Tevbeye Değer Katmak
Etrafımızda tanıdığımız pek çok insan vardır; hayatları sıradan bir şekilde devam ederken birden değiştiklerini ve Allah’a yöneldiklerini görürüz. Bazen bir Cuma sohbeti buna vesile olur. Vâizin insanı kalbinden yakalayan konuşması dinleyenin içinde var olan cevherin birden ateş almasına sebep olur ve ortaya çok güzel bir Müslüman çıkar.
Bazen arkadaşların tavsiyesiyle Eyüp Sultan’da kılınan bir sabah namazının mânevî atmosferi insanı kucaklar, Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) ile birlikte aynı safta namaza durmuş gibi bir başka iklime dalar ve namaz sonrasında türbenin yanında ellerini Rabb’in huzuruna açarak hayata çok farklı devam edeceğine dair söz verir.
Bazen Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sakal-ı şerîfini ziyâret, bazen musallâda yatan bir ölünün sessiz seslenişi, bazen bir sel veya zelzele insanın hayata yeni bir başlangıç yapmasına sebep olur.
Kimi zaman güzel bir mü’mine Allah için yapılan ziyâret, insanın düzensiz hayatını alabora eder. Tevbe ederek geçmişe bir sünger çeker ve hayatına yeniden başlar. Çevremizde, bu şekilde kendisine çeki düzen veren ve ömrünün geri kalan kısmını iyi bir Müslüman olarak sürdürmeye çabalayan insanlar az değildir.
Bu samîmî mü’minlerin durumu, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i her zaman görme imkânı olmayıp da uzaktan arada bir gelerek, hayatlarının geri kalanını aldıkları enerjiyle devam ettiren sahâbîlere benzer. Allah Rasûlü’nde ve etrafındaki kutlu sahâbîlerinde gördükleri olağanüstü güzellikteki hayattan etkilenerek memleketlerine çok farklı birer insan olarak dönerler. Beldelerine vardıklarında, aldıklarını aktaran birer yansıtıcı gibi, çevrelerindeki tanıdıkların İslâm’ın güzellikleriyle bezenmesine vesile olurlar.
Şimdilerde ziyâretlerine gittiğiniz yeni hacılarımıza bir bakınız. Yüzlerinde dünyadan uzaklaşmanın; günleri dolu dolu, Allah ile birlikte geçirmenin; kalbi dünyadan tasfiye etmenin ve tatlı bir mü’min olmanın mânevî aydınlığını yüzlerinde görürsünüz. Geçekten de yüzlerine bir nur inmiştir.
Kâbe’de Rablerine bütün günahlarından tevbe ettiklerine, geçmiş hayat defterlerini kapatıp yeni bir sayfa açtıklarına söz vermişlerdir, arınmışlardır. Hacdan geldiklerinde gördüğünüz o yüzler, yeni başladıkları farklı hayatın başlangıç dönemidir. Bu sebeple, tevbenin ve Allah’a yakın olmanın güzelliği yüzlerini aydınlatmıştır.
Tevbe Uyarılarını Dikkate Almamak
Hayat, kendisini düzeltmesi için insanın önüne sayamayacağı kadar böyle güzel fırsatlar çıkarır. Ancak herkesin bunları fırsat bilerek hayatına çekidüzen verdiğini söylememiz zordur. Bazen büyük şehirlerdeki cenâze namazlarına şahit olursunuz:
Musallâya konan cenâzenin onu tanıyanlara söylediği hiçbir şey yokmuş gibi, katılımcıların önemli bir bölümü kenarda bekleyerek cami cemâatinin cenâze namazını kılmasını bekler. Bir kısmı da cenâze namazını kılmakla birlikte, bir şeyi kutlamaya gelmişçesine arkadaşlarıyla olağan günlük konuşmalarını devam ettirirler, hiçbir ders ve ibret almadan cenâze merâsimini bitirerek evlerinin veya işlerinin yolunu tutarlar.
Hayata kaldıkları yerden aynen devam ederler. Bir cenâze, bir âhiret yolcusu, bir ölüm habercisi uğurlanmamış gibi; sanki ölüm onların kapısına uğramayacakmış, aynı yere uzanmayacaklarmış gibi.
Tevbede Sebat Etmek
Mü’minin, hayatın önüne çıkardığı fırsatları ganîmet bilerek kendisine çekidüzen vermesi çok önemli olmakla birlikte, önemli olan bir husus daha vardır; değişimi devamlı kılmak. Nitekim etrafımızda nice insanlar görürüz, hayatın kendilerine sunduğu fırsatı en iyi şekilde değerlendirirler, ancak bunu fazla devam ettiremezler.
Meselâ hac ibâdetini yerine getirdikten sonra bir müddet ibâdetlerine ciddiyetle devam eden, haram-helal hususunda son derece hassas olan, ağzından kötü bir söz çıkmaması için çırpınan bazı insanlar, bir müddet sonra bu değerleri kaybetmeye başlarlar ve neredeyse hac öncesi hayata geri dönerler. Aradan bir dönem geçtikten sonra üzerlerinde sadece “hacı” ismi kalır. Bu da onlarla alay etmek için kullanılır. “Hem hacısın, hem de yaptığına bir bak.” anlamında.
Benzer durumları, güzel bir insanı ziyâret ettikten veya güzel bir sohbet halkasında anlatılanlardan etkilendikten sonra hayatında değişiklik yapan bazı kimselerde görebiliriz. Bir müddet istikâmet üzere devam eden hayat çizgisi, bir süre sonra kırılmaya başlar ve insan önceki kötü ortamına geri döner. Artık yeniden kurtarılması gerekenler tarafındadır.
İnsan Neden Sebat Edemez?
Bahsettiğimiz insanların güzelleşen hayatlarını neden aynı çizgide sürdüremediklerinin sebepleri elbette pek çoktur. Ancak bunların içinde bir sebep vardır ki, hepsinden önemlidir. O da, İslâm’ın kendi başına yaşanacak bir din olmadığıdır. Müslümanı ayakta tutan, kendisine destek olan iyi çevredir.
Bu çevreden koptuğunda, sahip olduğu değerler onu bir müddet istikâmet üzere tutabilir, ama toplumun baskısına dayanamaz. Bir süre sonra kazanmış olduğu değerlerden fire vermeye başlar ve dayanma gücünün oranına göre ayak diretir, ancak o güzel ortamın içine kendisini tekrar atamazsa toplum onu kendisine benzetir. Öyleyse, insanın istikâmet üzere bir hayata dönmesi çok önemli olmakla birlikte, belki ondan daha önemlisi, tevbe sonrasındaki çizgiyi koruyabilmesidir.
Uzaklaşanlara Yakın Durmak
Ayakları üzerinde duramayan ve bizlerden uzaklaşma emâreleri gösterenlere karşı sorumluluğumuz var. Onlardan bağımızı koparmamamız gerekiyor. Zira unutulan insana birileri mutlaka sahip çıkar. Ayrıca insan tek başına yaşayamadığından ve bir arkadaş çevresine mutlaka ihtiyacı olduğundan, kendisini yeni bir çevrenin içine atar.
Biz onun etrafında olmazsak, birileri mutlaka olur. Bu sebeple, yakın arkadaş çevremizde ilgiye, dostluğun sıcaklığına muhtaç olan ahbâbımızı kendi hâllerine bırakmamak gerekir. Böylesi insanları sadece etraflarında bulunan iyi arkadaşları ayakta tutar. Akülerinin sürekli şarj edilmesine ihtiyaç duyarlar. Oradan koptuklarında İslâmî değerlerden de uzaklaşırlar.
Bu noktada üzerimize düşen sorumluluğun ne kadar ağır olduğunu fark etmişizdir. İslâm’ı yaşamak kulluk görevimiz olmakla birlikte, bu güzelliği etrafımızda yaşatmak için çabalamak da sorumluluklarımız arasındadır. Bu sebeple, etrafımızdaki dostlarımıza gözlerimizi kapatamayız, onların yavaş yavaş bizlerden uzaklaşmasına ve istemediğimiz ortamların müdâvimleri olmasına rızâ gösteremeyiz.
İnsanı Kaybetmek Çok Kolaydır
İnsanı kazanmak, nefsânî ve şeytânî isteklerin ortasından çekip çıkarmak zordur. Hele de kazanıp kaybettikten sonra tekrar kazanmak çok daha zordur. Kaybetmek ise oldukça kolaydır. Uzun bir müddet şeytan ve nefsin isteklerine göğüs geren insan, bir boşluk anında eski hayatına bir dalıverdiğinde, geri dönmesi kolay olmayabilir.
Bu sebeple, istikâmet çizgisi üzerinde devam etmek, bu yürüyüşü kalbine iyice benimsetememişler için nisbeten zordur. O çizgiden gerisin geri dönmesi veya sapması kolaydır ve bu her an olabilir. Zira şeytan ve nefsin isteklerine boyun eğmek insana aldatıcı bir haz verir ve gönül bununla rahatça çelinebilir. Bu yüzden etrafımızda bulunan dostlarımıza sahip çıkmak durumundayız. Çünkü “biz varsak, onlar da vardır. Biz olmadığımızda, onlar da yoktur.”
Bunun yolu, onların hallerini-hatırlarını sormak, sıkıntıları olduğunda yanlarında olmak, üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşmaktır. Bunu yaptığımız takdirde, hem ona verdiğimiz değeri göstermiş, hem de onu bizimle tutmuş oluruz. Sonuçta mü’minlerin birbirlerine kenetlenerek oluşturdukları yapıdan bir tuğla eksilmemiş olur.
Kendimizi de Koruma Altına Alıyoruz
Arkadaşlarımıza yakın durmaya devam ettiğimiz sürece, korumaya aldığımızın sadece ilgilendiğimiz dostlar olmadığını anlarız. Aynı zamanda kendimizi de koruma altına aldığımızı fark ederiz. Zira beraber olduğumuz güzel insanlar bizlerin de istikâmet üzere durmasına yardımcı olmaktadır.
Biz onlar vasıtasıyla, onlarla birlikte olduğumuz için ibâdetlerimizden daha bir lezzet almaktayız. Onlar vesilesiyle hayatımızı nâfile ibâdetlerle süslemekteyiz. Onların destekleriyle haram ve helâl hususunda çok hassasız. Bu güzel atmosferden uzaklaştığımız takdirde, değerleri olmayan kötü ortamın arkadaşlarımızı kendisine benzettiği gibi bizi de benzeteceğini çok iyi biliyoruz. Velhâsıl hepimiz birbirimizi etkiliyoruz ve hepimiz birbirimizi destekliyoruz. Bu yüzden “arkadaşlarımız olmadığında biz de yokuz.”
İlgi Sevgiyi Besler
İnsan ilgiye muhtaçtır, arkadaşlarından güç alarak değerlerine sahip çıkmayı sürdürür, imanı güçlü olarak varlığını devam ettirir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ashâbıyla alakadar olmasının, onları kendi hâllerine bırakmamasının bir sebebi de buydu. Hasta olan arkadaşlarını evlerinde ziyâret eder, mutlu günlerinde yanlarında yer alır, yeni doğan çocuklarını kucağına alarak sever, cenâzelerine iştirak eder, hüzünlerini paylaşırdı. Velhâsıl desteğe ihtiyaç duydukları anlarda yanlarında olur ve böylece gönül birlikteliğini pekiştirirdi.
Onlar da Hz. Peygamber (s.a.v.)’le ve onun kutlu arkadaşlarıyla birlikte olmanın verdiği mânevî hazla, İslâm üzere bir hayat sürmeye ve bu din için her türlü fedakârlığı göstermeye hazır olurlardı. Gözlerini kırpmadan canlarını Allah yolunda fedâ etmek için öne atılan ve cenk meydanlarında şehid olmayı en büyük onur sayan kutlu zevatın ruh hâlini anlamaya çalışırsak, arkadaşlarından aldıkları mânevî desteği çok rahat görürüz.
Bütün bunlar bizlere gösteriyor ki, istikâmet çizgisine girmek çok önemlidir, ancak bir o kadar daha önemli olan bu çizgide durabilmektir. Bunun yolu ise birbirimize sahip çıkmaktan, hiçbirimizin kendi hâlinde kalmamasından geçmektedir. Bunu yapabilirsek, Allah ve Rasûl’ünün gerçekleştirdiği o güzel dostluğu bizler de kendi hayatımızda gerçekleştirebiliriz. Kendimizi kaybetmeyiz ve İslâm’ın güzelliğini etrafımızdan başlayarak bütün dünyaya çok tatlı bir lezzette sunabiliriz.
İsterseniz işe Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çokça yaptığı şu duayla işe başlayalım: “Ey Allah’ım! Kalpleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren ancak sensin. Kalbimi, dininde sâbit kıl.” (Tirmizî, 3444).
Enbiya YILDIRIM
YazarBilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken vahiy nâzil olmaya devam ediyordu. Sahâbe, amelî ve dünyevî konularda olduğu gibi îtikâdî konularda da kafalarına takılan her türlü soruyu sevgili Pey...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
İnsanların ilk yerleştiği kıtalardan birisi olarak bilinen Afrika, gündüzleri güneşin kavurduğu, geceleri çöl rüzgârlarının savurduğu bir coğrafya olmasından ötürü müdür “tarihî itibari ile de “kara/k...
Yazar: Oğuzhan AYDIN
Türk iktisat tarihçiliğinin büyük ismi Ömer Lütfi Barkan, tarihçiliğimizin Köprülü sonrasında uluslararası mecrada boy gösteren ve onun Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuasını çıkararak açtığı çığırın...
Yazar: Yusuf HALICI
Küçük yaşlardayken yaşlı amcaların konuşmalarını dinlerdik. Yaşadıkları hayattan bir şey anlamadıklarını, geçmişi sanki yaşamamış gibi hissettiklerini, her şeyin bir rüya gibi geçip gittiğini söylerle...
Yazar: Enbiya YILDIRIM