Mazlum Kıta Afrika
Dünyada mevcut olan kıtalar arasında bir kıyaslama yaptığımızda galiba en “mazlum kıta” olarak Afrika’yı kabul etmek gerekiyor. Bu siyah kıtanın mağduriyeti, mazlumluğu nereden geliyor peki? Niçin hep sömürgeleştirilmeye çalışılmış ve elindeki avucundaki bütün kıymetli cevherleri gasp edilmiş tarih boyunca? Sebebi belli değil mi?
Başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinin ve daha sonra ABD’nin emperyalist iştahları hiç sona ermemiştir. Gelmişler, ‘Siyah İnci’yi soymuşlar, sonra da çekip gitmişler. Bir müddet sonra bir daha gelmişler “Acaba soymadığımız bir yer kaldı mı diye?” bakmışlar.
Bu gidiş ve gelişler hep devam etmiş tarih boyunca. Afrika dünyanın en zengin yeraltı madenlerine sahip olduğu hâlde bugün dünyanın en fakir ülkelerinden meydana gelen bir kıta ne yazık ki! Ne kadar düşündürücü bir hâl… Bir ara dünya haritasına bakarken Afrika’daki ülkelerin sınırlarının neredeyse cetvelle çizilmiş gibi dümdüz olduğunu görüp şaşırmıştım. Bu da şaşırtıcı değil aslında! Zira o ülkelerin sınırlarını çizenler ve genelde kukla yönetici tayin edenler, Garb’ın mütecâviz ülkelerinin yöneticileriydi.
“Bize İncil’i Verip Altınlarımızı Aldılar.”
Hani Afrikalı bir yerli için anlatılan nükte gibi bir hadise var ama aslında büyük ve acı bir hakikat. Şöyle diyor Afrikalı siyahî vatandaş:
“Batılı beyaz adamlar Afrika’ya geldikleri zaman bizim elimizde topraklarımızın altından çıkardığımız altın ve diğer madenlerimiz vardı. Onların ise ellerinde İncil bulunuyordu. Sonra an geldi, dönüp baktık ki bizim ellerimize tutuşturulmuş İnciller onların ellerinde de bizim madenlerimiz, altınlarımız…”
Afrika’nın kuzeyi daha çok ilerlemiş ve zenginleşmiş ülkelerden meydana geliyor: Mısır, Libya, Tunus, Fas ve Cezayir… Ve bu ülkelerin halkları genelde Müslüman. Orta Afrika ve Güney Afrika’da da Müslümanlar var ama daha az. Ve ne yazık ki bu bölgelerdeki ülkeler dünyanın neredeyse en fakirleri…
Bu durumdan da şu sonucu çıkarabiliriz. Halkı Müslüman olan ülkeler, sömürülmelerine genelde izin vermemiş. Her ne kadar Batılılar bu sömürmeyi devam ettirmek istemişlerse de Afrika’daki İslâm ülkeleri fırsat buldukça ve ayağa kalktıkça hürriyetlerini ilân etmeye gayret göstermişlerdir. Ömer Muhtar’ın başında olduğu Müslümanların geçmişte İtalya’ya nasıl kök söktürdüklerini “Ömer Muhtar” filminden hatırlıyoruz.
Geçmişte bu sömürgeci ülkeler, çıkan isyanları kanla, zulümle bastırdılar. Binlerce, on binlerce masum Müslüman, çağdaş Haçlılar tarafından katledildi. Buna da dünyanın sesi çıkmadı, herkes seyirci kaldı. Şimdi şükürler olsun Afrika diriliyor, mazlum kıta uyanıyor, âdeta küllerinden yeniden doğuyor.
Geçenlerde bu kıtayı en çok sömüren Batılı ülkelerden Fransa Başkanı Emmanuel Macron’un Cezayir’de halk tarafından nasıl protesto edildiğine şahit olduk. Evet, yıllardır uyutulan dev, artık uyanıyor. Senelerdir korkutulan, sindirilen mazlum Afrika kıtası, kan içicilerini, sömürgecilerini artık kabul etmiyor, reddediyor. Kendi hürriyetini tam manasıyla yaşamak istiyor.
Osmanlı Sömürdü mü?
Günümüzün çok kıymetli İslâm tarihçilerinden Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, İstanbul Cağaloğlu’nda düzenlediğimiz “Bâbıâli Sohbetleri”nde bir hatırasını anlatmıştı. Çok ibretli, çarpıcı ve birçok hakîkati içinde barındıran bu mühim hatıra şöyleydi:
“Cezayir’e bir konferans vermek için gitmiştim. Konuşmamı bitirdikten sonra dinleyicilerden sorular gelmeye başladı. Cezayirli bir aydın kalktı ve Fransızca olarak bana şunu sordu:
- Ben adamın bu sataşması üzerine ona dedim ki;
Beyefendi çok yanlış düşünüyorsunuz. Biz sizi asla sömürmedik. Zaten bir Müslüman fethettiği ülkedeki insanları sömürmez, onlara zulüm yapamaz. Aksine biz fethettiğimiz bütün ülkeleri imar ve ihyâ ettik. İnsanları da dinlerinde ve dillerinde serbest bıraktık. Bakın siz Arap olduğunuz hâlde bana soruyu Fransızca soruyorsunuz. Çünkü Fransızcayı Arapçadan daha iyi konuşuyorsunuz.
Eğer biz sizi sömürseydik siz bugün benimle Fransızca değil de Türkçe konuşurdunuz. Çünkü bizim lisanımızı mecburen öğrenmiş olacaktınız. Hâlbuki biz kimseye karışmadık, kimseyi zorlamadık. Ama Fransızlar Cezayir’i işgal ettikten sonra kendi inançlarını da, dillerini de size dayattılar. Bakın Cezayir’de, Fransızca konuşan ne kadar çok Müslüman Arap var, hâlbuki ana diliniz Arapça. Görüyorsunuz değil mi?
Bu cevabım üzerine adam sustu ve yerine oturdu.
Fas’ta Büyük Deprem
Eylül ayının 10’unda Kuzey Afrika ülkelerinden Fas’ta 7 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Bu satırların kaleme alındığı saatte, alınan son haberlere göre 2 bin 500 Müslüman Faslı kardeşimiz, hayatını kaybetti. Türkiye’nin 11 şehrinde “Asrın Felaketi”ni, büyük depremi yedi ay önce biz yaşamıştık.
Zelzelenin artçıları devam etti, ediyor. İnsanlarımız, devletimizin desteğiyle yeniden ayağa kalkıyor. Kardeş ülke Fas’ta meydana gelen depreme çok üzüldük. Belirtildiğine göre ülkede tarih boyunca yaşanmış en büyük yer sarsıntısı. Allah kimsenin başına vermesin.
Hakîkaten müthiş acılar. Ama tedbirimizi önceden alabiliriz. İyi zeminlere, sağlam binalar yaparak önlem almak mümkün. Ne buyrulmuş; “Önce tedbir, sonra tevekkül.” Bu yıkıcı musibetler, inşallah hepimizin uyanışına vesile olur. Depremlerde vefat eden mü’min kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, mekânları cennet olsun.
“Afrika Dipdiri Bir İslâm Kıtası Olacaktır.”
Afrika, son bir-kaç asırdır yalnızca Avrupa’nın ve Batı’nın zulmüne, sömürüsüne hedef olmakla kalmadı, İslâm âleminin de ihmaline ve lakaytlığına mâruz bırakıldı. İslâm dünyası, İslâm ülkeleri amansız bir keşmekeşliğin içine itildi yıllar boyu.
Dünyanın pek çok yerinde Müslümanlar ezilir, sürülür, öldürülürken, Afrika’daki Müslüman halk açlıktan kırılırken petrol zenginleri, kendi havalarında maval okumaktaydı. Bu manzaralar günümüz İslâm dünyasının acı hakîkatleridir. Bugün Akdeniz ve Ege Denizi, neredeyse Müslüman göçmenlerin bir mezarlığına dönüşmüştür.
Türkiye ve birkaç ülkenin dışında bu haksızlığa ve katliama itiraz eden de yok gibi. Hâlbuki İslâm’a göre “Müslümanlar bir vücut gibidir. Bir organın rahatsızlığından bütün vücut acı duyduğu gibi, bir Müslümanın derdi de diğer Müslümanları üzmelidir.”
Bir Şuurlanma Başladı
Bütün bu menfî hadiselere rağmen İslâm dünyasında gözle görülür şekilde bir gelişme, derlenip toparlanma, bir araya gelip meseleleri hâl yoluna koyma emâreleri görülüyor. Bu gelişme şüphesiz sevindiricidir. Bilhassa, son yıllarda Türkiye’nin İslâm ülkeleriyle ve Türk dünyasıyla geliştirdiği sağlam münasebetler “gerçek bir uyanış’ın pek uzak olmadığını gösteriyor.
Bu bakımdan Türkiye’nin açlıkla mücâdele eden Müslüman Afrika ülkesine yardım etmesi güzel bir hareket, örnek bir davranış ve son derece manalı bir teşebbüstür... Bilindiği gibi Ukrayna ve Rusya’nın anlaşamadığı “tahıl koridoru” meselesini Türkiye çözmeye çalışmaktadır. Şüphesiz bu adaletli ve hakkaniyetli davranış biçimi, Osmanlı’dan bize tevarüs eden ahlâka da uygun düşüyor.
Sezai Karakoç Müjdeyi Vermişti
Büyük mütefekkirimiz, şair ve yazarımız merhum Sezai Karakoç, Afrika ile ilgili bir tespitinde şöyle diyordu:
“Afrikalılar klan medeniyetin çağdaş medeniyete geçerken çok hızlı bir değişime uğramaktadırlar. Klan ölürken, klan putları ve klan hainleri de birlikte ölmektedir. Bunun sonucunda Afrikalılar dinsizlikle din değişimi arasında bir seçme yapmak durumuna gelmişlerdi. Gelişen oluş gösteriyor ki, dinsizleşmiyorlar, yeni bir dine giriyorlar.
Bunun da sosyolojik sebebi, medeniyet alanına ilk olarak çıkmaları, kendi medeniyetleri arasında açık seçik bir fark bulunması olsa gerek. Ve ne mutlu bir oluştur ki, bu yeni medeniyet üyeleri hemen hemen kendiliklerinden, İslâm’a sarılıyor. Kur’an’da çekirdeklenip boy atmış olan İslâm’ın çağrısı böylece Afrika’da günden güne ağızlardan ağızlara ulaşmakta, İslâm’ın ışıklarıyla her gün yeni bir tepeyi aydınlatmaktadır.
Her gün bir Afrika ırmağı Allah diyerek çağlamakta, her bahar, İslâm bad-ı sabâsını Afrika ülkelerinde estirmektedir. İslâm’ın çağrısı dünyanın her tarafında en yüksek tonuyla duyulduğu ve yükseldiği gün, Afrika’nın dipdiri bir İslâm kıtası olduğu gün olacaktır.”
Salih Saruhan Afrika’yı Anlatıyor
Gazetecilik hayatım boyunca unutmadığım röportajlarım vardır. Onlardan birini 11 Eylül 1986 tarihinde Salih Saruhan ile yapmıştım. 1951’de İstanbul Üniversitesi’nden mezun olup diş hekimi olarak meslek hayatına başlayan Saruhan, uzun yıllar amatör gazete yazarlığı ve radyo, televizyon yayıncılığı yaptı.
Meslekî çalışmalar ve seyahat maksadıyla Avrupa ülkelerini, Orta Doğu’nun birçok memleketini, Afrika’nın bazı ülkelerini gezdi. On iki sene Batı Afrika ve Nijerya’da diş hekimi olarak çalıştı. 1976’da Nijerya’dan İstanbul’a dönen Salih Saruhan ile Afrika’yı ve Afrikalıları konuşmuştuk. Saruhan Nijerya’ya gidiş amacını şöyle anlatmıştı:
“Nijerya’ya 1964’ün başında anlaşmalı olarak gittim. Burada tam 12 yıl kaldım. Fakat bu yıllarda bazı civar ülkeleri de gezdim. Kuzey Nijerya’nın Kano şehrinde çalıştım. Nijerya o zaman bölgelere ayrılmıştı. Maydobori, Borno Eyaletinin merkeziydi. Bir buçuk sene orada çalıştım.
Geriye kalan yıllar hep Kano’da geçti. Kano, Kuzey Nijerya’nın en büyük şehriydi. Nijerya’yı ben şahsen Afrika’nın diğer ülkeleriyle pek kıyaslayamıyorum. Çünkü Nijerya önce, çok karışık insanlardan oluşan bir ülke. Henüz milliyet mefhumu yok. Üç yüz küsur kabileden oluşuyor.
Nijerya 1960’da bağımsızlığa kavuşacağı zaman -bir İngiliz sömürgesiydi- halk, ayrı ayrı, gerek dinî gerek ırkî durumuna göre bir kaç ülke hâlinde kurulmasını istedi. Fakat İngilizler belli bir maksatla ellerindeki birçok sömürge gibi hepsini birleştirip bırakmak istediler. Tabiî ki bu kabilelerin aralarındaki kavga devamlı sürüp gitti.”
Batı’nın Petrol İştihası ve Hırsı
Nijerya’da mevcut olan zengin petrol yataklarının, hırslı Batı’nın iştahını kabarttığını anlatan Salih Saruhan, şöyle devam etmişti:
“Nijerya, mesela bir Sudan’la, bir Mısır’la, hatta bir Kamerun’la, bir Nijer’le, bir Çat’la mukayese edilemez. Çünkü Nijerya’da mevcut olan petrol, işleri güçleştiriyor. Dikkatler fazlasıyla bu ülkeye yönelmiştir. Batı’nın bu ülkeye ilgisi çok büyük. Düşünün ki ticaretinin % 90’dan fazlasını İngiltere ile yapıyor. Fakir bir ülke. Tarım yok. Sanayi yok. Hatta bunları bilmiyorlar. Bütün zenginliği petrol.
Biraz teneke madeni. Ki dünyanın ikinci ve üçüncü teneke ihracatçısı olarak biliniyor. Petrolün geliriyle birden bire zenginleştiler. Fakat maalesef bu zenginliği iyi yolda kullanmamışlar. Bu para tam tabiriyle idarecilerin elinde çarçur olup gitmiş. Maalesef idarecilerin israfı çok fazla. Tabii bu ülkenin aleyhinde oldu. Sonra, kabileler arasında devamlı düşmanlıklar sürüp gidiyor.
Saruhan o mülakatta Nijerya’da kabilelerin basit meseleler yüzünden birbirine düşürüldüğünü anlatmıştı. Eğitimden uzak kalan insanların millî şuura sahip olmadığını söylemişti. Afrika’da İnsan Avcıları romanını kaleme almıştı. Burada “Nijerya’da ortamın, misyonerlerin faaliyetlerine çok açık olduğunu, çünkü ülkede insanların çoğunun sefalet içinde yaşadığını söylemişti.
Şu sözleri ise çok korkunçtu: “Fakir halk, kendilerini para ile kandıran misyonerlere evlatlarını seve seve teslim ediyor. Nijerya’da hükümet suskun. Bu durumu dünyada kimse ele almıyor. İşte romanı yazmaktaki amacım, bütün İslâm âlemini uyarmak, insanların dinî inançlarının, Katolik misyonerler tarafından nasıl istismar edildiğini ortaya koymaktır.”
Misyonerler Afrika’da Nasıl Çalışıyor?
“Misyonerler Afrika’da nasıl çalışıyor?” şeklindeki soruma Saruhan, şu cevabı vermişti: “Misyonerler çalışmalarını gözle görülecek kadar açık yapıyorlar. Ülkede çoğunluk Müslüman olduğu hâlde Hıristiyanlar çabuk çoğalmakta. Hatta bir iddiaya göre nüfusun % 40’ı Hıristiyan olmuştur.
Bu çok büyük bir oran olup tamamen misyonerlerin çabaları, çalışmaları sonucu gerçekleşmiştir. Halk çok fakir. Şuursuz ve câhil. Aslında Nijerya -evet halkı fakirdir ama- ülke olarak pek fakir bir ülke değil. Petrolü, madeni olduğu hâlde kaynakları çalıştırılmıyor. Halk çalışmaya alıştırılmamış.
Halkta İslâmî bir şuur yok. İbâdetleri şeklî yapıyorlar. Elbette bu insanların öncelikle dinî yönden şuurlandırılmaları lâzım. Bu da eğitimle olur. Ama aralarında çok kültürlü, kararlı ve inançlı insanlar da var. Ne yazık ki azınlıkta oldukları için tesirli olamıyorlar. Müslüman halkı tam manasıyla yönlendiremiyorlar.”
Afrika’ya Sahip Çıkılmalı
Diğer İslâm ülkelerinin Nijerya gibi Müslüman ülkelere nasıl yardım yapabileceklerine dair soruma yazar şu cevabı vermişti:
“Onlara evvela tarımı öğretmek lazım. Batılı şirketler oralara gidiyor, birçok yatırım yapıyorlar. Türkiye de geliştikçe -ki görüyoruz büyük gelişmeler vardır- bu ülkelere yardım etmeli, onlara yaklaşarak, ziraat işlerine, sanayi işlerine yardımcı olarak gerçek kalkınmanın yolu öğretilmeli. Tabiî öncelikle oralara eğitim kurumları açmak gerekecektir. Afrika’nın yardıma muhtaç bütün ülkelerinde bol bol okullar açmak lâzımdır.”
Salih Saruhan, başta Türkiye’nin ve diğer zengin İslâm ülkelerinin Nijerya gibi yoksul Afrika ülkelerine sahip çıkmaları gerektiğini belirtmişti. Tabiî yaptığım o mülâkatın üzerinden tam 37 sene geçmiş. O günden bu yana Türkiye, Afrika’nın birçok ülkesinde büyük yatırımlar yaptı.
Fakir ülkelerine destek oldu. Sivil toplum kuruluşlarımız birçok ülkede su kuyuları açıyor. Velhâsıl kara ve talihsiz kıtanın mazlum, iyi ve dost insanları, artık gerçekleri görüyor. Geçmişteki sömürgeci Batılı ülkelerine karşılık başta Türkiye olmak üzere İslâm âleminin kendilerine samimiyetle sahip çıktığını fark ediyor.
Afrika’nın sağlam duruşu, inşallah dünyanın dengesini düzeltecektir. Birleşmiş Milletler (BM)’de Türkiye’nin tekliflerini en çok destekleyen ülkeler, bilhassa Afrika kıtasından çıkıyor. İnşallah Afrika’da esmeye başlayan bu hayırlı rüzgâr, hızlanarak devam edecek ve kıtanın bütün ülkeleri, kendi öz kaynaklarıyla ayakta duracaklardır. Afrika’ya, Afrikalı kardeşlerimize selam olsun!
Mehmet Nuri YARDIM
YazarBeyit:Ey yâr olmak istemedin bir lahza âşinâ banaHastalığım bilip derdim eylemedin şifâ bana (Ey sevgili, Bir an olsun dost, tanıdık gibi olmadın (davranmadın) bana, yabancı gibi davrandın, Has...
Yazar: Resul KESENCELİ
Tarık Buğra Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının en çok konuşulan, hakkında değerlendirmeler yapılan ve özellikle güçlü romancılığı vurgulanan bir yazarımız. Küçük Ağa, İbişin Rüyası, Dönemeçte ve Yağm...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Milletlerin kültür hayatında büyük yazarlar, romancılar ve şairler kolay yetişmiyor. Peyami Safa, edebiyat tarihçilerimizin büyük çoğunluğuna göre Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının en büyük romancıs...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Doğrusu sade, kolay ve rahat gibi görülen başlığımızın bu kadar geniş kapsamlı, çetrefilli ve girift olabileceğini hiç düşünememiştim. Zira şair ve yazarlarımızı araştırdığımda, şunu gördüm ki pek çok...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM