Mehmet Raîf Efendi ve Edep Burçları
Nakşbendî Tarîkatı’nın önde gelen isimlerinden olan Mehmed Raîf Efendi’nin hayatı hakkında detaylı bilgi bulunmamaktadır. İstanbullu olduğu bilinen Raîf Efendi, İstanbul’da 1309/1891’de vefât etmiştir.
Eyüp’te bulunan Halvetiyye Tarîkatı pîrlerinden Ümmî Sinan Dergâhı’na defnedilen Mehmet Raîf Efendi’nin velûd bir müellif olduğu anlaşılmaktadır. Şemâil-i Şerîf Tercümesi,[1] Mekâsıdü’t-tâlibîn,[2] Mîzânü’s-sülûk, Âdâbü’l-mecid ve’l-câmi‘,[3] Tefsîr-i Şerîf, Tefsîr-i Sûre-yi Yûsuf ve Bazı Ehâdîs-i Şerîfe Şerhi adlı eserleri telif etmiştir.[4]
Mîzânü’s-sülûk’te Gönül Şehri ve Edep Burçları
Mîzânü’s-sülûk, Mehmed Raîf Efendi’nin mânevî yolculuğun inceliklerini anlattığı eseridir. Nakşbendiyye Tarîkatı’nın seyrü sülûk ilkelerinin anlatıldığı bu eser, 1300/1882 yılında İstanbul Mihran Matbaası’nda basılmıştır. Eser, otuz sayfadır.
Mehmed Raîf Efendi, esere bir şiir ve münacaât ile başlar, ardından eserini telif gerekçesini dile getirdiği kısa bir girişe yer verir. Mehmed Raîf Efendi, eserini herhangi bir başlık veya bölüm şeklinde bir yapılandırmaya gitmeden kaleme almıştır.
Kişinin imân sahibi olması, akabinde nefsinin zincirlerinden kurtulması gerektiğini belirterek esere başlayan müellif, zâhir ve bâtınî ilim, ihlâs, edep, Allah dostlarını sevmek, mürşid hakkında gerekli olan edep, niyet, râbıta, vird, hatim, sülûk ve mücâhede gibi konularda bilgi verir.
Müellif, bu ve bunlara benzer konularla aslında mürşid-mürid ilişkisini detaylı bir şekilde açıklamayı hedeflemiştir. Eserin sonunda beş vakit namazın ardından okunması gerektiğini belirttiği salâvat-ı şerife örnekleri sunar.
Mehmed Raîf Efendi’nin bu eseri, dilinin sadeliği, kompleks meseleleri herkesin anlayabileceği örneklerle anlatması ve Nakşbendiyye yolunun esaslarını çok sade ve kısa şekliyle takdim etmesi gibi yönleriyle dikkat çekici bir çalışmadır.[5]
İlim ve amelin hakîkat yolculuğunda her insan için vazgeçilmez başlıklar olduğunu belirten Raif Efendi, bütün ibadetlerin başının dünyayı terk etmek olduğunu söyler. Mârifetü’n-nefs, mârifetü’d-dünya ve mârifetü’l-âhiret süreçlerini idrak etmesi gereken hakîkat yolcusunun varlık iddiasından vazgeçip fenâ ve bakâ tecrübesiyle hakîkat burçlarına ulaşabileceğini belirtir.[6]
Bu mânevî yolculuğun ancak bir mürşid-i kâmil rehberliğinde başarıya ulaşmasının mümkün olduğunu vurgulayan Raîf Efendi, Hakk’ın feyzinin tâlibe ancak ihlâs, edep ve Allah dostlarına muhabbetle lütfedileceğini de söyler.[7]
Mürşid-i kâmil ve mürid arasında riayet edilmesi gereken sekiz edep başlığından bahseden Raif Efendi, bunları, niyet, râbıta, mürşid ile huzur, mürşid ile mükâleme, mürşide hizmet, ihlâs ve talep, vird u hatim ve sülûk ve mücâhede edebi şeklinde sıralar.[8]
İlk olarak niyet edebinden bahseden Raif Efendi, “Ameller niyetlere göredir.”[9] hadis-i şerifinden hareketle niyetin her işte önem arz ettiğini kalple ilgili adımlarda ise daha da önemli hâle geldiğini belirterek konuyu değerlendirmeye başlar.
Ardından hakîkat arayıcısının her amelinde ihlâsa sahip olmasının gerekliliğini dile getirir ve bunun ancak tâlibin irâdesinde sâdık olan mürid için niyet edebi ile olabileceğini, onun kalp yönelişinin şeyhi vasıtasıyla âlemlerin yüce Rabb’ine, onun rızâsını bu şekilde talep etmesiyle mümkün olabileceğini savunur.
Tâlibin, dünyevî ve uhrevî amaç, beklenti ve bâtınî hâller olan kurb, velâyet, irşâd ve marifet gibi Allahu Teâlâ’nın dışındaki şeyleri istememesi gerektiğini dile getiren müellif, tâlibin yönelişinin sadece kulluğu yerine getirme gayesiyle Allahu Teâlâ’ya şeklinde olmasının zaruretini de aktarır.[10]
İkinci olarak râbıta edebini gündeme getiren Raîf Efendi, öncelikle hayal merkezi olan iki kaş arasında mürşidin rûhânî yönünü iki gözü arasına nazar ederek şeklinde gerçekleştirilen râbıtanın önemine işaret eder.
Feyzin kaynağı olduğunu söylediği bu noktadan râbıta yapmanın mürşid-i kâmili vesîle edinerek onun rûhâniyetinden istifade edip mürîdin kalbinin hazır hâle gelerek aşama aşama kalbine feyzin akmasına sebep olacağını söyler.
Râbıta ile tâlibin nefsinden kurtulup tecellîleri yansıtan mürşid-i kâmilin kalbini kendisine ayna edinmesine hakîkat yolcusuna tavsiye eden Raîf Efendi, Hakk’a yönelişin (seyr ilallâh) kalpten başlayıp maksûd olan Allahu Teâlâ’ya vuslatta râbıtanın tâlibe kazandıracağı hareket kabiliyetinin değerine işaret eder.
Râbıtanın, hakîkat yolcusunun mürşidinin şahsına, fiillerine ve taatine muhabbetini de gösterdiğini söyleyen müellif, râbıta sayesinde tâlibin hayalinde mürşidin sürekli bir tesire sahip olacağını da râbıtanın bir kazanımı olarak zikreder.
Fenâ fi’ş-şeyh/şeyhte fânî olmak tecrübesinin ancak râbıta ile elde edilebileceğine belirten Raîf Efendi, mürşide ulaşan feyzin tâlibin onunla olmak şuuru (maiyyet) ile tâlibe aksedeceğini ve bu yola hakîkat arayıcısının daha ileri mertebelere doğru yol alacağını savunur.[11]
Gönül şehrinin üçüncü edep burcu olarak mürşid ve huzur edebi konusunu gündeme taşıyan Raîf Efendi, feyzin müridin üzerine akmasının yolunun mürşidine ve onun huzurunda bulunurken riayet edilecek huzura riayete bağlı olduğunu söyler. Raîf Efendi’ye göre edebin zâhir ve bâtın boyutları vardır.
Zâhir olarak huzur edebini şöyle tarif eder: “Mürid, mürşidin yüzüne bakmadan huzurunda boynunu eğip, bir kölenin her şeyine sahip olan efendisi olan sultandan kaçıp geri huzuruna getirilmiş gibi hudû içinde olmalı. Mürşidi emretmeksizin oturmamalı. Dinin gereği, tarîkatın bir gereği veya mürşidin maslahatı olmadıkça kendiliğinden kelâma başlamamalı.
Mürşidin huzurunda bulunanlar ile konuşmamalı. Her ne kadar yaşlı da olsalar konuşmaktan sakınmalılar. Âşık olan kimse, mâşûkundan başkasından müstağni olduğu hâlde nasıl huzurda durursa öylece durup mecliste olanlara asla iltifat etmemeli.
Zira müridin mürşide taaşşuk ve tâzimi Hak Teâlâ için olduğundan taaşşuk ve tâzim hakîkatte Bârî-i Teâlâ’yadır. Suskun ve gözleri yumuk halde durup istifâde için yakarma ile bâtına yönelmelidir. Velhâsıl mürşidini Rasûlullah (s.a.v.)’ın vekîli, hüküm ve tasarrufta sultan kabul etmeli. Mürşidine olan muâmelesini Rasûlullah (s.a.v.)’a veya sultana olan muâmele gibi bilmeli.”[12]
Raîf Efendi, bâtın itibariyle huzur edebini ise şu şekilde tarif eder: “Mürşidin huzuruna vardığında müridin kalbi gâfil olmamalı veya nefsinde adem-i meyl ve kerâhet olmamalı.
Zira bunların hepsi mürşidin kalbinin müridden nefret etmesine, mürşidin gözünden düşmeye ve onun kalbinden çıkmaya sebep olur. Zira her müridin mürşid kalbinde bir yeri ve sığınağı vardır. Bu konuda şu söz söylenmiştir: “Yedi kat gökten yere düşmek, bâtın ehlinin kalbinden düşmekten daha iyidir.”[13]
Dördüncü burcun mürşid-i kâmille konuşma edebi olduğunu söyleyen Raîf Efendi, mürid mürşidi ile konuşacağı zaman izin isteyip mürşide hoş olmayan çirkin bir iş ve meydana gelişinden bahsetmekten sakınmalı, der ve ekler:
Mürid, sesini aşağı ve yavaşça kıldığı hâlde kölenin efendisi huzurunda konuştuğu gibi konuşmalıdır. Zira Hak Teâlâ, bazı hakîkî mürşid ashâbıyla konuşmada edeben düşük tonlu sesle konuşulmasını emretmiştir: “Seslerinizi nebinin sesinin üzerine çıkarmayın.”[14]
Müridin mürşidin konuşmasını kalp ve diliyle tasdîk edip lafız ve kalp olarak “Neden böyle dedi?” gibi düşüncelerden sakındırması gerektiğini belirten Raîf Efendi’nin nakline göre tahkîk erbabının “Mürşide, neden böyle söylüyor ya da söylemiyor, diyen mürid iflah olmaz” demiştir.
Mürşidin fiilinden ve o fiilin hikmetinden sual ile karşı gelmenin edebe mugayir olduğunu aktaran müellif, müridin bunları hemen kalp huzuruyla tasdîk ve sükût etmesi gerektiğini savunur.[15]
Gönül şehrinin beşinci burcunu mürşide hizmet olarak dillendiren Raîf Efendi’ye göre mürşid-i kâmile beden, amel ve mal ile hizmet etmek mümkündür ve her alanın kendine özgü gerekleri söz konusudur.
Buna göre mürid, mürşide hizmeti, Resulullah’a (sav) hatta Hakk Celle ve Alâ’ya râcî olduğunu düşünerek bu hizmeti Hakk tarafından bir nimet bilmeli ve bu lütfa mazhar ve o hizmete kendisinin lâyık görülmesine memnun ve müteşekkir olmalıdır.
Mürid, kalbinde mürşide hizmette bir çekince hissetmemelidir. Amel itibariyle hizmette ise mürid, mürşidin emreylediği nesneyi asla geciktirmemeli ve verilen emir başını kesme emri dahî olsa, bunu yapacak bir âlet bulamasa bu emri de geciktirmemelidir.
Mürid, emre muhalefet etmemeli ve nefsinin iyiliğine dâir onu öncelemelidir.[16] Mürşide mal itibariyle hizmette ise mürid, Hak Teâlâ’nın kendisine verdiği bütün mal ve evlâdın ezel âleminde mürşidin bereketiyle verildiği inancında olmalıdır.
Mürid, mal ve evlâdın hepsi mürşidin olup kendisini onun tasarrufu altında, yediği, içtiği ve giydiği şeylerin mürşidin kereminden olduğuna inanmalıdır. Mürid, mürşide bir şeyi verdiği halde mürşidi utandıracak bir yerde/zamanda vermemelidir.
Mürid, mürşide ikrâmını göstermeyi hedeflememelidir. Mürid, ikrâmını bizzat mürşidine değil onun hizmetçisine teslim etmelidir. Verdiği şeyin mürşid tarafından kabulünü kendine nimet saymalıdır. Buna karşılık Hak Teâlâ’ya teşekkür etmelidir.[17]
Gönül şehrinin kalesinde altıncı burcun, kalbin istifâdesi için ihlâs ve talep edebi olduğunu belirten Raîf Efendi, ihlâs ve talep edebini elde edebilme için müridin mürşidi Resûlüllâh’ın (sav) vekîli ve âlemde Allah Teâlâ’nın gölgesi olarak bilmesi gerektiğini söyler.
O, müridin, mürşidi kendisini terk ederse Allah Teâlâ ve Resûlü’nün (sav) reddeylemesi, kabul ederse aynı şekilde Allah Teâlâ ve Resûlü’nün (sav) eylemesi şeklinde inanması gerektiğini ve “Mürşidde öyle bir rûhâniyet vardır ki müridden ilgisini hiç kesmez” diye kabullenmesini zaruri görür.
Raîf Efendi, müridin samimi kalpten Mevla’sını talep ettiği halde muhabbetle dolup taşması ve bunu öyle bir hissiyatla yapmalı ki, müridin bu talebi onu mal, aile, makam ve arzularına kısaca sahip olduğu her şeye hatta vücûduna bile bakıp onunla ilgilenmekten alıkoymalı, diyerek talep edebine dair bir aktarımda bulunur.[18]
O, kalbin istifâdesi için hazır hale geliş keyfiyetini ise şu şekilde tarif eder: “Mürid, hayâl ve beklentilerini dünya ve ahiretten, bütün bâtın hallerden hatta vücûdundan kesip bütün mâsivâyı unutmuş kimse gibi olmalıdır. Mürşid vesîlesiyle ilâhî feyze tâlip olduğu halde nazarını kalbin derinliğine yönlendirip kalbini mürşidin kalbine bağlayıp ilâhî feyzi oraya doldurduğunu düşünmelidir.
Bunu Allah Teâlâ’dan gâfil olmayarak, istekli, yakarış halinde ve muhabbetle dolu olarak şu şekilde inanarak yapmalıdır: Kalbi açıldığında ilâhî feyz denizler misâli kalbine yöneldiğine ve kendisi her ne kadar idrâk etmediyse de bunun böyle olduğuna inanmalıdır. Zira idrâk, vusûl için şart değildir.
Bunun şartı, talep ve vuslat anına yakînen inanmaktır. Hakk Teâlâ, şöyle buyurmuştur: “”Ben kulumun zannı üzereyim.”[19] “Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.”[20]
Vird ü hatim ve ziyaret edebini yedinci burç olarak nakleden Raîf Efendi’nin ifadesine bakıldığında vird edebinde müride abdest alıp boş, kimsenin olmadığı bir yerde kıbleye dönmüş olarak tahiyyata oturmuş gibi virdinin çekmeyi tavsiye ettiği görülür.
Yine o, müridin dış meşguliyetleri terk edip beş, on beş veya yirmi beş istiğfar okuyup sonra zikre başlamasını ve sünnete tâbî olmak ve güzel son için dua etmesini de ona tavsiye eder. Hz. Peygamber (sav) ve silsilede bulunan pîrâna Fatiha ve İhlâs surelerini okuyarak onları yâd etmenin müridin mânevî ilerlemesi için elzem olduğunu söyleyen Raîf Efendi, müridin gözlerini yumup ölüm tefekkürü yaparak virdini etkili hale getirmesinin de zaruri olduğu kanaatini paylaşır.
Ardından müridin rabıta yapmasını ve bu şekilde nefis, şeytan gibi engelleri aşarak hakîkî feyze mazhar olmasını telkin eder. Râbıtadan sonra “İlahî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî/Ya rabbi, gayem Sensin ve talebim rızandır” cümlesini manasını düşünerek kalp ve dil ile okumayı, ardından vukûf-ı kalbî ile meşgul olmasını tavsiye eden müellif, vukuf-ı kalbîyi şöyle tarif eder:
“Manevî yolculuk merkezlerini her türlü meşguliyetten kesip “Allahü Ehad/Allah tektir” lafzından murâd olan Zât-ı Mukaddes Celle Celâlühü’yü cemiyet-i kalp ile yönelmiş olduğu halde bütün bakış ve idrâkleriyle kalbinin ortasına ve derinliğine yönelmesidir. Bu mülâhaza en az on beş dakika miktarı olmalıdır.
Mürid, bundan daha fazla yaparsa daha fazîletli olur. Bu hâlette müstağrak olup mürid gece gündüz göremez bir hâle gelirse bu hâlet onun yükselmesine ve mânevî yolda mesâfe almasına sebep olur. Bilinmeli ki vukûf-ı kalbî tarîkatın rüknü, esas ve temelidir.”[21]
Raîf Efendi, hatim edebini müridin gözlerini yumup başlangıcında beş, on beş veya yirmi beş istiğfar okuyup sonrasında biraz râbıta-i şerîfe yaptıktan sonra hatmin başlangıcından sonuna kadar vukûf-ı kalbî için kalbe nazarı ilkâ etmesi ve hatmi okuyuşta aynı şekilde vukûf-ı kalbîyi tatbiki şeklinde tarif eder.
O, râbıta ve vukûf-ı kalbîden sonra yedi defa Fâtihâ-i Şerîfe okunmasını, bundan sonra yüz salavât-ı şerîfe, yetmiş dokuz defa “Elem neşrahleke sadrek/İnşirah suresini”, bin defa ihlâs-ı şerîf, yedi defa Fâtihâ-i Şerîf okumayı hatim edebinin ilkeleri olarak nakleder.
Devamında yüz defa salavât-ı şerîfe getirilmesini, meşâyih silsilesindeki hazretlerin ruhlarına hediye ve duâ eylemeyi ve hatmin sonuna kadar aralıksız feyzin kalbe nüzûl ettiğini itikat eylemyi hatim edebinin diğer ilkeleri olarak aktarır.[22]
Sekizinci ve son burcun sülûk ve mücâhede edebi olduğunu belirten Raîf Efendi, ilk aşamada niyet temizliğinin önemine dikkat çeker. Öncelikle dünyevî ve uhrevî işler ve amaçlardan olsun gerekse bâtınî hallerden fetihler, kurb ve velâyet gibi şeylerden olsun beraberdir, bunlardan niyeti temizlemek gerekir, diyen Raîf Efendi, müridin kalp gözünü her bir tahayyülâttan münezzeh olan Zât-ı Baht-i Mukaddes Celle Celâlühü Hazretleri’ne nasbeylemesini temel adım olarak nakleder.
İkinci olarak bütün günâhlardan tevbe suyu ile nefsini yıkayıp kendini ölü düşündüğü halde bu yıkamayı aynı ölü yıkması gibi düşünmeyi, iki rekât tevbe namazı kılıp dünyadan ve tekraren yeryüzüne çıkmaktan ümidini kesmiş bir şekilde olmayı bu edebin şartı olarak aktarır.[23]
Üçüncü olarak devamlı abdestli olmak, dördüncü şartın ise gece ve gündüz dâimâ zikir hâli üzere bulunmak olduğunu belirten müellif, beşinci aşamanın devamlı vukûuf-ı kalbî, altıncının isterse uhrevî olsun havâtırı terk etmek, yedincinin ise her ân kalp ile Hakk’ı talep etmek olduğunu belirtir.
Sekizinci hassasiyetin dînî gereklilik dışındaki konuşmayı terk etmek olduğunu aktaran Raîf Efendi, dokuzuncu olarak az yemeyi ve onuncu başlık olarak az uykuyu zikrettiği görülür.[24]
Netice olarak ifade etmek gerekirse Raîf Efendi, mürşid-i kâmille mürîd arasında zâhir ve bâtın etkili bir iletişim için gerekli gördüğü şartları sıralamış ve eserini herkesin anlayabileceği bir sadelikte kaleme almıştır.
Raîf Efendi’nin burada zikrettiği başlıklar seyrüsülûk sürecini ve bu sürecin taraflarını konu edinen birçok eserde daha önce zikredilmiştir. Raîf Efendi, özellikle Nakşbendiyye tarîkatıına mensup sûfîlerin gönül kalelerine dikilmesi gereken burçlar olarak naklettiği bu başlıklarla seyrüsülûk sürecinin taraflar açısından başarıya ulaşması için dikkat edilmesi gereken hususları bir defa daha gündeme getirmiştir.
Raîf Efendi’nin Mîzânü’s-sülûk’ta zikrettiği başlıklar mânevî yolculuğun taraflarının psikolojik ve fizikî yönlerini dikkat alan ilkeler olması bakımından da önem arz etmektedir.
[1] A. Azmi Bilgin, “Hz. Muhammed’in Muhtasar Şemâil-i Şerif Tercümesi'inde Geçen Vasıfları”, Türkiyat Mecmuası 26/1, (2016), 81-88.
[2] Mehmed Raif, Mekasıdut-tâlibîn, çev. Abdulkadir Dedeoğlu (İstanbul: Osmanlı Yayınevi, 1976); Umut Kaya, 1839-1923 Tarihleri Arasında Osmanlı’da Ahlâk Eğitimi (İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2012), 213, 277.
[3] Mehmed Raîf, Âdâbü’l-mescid ve’l-câmî‘, haz. Abdullah Rüştü Kişi, Din ve Hayat, (2013), 114-119.
[4] Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, haz. Ali Fikri Yavuz-İsmail Özen (İstanbul: Meral Yayınları, t.y) 1/429-430.
[5] Sâfi Arpaguş, Kübra Betül Baydar, “Tasavvuf ’ta Âdâb ve Erkân Risâleleri”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 15/30, (2017), 307; Mehmed Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), haz. Fatih Çınar (İstanbul: Kitap Dünyası, 2022), 7-8.
[6] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 11.
[7] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 12-13.
[8] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 13.
[9] Buharî, “Bedü’l-Vahy”, 1; Müslim, “İmâre”, 155; Ebû Dâvûd, “Talak”, 11.
[10] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 14.
[11] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 15.
[12] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 18.
[13] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 19.
[14] Hucurat 49/2.
[15] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 20.
[16] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 21.
[17] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 21-22.
[18] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 23.
[19] Buharî, “Tevhid”, 15; Müslim, “Zikr”, 2.
[20] Nisa 4/46. Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 24-25.
[21] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 26-27.
[22] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 27-28.
[23] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 29.
[24] Raif, Mîzânü’s-sülûk (Mânevî Yolculuğun Ölçüleri), 30.
Fatih ÇINAR
Yazarİnsan, hayatı boyunca sürekli bir mücadele içinde. Bir yerlere varabilmek, bir şeylere ulaşabilmek için sürekli bir çabanın içinde. Tabiî dünyada yaşayabilmenin de kendine göre kuralları var. Dünyanın...
Yazar: Erol AFŞİN
Rabbini çok hatırlaEmrine uy sabırlaİsyan etme kahırlaBirgün her çile biter,Üzülme, Allah yeterYolda batsa da dikenYol alır zahmet çekenMevlâ yardımcın ikenNe gam gerek ne kederÜzülme, Allah yeterAğır...
Yazar: Mahmut NACAR
Dünyanın merkezi Asya’ya doğru kayarken, Türk dünyasına olan ilgi her geçen gün daha da artmaktadır. Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulmasıyla birlikte, Kafkaslardan Anadolu’ya kadar bütün Orta Asya ...
Yazar: Kemal DEMİR
“Müslümanların kendilerine has bir tarih okuma modelleri var mıdır?” sorusuna cevap arayarak konuya girecek olursak, bu soruya şöyle cevap verebiliriz: Hayatın hiçbir alanını boş bırakmayan bir dinin,...
Yazar: Aydın BAŞAR