BM gibi çok kötü bir insanlık imtihanı veriyor. Bu kanlı savaşta, daha doğrusu soykırımda, ABD baş şeytan rolüne soyunmuş. İngiltere de her zaman olduğu gibi ABD'nin sağ kolu olma geleneğini sürdürüyor.
Her zaman Türkiye'nin karşısında durmayı hüner sayan Fransa da destekçileri... Almanya, soykırımcı ataları Hitler'in günahını affettirmenin peşinde... Aklı bir gelip bir giden, iki düşüp bir kalkan, boşlukla selâmlaşmasıyla meşhur ABD'nin titrek ve dönek Başkanı Joe Biden, İsrail'i ziyaret ederek desteklerini belirtiyor.
Biden bu esnada kankası Netanyahu'ya öyle bir sarılıyor ki az kalsın adamın kaburgaları kırılacak. Onun akıl hocası olarak bilinen ABD Dışişleri Bakanı Bilınkın küstahça “Ben burada ABD Dışişleri Bakanı değil, bir Yahudi olarak bulunuyorum.” açıklaması yaparak barıştan yana olmadığını, İsrail'den yana olduğunu açıkça dile getiriyor.
Bilinmelidir ki İsrail, sadece İsrail'den ibaret değildir. Onların güçlü lobileri ve ağa babaları vardır. Başta ABD olmak üzere, Batılı devletlerin bu uzun susuşları hayra alâmet değil. "Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır." sözü onların konumunu belirliyor.
Alçaklar güruhu olan İsrail ordusu Gazze'nin bir an evvel tahliye edilmesini istiyor. Ne güzel ya! Biz Gazze'den çıkalım da siz evlerimize, arazilerimize buyurun! Bir insana böyle ahlâksız bir teklifte bulunmak ancak vicdanı, aklı ve mantığı firar eden sizlere yakışırdı.
Ey zulmün ortakları olan ABD ve Batılı devletler, bu deli saçması sözleri sarf eden Siyonistlerin yaptığına utanıp sıkılmadan "İsrail'in kendini savunma hakkı" diyeceksiniz. Her şey ayan beyan ortadayken savaş gemilerini okyanus ötesinden Doğu Akdeniz'e konuşlandıracaksın.
Bu da yetmezmiş gibi İsrail'e ek askerî silah yardımı vaat edeceksiniz. Topraklarını canhıraşane savunmaya çalışan ve bu uğurda ölümü göze alan HAMAS'ı terörist ilân edeceksiniz. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu... Allah sizi bildiği gibi yapsın!
Onlar Büyük İsrail Devletini Kurmanın Peşindedirler
Siz zannediyor musunuz ki İsrail, Filistin topraklarını ele geçirince yerinde oturacak. Bunun ikinci, üçüncü aşamaları ve daha ötesi de var. Çünkü onlar "Arz-ı Mev'ûd" (sözde İsrail diyarı, vaat edilmiş topraklar) hayalini Kızılelmaları olarak görüyorlar.
Onu gerçekleştirene kadar savaşmaya ve nihayetinde öldürmeye devam edecekler. Ta ki " Arz-ı Mev'ûd " hayalden hakikate geçinceye kadar... Eski Ahit’te geçen bir bölüm, evanjelistlerin ve Siyonistlerin ele geçirmek istediği toprakları göstermektedir. Büyük İsrail'i teşkil edecek " Arz-ı Mev'ûd " çok geniş bir sahayı içine almaktadır. Nil ve Fırat arasındaki bu topraklar Irak, Suriye, Mısır, Sudan ve Türkiye’yi kısmen; Ürdün, Lübnan ve Kuveyt’in ise tamamını kapsamaktadır.
İsrail tehlikesi sadece Filistin'e matuf değildir. Onlar Büyük İsrail devletini kurmanın peşindedirler. Akla ve mantığa sığmasa da bu konuda büyük hayaller kurmakla meşguller. Biz Müslümanlar güçlü bir şekilde birbirimizi desteklersek, mezhep ve etnik kimlik kavgasına düşmezsek Batı'nın ve büyük şeytan rolündeki ABD'nin oyununa gelip de birbirimizin kuyusunu kazmazsak ve tek ses olursak " Arz-ı Mev'ûd " İsrail için hiç gerçekleşmeyecek bir düş olarak kalır. O zaman İsrail'i anlatmak için "Aç tavuk kendini darı (buğday) ambarında görür.", "İtin duâsı kabul olsa gökten kemik yağar." atasözünü söyler geçeriz.
Son Söz Niyetine yahut "Mevlâ Görelim Neyler, Neylerse Güzel Eyler."
Filistin sorunun çözümü zor olsa da imkânsız değildir. Öncelikle bütün Müslümanlar, Filistin (Kudüs ve Mescid-i Aksa) meselesini izzet ve iffet meselesi olarak görmelidir. Bunun gereği olarak da bir ve beraber olmalı, topluca hareket etmelidir. Merhum Mehmet Akif'in de dediği üzere "Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez." Unutulmamalıdır ki küfür tek millet olduğu gibi Müslümanlar da tek millettir. Bunun Türk'ü, Arap'ı, Afgan'ı, Hint'i olmaz.
20 Eylül 1187’de Kudüs’ü kuşatan, Miraç mucizesinin yıl dönümü olan 27 Recep 583'te (2 Ekim 1187) bir cuma günü Kudüs’ü fetheden Selâhaddin Eyyubî şöyle der: “Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki… Madem ölümden korkuyoruz, niçin evlerimizde oturup da çocuklarımızla keyfimize bakmadık, askerliğe girdik? Bizim borcumuz, düşmanın azlığını çokluğunu kıyaslamak değil ona karşı durmaktır. Silâhınız paslanıyorsa bilin ki imanımız da paslanıyor demektir. İman sahibi kişi asla haksızlığa sabredemez.”
Etnik kökeni her ne olursa olsun, Müslümanlar İslâm (Kur'an-ı Kerim) paydasında tek ses ve tek yumruk olursa, nüfusu 10 milyon bile olmayan, fakat nüfuzu yüz milyonluk ülkelerin fevkinde olan İsrail bu kadar pervasız davranamaz. Siyonistler Müslümanların dağınıklığını ve gevşekliğini yakinen görüp bildikleri için böyle rahat hareket edebiliyorlar.
Müslüman dediğin umudunu her daim diri ve iri tutar. Zira şartlar ne olursa olsun Allah'tan umut kesilmez. Yarınların kime ne getireceğini ancak Allah bilir. Yüce Allah buyuruyor ki "Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz."
Bize düşen sünnetullah gereği bize düşen vazifeleri yerinde ve eksiksiz yapmaktır. Şüphe yok ki Allah nurunu tamamlayacaktır. Rabbimiz "Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır." diyerek bu gerçeği bize hatırlatmaktadır.
Allah nurunu tamamlayacaktır ama bu gerçekleşirken biz hangi noktada ve hangi tavır içerisinde olacağız? Genelde Filistin, özelde Gazze sınavını hakkıyla ve lâyıkıyla kazanabilecek miyiz? Şahsî açıdan bakarsak bütün mesele budur. Onun için herkes Gazze'de kendi sınavını veriyor. Rabb’im bize de Gazze'ye de bu büyük imtihanı kazanma gücünü ve ferasetini versin.
M.Nihat MALKOÇ
YazarSeher vakti uyanıpAllah de günlüm AllahBoyun büküp el açıpAllah de gönlüm AllahDilde olmasın isyanKalpte silinsin nisyanUyan gözlerim uyanAllah de günlüm AllahDur dîvâna sen içtenRûhun süzülsün hiçten...
Şair: Hulusi TATAR
Bize 15 Temmuz gecesi vatan bahşeden aziz şehidim!...15 Temmuz kalkışması bağımsızlığımızı, millî irâdeyi, demokrasiyi, hukuk devletini; nihâyetinde birlik ve beraberliğimizi hedef almıştı. O gece; mi...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Tanpınar'ın "Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında." dediği zaman, aslında bizi her yönden bağlıyor. Çünkü zaman bir çeşit ömür ölçerlik vazifesi de yapıyor.Vakti ölçme ve tayin etme çok eskide...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
İnsanoğlu var olduğu günden beri dünyadaki nesneleri bazen merak bazen ihtiyaç gibi çeşitli sebeplerle toplama ve biriktirme hevesi içine olmuştur. Bunda çok kere zamanın yok ediciliğinden kurtarmak v...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ